KADERİN ADALETİ VE GELECEĞİMİZ
KADERİN ADALETLİ Sahibi, herkesi, hak ettiği kadere doğru yönlendirir. Ahiret hayatını da dikkate alarak düşündüğümüzde, hemen her bireysel hayat tecrübesinden, Einstein’in "İnsanın kaderi, hak ettiğidir" sözünün ne kadar doğru olduğunu okuruz.
Pek çok insan, şansa ve tesadüfe inanmış; evrenin şefkatli Yaratıcısının, bazı insanlara diğerlerinden esirgediği layık olunmamış özel ikramlarda bulunduğunu düşünmüştür. Böylesi bir yanlış düşünce, pek çok insanı, son soluğa kadar çabalamaktan, ümid kesmeden istemeye ve çalışmaya devam etmekten alıkoymuştur.
Oysa, inandığımız kitapta Şefkatli Yaratıcı, "Herkese ancak emeğinin karşılığı vardır" demekte; herkesin emeğinin karşılığının tam ve eksiksiz verileceğini bildirmekte ve bizi alınteriyle kazanma çabasından başka bir kapıdan alıkoymaktadır.
Bir insanın nasıl bir kaderi hak etttiği, hangi içtenlikli niyetlerle ve derin duygularla, hangi emekleri ortaya koyduğuyla belirlenir. İnsan vicdanı bile, layık olmayana birşeyi vermeyi kabullenmezken, bunu mutlak adil olan Yaratıcımızdan hiç beklemeyelim.
Bu dünyadaki çelişkiler bizi şaşırtabilir ve aksine kanaatlere sevk edebilir. İnsan ebediyete uzanan bir kader yaşayacak. Geleceklerimiz geçmişlerimizde hak ettiklerimize göre şekillenecek veya kaderin sahibinin bildiği gelecekte hak edeceklerimize göre geçmişimiz taktir edilecektir. Bu açıdan baktığımızda, şimdiki acılarımız ve yokluklarımız, bazen geçmişteki hatalarımızın, bazen de gelecekteki kazanımlarımızın Dünyadaki bedeli olacaktır. Şimdiki maddi zevkmlerimiz ve varlıklarımız ise, bazen geçmişteki acılarımızın, bazen de gelecekteki açılarımızın Dünyadaki karşılığı olacaktır. Dünyadaki karşılıkların ebedi hayata uzanan karşılıklara işaret ettiğini unutmamalıyız. Cennete ve Cehenneme uzanan yolda hiç bir hak edilmeyen ve layık olunmayan yolculuk yaratılmayacaktır.
Dünyada yaptıklarımızın karşılığını çoğunlukla alıyor olmamız; ebedi hayatta da karşılıklarını alacağımızı gösterir. Dahası bu genel karşılıklılık, istisna gibi görünen olayların ardında da bizim hikmetini keşfedemediğimiz, eninde sonunda ortaya çıkacak sırlar gizlendiğini gösterir.
Şu halde kimse herhangi bir fırsatın ardına gizlenerek yükselemeyecektir. Görünürdeki sebepler, dikkatli analiz eden herkesin farkedeceği açıklıkta, sadece perde sebeplerdir. Yeryüzünde bir olayın meydana gelmesinde, tesadüf ihtimali sıfırdır. Şans rüzgarlarıyla şişen balonların kısa süre sonra patlayıp sönüşlerine aldırış etmeyen çocuklar gibi olmamalıyız. Torpile güvenip, çalışıp hak etmeyi unutan, bilmelidir ki; kaderin taktir etmediğine hiç bir torpil vücut veremez.
Deprem gibi tabiat olaylarından baş ağrısı gibi bireysel tecrübelere kadar, her sonucun ‘görünür’ sebeplerinin ardında ‘görünmez’ sebepler vardır. Gerçek-görünmez sebep, şu andaki tercihimizi aşan kanunlarla ve iradelerle ilgilidir. Gerçek sebepleri gözlerimizle değil, aklımızla keşfedebiliriz..
