___ Mü'mine Güneş ___
Dost Arayışı
Âşık Veysel neden “Benim sadık yarim kara topraktır.” diyordu?
Dost nerdeydi? Toprak nasıl bir dosttu? Mütevaziliğin, alçak gönüllülüğün, kendini içindeki mükemmel tohumlara feda etmişliğin ve sümbüllenişlerin menbası olan toprak nasıl bir hazine idi?
Kapısındaki köpeğinin ölümüne ağlıyor, kendi akibetini düşünmüyor. Hastahanede inliyen hastalara ne bir doktor, ne bir şifa düşünmüyor. Habire hastahanenin dış yüzünü boyayıp, güzelleştirmeye çalışıyor. Güzel giyim ile manevî yaralarını susturmaya çalışanların hali gibi!
Toprak kara bir ayna oraya düşüp sümbüllenen güzellikler, öylesine parlak, cazibeder ve gözalıcı ki. Baharı temaşayı niçin herkes seviyor? Bahar mı, toprak mı güzel olan? Yoksa ikisini birden çözüp, tohum ve çekirdeklerdeki hakikatlerde açılan güzelliklerin sahibi mi? Güzeli güzel yapan, güzel kim? Ruha sürur ve sükûn saçan, gözlere seyran, akıllara bayram olan güzellik ve hakikatler kimin için ve kime hitap ediyor? Toprağın yumuşak sinesinde çözülüp de, fısıldaşan ve bize dosttan haber getiren mesajlar kimi söylüyor?
Talebe, işçi, memur, çiftçi, kim olursa olsun herkes iç huzurunu arar. Dış alemin nuru, güzelliği, içimizdeki izdüşünümde tam meyvesini verebilmesi için, onun imân ışığında seyredilmesi gerek. Şu alemden herkesin bir özel alemi var. Bu alemin keyfiyeti, o kişinin görüş ve bakışına göre değişir. İnanç ve itikadına göre şekil değiştirir. Nur ya da abesiyete dönüşür. Güzel görenin, güzel düşünmesi bu yüzdendir. İmân şu alemi bütün zerratıyla okutturan bir nur olduğu gibi, o alemden bize gelenleri de, hikmet, nur ve hakikat çekirdekleri şeklinde içimize dökerek sümbüllendirir ve bize özel bir cennet teşekkülünü sağlar. Dış aleminde nice sümbüllenişler hüküm sürerse sürsün, insanın iç alemi imanla sünbüllenişe geçememişse, bahara eremez. Bahar, senin imanınla, senin içinde sümbüllenen, senin özel cennetindir. İman insanı sümbüllenişe geçirememişse, iç dünyaları, bir tohumun gizli alemi gibi kapalı kalan o insan, nur, hikmet ve hakikat tohumcuklarının açılışını göremez. Mânâda fakir kalmakta devam eder. İçindeki cennette teneffüs imkânı bulamıyan, yoğun dünya koşuşturmalarının içinde teneffüs edecek bir yer de bulamaz. Dışı karmakarışıktır. İçine döner, orası da kapkaranlık. Sığınacak bir yer bulamaz. Şu dış alemle alışverişimiz, ancak imân ile mümkündür. Ne sır verir, ne ser, imân olmazsa, şu kâinat kitabı. Ne birşey görebilirsin orada, nur ve hikmet namına. Ne de sana görünür. Rabbini dost tanımayan ve O’na müteveccih olmak için bir yol aramıyan, çıkışsız yılların kıskacında ve tesellisiz dostların aldatmacalarıyla bunalır kalır.
Birini görüyorum. Dünyaya küsmüş. Kâinata küsmüş. Kalbine küsmüş. Herşeye kapılarını kapatmış. Herşey de ona kapılarını kapatmış. Hissiz bir yalnızlığın içinde ağlayıp duruyor ızdıraplarına. “Bir dostum olsaydı.” diyor. “Beni herkesten daha iyi anlasaydı. Dostluk adına ne varsa, onda bulsaydım. Beni kimseye muhtaç etmeseydi. Her an yanımda olsaydı. Sırlarım ona ait olsa. Kimseye söylemese. Kusurlarımı affetse. Onun dostluğunun güven verici ferahlığında eriseydim.” Dost arayışı hususundaki özlemlerini sıralarken, kalbinin derinlerinde bir sesin, “Rabbim! Rabbim!” diye sıçradığının farkına vardı. Bu sese kulak verdi. Dinledikçe, bir huzur yayıldı içine. Devam etti, onun ismini tekrarlamaya. Dost arayışına cevabı, bu isimde bulduğunu hissetti. Ona nasıl daha yakın olabilirim? Nasıl razı edebilirim? arayışına girdi.
Kalbi, Rabbinin dostuğu ile tatmin olmuş bir halde dedi: “Rabbimin beni her an kabul edeceğine dair öyle bir inancım var ki! Hiç, anaç tavuk, tek bir yavrusunu, kurtlar yesin diye, bırakır mı kenarda? Onu da kanadının altına almaya çalışır. Bu, Rabbimin isimlerinden cilvelenen bir merhametin tezahürüyse, Ey merhamet ve rahmetin menbaı olan Rabbim, Sen, ziyan olmak üzere, bizi nasıl yalnız bırakırsın?
Beni de kabul eder mi ki? diye neden düşünüyorsun? Sen, öyle bir af ve merhamet sahibine müteveccihsin ki, dualarınla. Duasını kabul ettiği makbul kullarının yanında, seni de görür, seni de bilir, seni de kabul eder. Yeter ki, sen O’na tam bir teslimiyetle, tam bir tevbe, tam bir ihlâs ve duanın mutlaka kabul edileceğine dair tam bir inanç ile yanaş. Ümitsizlik ile yaklaşırsan O’na “Beni kabul etmez” diye. Tam ihlâsı yakalıyamazsın. Ümit, duaya ısrarla devamdır, O’nun rahmet kapısını açan. Eğer ümitsizliğe düşüp, duanı bırakırsan, o kapı sana her an kapanabilir. Oysa sen O’na ne kadar muhtaçsın. Rabbine olan ihtiyacını daha bir derinden hissederek, bütün ruh-u canıyla teslimiyet kapısına sığındı. Mutluluktu bu. Teslimiyet mutluluktu. Güvendi, sevgiydi, huzurdu, kimsesizliğin son bulduğu, bir sonsuz cadde idi.
Mü'mine Güneş, Yeni Asya, 6 Ocak 1998
--------------------------------------------------------------------------------