AKİSLER

RAMAZAN YAZILARI-2 - MELEKÎ EĞLENCE

M. İsmail Tezer


“Dünya hayatı aldatıcı bir menfaatten başka bir şey değildir” diyordu ayet-i kerime. Gerçekten de öyle olduğunu her an müşahede etmekteyiz. Zira sürekli bir aldatmacanın içerisindeyiz. Çevremizdeki her bir varlığın üzerinde fanilik damgası olmasına rağmen, zaman oluyor onları bu dünyada ebedi kalacakmış gibi düşünüyoruz. Bu yüzden de gaflete düşüyoruz ya. Neticede şu fani dünyanın gerçekten de bir aldatmaca olduğunu bir kez daha idrak ettiren şu sözleri söyleyiveriyoruz ihtiyarsızcasına: “Eyvah! Aldandık. Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat bir uykudur; bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi , bir rüzgar gibi uçar gider.” Bu sözler insanı gaflet uykusundan uyandıran ikaz sesleri olmalıdır. Yoksa ömür bir rüya gibi gelip geçeçek ve insan son pişmanlığın fayda vermeyen sendromunu yaşayacaktır. Bir ihtiyar zatın dediği gibi, “keşke gençliğim bir gün dönseydi, ihtiyarlık benim başıma ne kadar hazin haller getirdiğini ona şikayet edip söyleyecektim” cümlesini insan söyleyecektir kendine.

Bütün bu hallerin yaşanmaması için çare olarak, gafleti ortadan kaldıran “tefekkür” unsuru çıkar karşımıza. Melekî eğlencenin özünde de bu vardır zaten. Zira insanın aklıyla yapmış olduğu marifetullahı netice verecek olan tefekkür, akılla beraber kalp, ruh, göz ve kulak gibi diğer aza ve duygulara tarif edilmez bir lezzet ve eğlence verecektir. Hele bu tefekkür, içerisinde bulunduğumuz Ramazan ayında olursa, daha da bir farklı olacaktır. Bu noktada, Bediüzzaman; “Oruçla mide fabrikasına tatil ettirilse, başka küçük tezgahlar kolayca ona uydurulabilir”1 demektedir. Demek ki, gafleti ortadan kaldıracak olan tefekkür, oruçla gelen açlık vasıtasıyla daha bir kolay ve sıhhatli olmaktadır. Zira o mide fabrikasının küçük tezgahları ve hizmetçileri hükmünde olan diğer aza ve duygular anlarlar ki, sadece o fabrika için yaratılmamışlar. Belki her birisinin kendisine has bir ibadeti vardır; ve o da ancak açlık vasıtasıyla tam olarak hissedilebilmektedir. Diğer zamanlarda nefis çoğunlukla, bu aza ve duygulara ulvi vazifelerini unutturmakta ve kendisiyle meşgul ettirmektedir; bir nevi, istibdadı altına almaktadır diğer aza ve duyguları. Bediüzzamanın bir başka ifadesiyle, sarayın efendisi hükmünde olan akıl, kalp ve ruh gibi duygular, nefis itiyle oynar hale gelmektedir.

İşte Ramazan-ı Şerifte o aza ve duygular, “mide fabrikasının süfli eğlencelerine bedel melekî ve ruhanî eğlencelerle lezzetlenirler ve nazarlarını onlara dikerler.”2 Eğlencenin meleki oluşunun sebebi; yeme içme gibi bir özelliği olmayan, gıdaları zikir, tesbih, hamd, ibadet, marifet ve muhabbetin nurları olan meleklere benzeyiş olsa gerek. Zira insan oruçla, nefsin süfli ihtiyaçlarından , malayani hallerinden kendisini soyutlamakla ve yeme içmeyi de terk etmekle bir nevi melek vaziyetine girmektedir.

Böyle bir melekiyet vaziyetine girmekle insan, ayrıca Kelamullaha daha da bir ciddiyetle muhatab olma fırsatını da eline geçirmekte ve Cebrail (as)’ın vahyi direk Cenab-ı Haktan aldığı gibi bir kudsi halete mazhar olmaktadır. Tabi bu haller, müminin imanının derecesine göre farklılaşmaktadır. Bir hurma çekirdeğinden meyvesine kadar arada ne kadar aşama ve mertebeler varsa, Müminlerin Ramazan ayında mazhar oldukları feyiz ve nurlar arasında da en az o kadar fark olacaktır.

Cenab-ı hak, Peygamber Efendimize (asm) bu müberek Ramazan ayında okunmuş ve okunacak olan Kuran harflerinin sevabı adedince salat ve selam eyleyip, Onun yüzü suyu hürmetine bizleri “akıl-kalp-ruh” üçlüsünü “mide-nefis-cesed” üçlüsüne hakim kılmaya muvaffak eylesin.


--------------------------------------------------------------------------------