Başarıya aniden sıçrayanların durumlarını tesadüfle veya şansla izah edersek, o tesadüfün veya şansın kapımızı çalmasını hiçbir zaman beklemeyelim. Çünkü bu takdirde görmezlikten geldiğimiz ve yoklukla itham ettiğimiz gerçek sebepleri keşfetmemiz mümkün olmayacaktır. Yürüyen biziz, ama yürüten başkasıdır. Sadece bir adım atabilmek için beynimizde oluşan binlerce kimyasal işlemden, bunlara bağlı olarak kaslarımıza gönderilen simetrik ve asimetrik kasılma ve gevşeme talimatlarından ve kaslarımızın bu talimatları anlamlaştırarak eyleme aktarmasından haberimiz bile yok. Bilim sayesinde vücudumuzda neler olduğunu öğrensek bile, bunların hiçbirini kontrol edemiyoruz. Biz tercih ediyoruz, kalkışıyoruz ve bizin bilinçli olarak kontrol edemediğimiz bir sistem, görünüşe göre kendiliğinden, gerçekte Yaratıcının kanunu ve kudretiyle, emrettiğimizi yerine getiriyor. Yapan başka, yaratan başkadır. Ebedî hayatımızı da işe dahil edersek, bilelim ki, kesinlikle hak ettiğimizi yaşayacağız. Neyi hak ettiğimizi iki konu belirler: a) neleri istedik, b) neleri yaptık? İsteklerimiz ve yaptıklarımız, yani amellerimiz ve kalblerimiz aynı yöndeyse, dileklerimizin aynen gerçekleştirilme ihtimali yüksektir.
Kural olarak, kaderin hükmü, tabiat kanunları aracılığıyla icra edilir. Ama eğer kader kanunlarının hükmü farklı ise, tabiat kanunlarının gücü konuşamaz; gerekirse kanunlar sizin için istisna olarak iptaledilecektir. Diğer deyişle, eğer istediğiniz yaratılacaksa; ama doğa kanunları açısından isteklerinizin gerçekleşmesi imkansızsa, o zaman keramet örneklerindeki gibi sıradışı yollar devreye girecek, duanızın yaratıldığı süreç boyunca doğa kanunları susacaktır. İbrahim Peygamberi(as) yakamayan ateş gibi, İsmail Peygamberi(as) kesemeyen bıçak gibi... Şu halde, isteyen ve çalışan insan, doğa kanunlarının imkansızlığına aldanmamalı; Yaratıcının sınırsızlığına dayanarak üzerine düşeni son soluğuna kadar yapmaya devam etmelidir.
Tüm çabalarıyla hak ettiği karşılığı, ebedi hayat dururken, bir soluk sürecek Dünya hayatında beklemek, tüm karşılığı bir avuç ömre sığdırmak, insan için akıllıca bir tercih mi olurdu? Bunu bilen insan, inşa etmekte olduğu evi fırtınalarla ve depremlerle yüzlerce defa da yerle bir olsa, hiç üzülmez, hiç dikkate almaz, hiç önemsemez ve tek onemli olanın, her defasında, inşa edilecek bir ev üzerinde çalışmak olduğunu asla aklından çıkarmaz. Bunu aklımızdan çıkardığımız an, eylemlerimizi kendi kudretiyle yarattığımızı sanma gafletine düştüğümüz andır.
Bugüne kadar öyle olaylar yaşandı ki, doğal nedenlerin asıl neden olmadığını; gerçek nedeni gölgelemek için yaratıldıklarını kavramamıza yetecek kadar delile sahibiz. Bir dizi örnek üzerinde birlikte düşünelim:
21 Haziran 2000 tarihli Radikal gazetesi Rusya’nın Viladivostok kentinde apartmanın onuncu katından düştüğü halde vücudunda sadece birkaç morluk oluşan Veroni adlı iki yaşındaki kız çocuğunun hikayesini yazdı. Aynı gazetenin 20 Temmuz 2000 tarihli sayısında, Belçika’nın Molenbeek bölgesinde yaşayan 32 yaşındaki Corine isimli kadının yirmiyedinci kattan düştüğü, düşmesinden birkaç dakika önce apartmanın altında park eden araç sayesinde kurtulduğu anlatılıyordu.
Evrenin Yaratıcısı dikkatimize sunduğu bu tür olaylarla gerçeği görmemizi istiyor: "Görünür nedenlere aldanmayın; onlar benim yapma biçimimi gösteriyorlar—niçin yaptığımı değil." Yanılgımızı göstermek için, kukla örneğini vereceğim. Sokakta yürüyen çelik bir robotun bir an için kukla olduğunu varsayın. Onu yönlendiren görünmez çelik ipler vardır. Robotu nasıl durduracaksınız? Doğrudan bedeniyle çatışarak, onu yönlendiren iplere hâkim olarak, onu yönlendiren ipleri tutan bilinci ve kudreti etkileyerek. Robot en yüzeyde, görünmez çelik ipler ortada, ipleri tutan bilinç en derindedir. Temsilde hata olmasın; doğa olayları robotun kendisi, ruhsal alan robotu sürükleyen çelik ipler, Yaratıcı da perde ardındaki bilinç ve kudrettir. Bu örnek içerisinde insanın tek farkı, onu yönlendiren Yaratıcının insanın nereye gitmek istediğini dikkate alarak onu oraya götürmesidir.
Hangi tedbir daha güçlü ve kalıcıdır: Elinde silah tutan katilin silahının ağzını tıkamak mı, tetiği çekmek isteyen parmağını tutmak mı, yoksa parmağa emir verecek olan beynini etkilemek ve düşüncelerini değiştirmek mi? Eğer düşüncelerini değiştiremiyorsanız, ona engel olamazsınız. Hele sözkonusu olan evrenin işleyişi ise, kuklaya veya görünür yüzeye yönelik yaptığınız hiçbir şey, sizi hak ettiğiniz gelecekten uzaklaştıramaz. Doğa nedenselliği, tam bir yanılgıdır. Biz, Yaratıcının kanunlarla yaptığı her olayı nedensellik gölgesiyle karartıyoruz. Güneş doğu ufkundan her sabah doğuyorsa, yarın sabah da oradan doğmak zorunda değildir. İnsanların çoğu sağlam doğuyorsa, hiçbiri sağlam doğmak zorunda değildir. Nitekim bazen özürlü doğumlar gerçekleşir ve Kaderin Sahibi bize "Dikkat edin; kusursuz yapıyor olmam, kusursuz yapmak zorunda olduğumu göstermez. Sağlam yapılanın bilinçli ve kasıtlı olarak sağlam yapıldığını anlayamıyorsanız, istersem özürlü de yapabildiğime bakın" demektedir.
Bu yanılgıyı bilim de çözümlemiştir. Kuantum fiziği, maddenin daha varlığa sıçramadan, nerelerden geçeceğinin, hangi olayları yaşayacağının belirlenmiş olduğunu iddia eder. Dahası maddesel yüzeydeki nedenselliğin madde derininde ortadan kalktığını, maddenin işleyişinde maddenin kendinden olan birneden gösterilemeyeceğini savunmaya başlamıştır. Üstelik, gelecekte gerçekleştiklerini gördüğümüz rüyalarımız, geleceğin önceden belli olduğunu ispat eden kişisel delillerden biri olarak karşımızda duruyor. Sebeplere elbette başvuracağız. İşe yaramasalar da tedbirlerimizi alacağız.
Bunlar bizim dünyada Yaratıcımızın isimlerine ayna olmamız için takdir edilen biçimlerdir. Ancak, asıl önemli tedbir hak ettiklerimizi değiştirmektir. Çünkü hak ettiklerimiz değiştiğinde, koskoca evren üzerimize yürüse, bir sinek kanadı kadar bile gücü olamaz. Doğa kanunları ve tedbirlerimiz ne olursa olsun, hak ettiklerimizden kurtulamayız. Gerekirse küçük bir dalgınlık üretilir ve ilâhî emir yerine gelir. Katil olmayı hak edecek kadar kötülük ve aşağılık içerisinde yaşayan bir adam, ani bir öfkeyle kendini kaybeder; eline silahı alır, bütün yaratıkların en kötüsü oluverir.
Hak ettiğimizden kaçamayız: "Allah kader ve kazasını gerçekleştirmek istediğinde, onlar hakkında kader ve kazası yerini buluncaya kadar, akıl sahiplerinin akıllarını alır. Hükmü gerçekleşince geri iade eder. Onlar da pişmanlık duyarlar." Olay budur. Ani yükselmenin arkasında yükselmeyi hak etmiş; ani alçalmanın arkasında da, alçalmayı hak etmiş bir ömür vardır.
Kalblerimize bakalım. Niyetlerimize, içtenliğimize ve sorumluluk duygumuzun derinliğine... Sonra da geçmişimizi ne tür emeklerle doldurduğumuzu irdeleyelim. Vicdanımız bize doğruyu söyleyecektir: Biz gerçekten neyi hakettik? Hak ettiklerimizi değiştirmek için çalışmadığımız sürece, başımıza gelmeleri kaçınılmazdır.
--------------------------------------------------------------------------------