İslâm’ın Çevreye Bakışı

Öncelikle belirtelim ki, İslam’a göre bütün kainat Allah tarafından yaratılmıştır. Gökleri güneş, ay ve yıldızlarla; yeryüzünü çiçekler, ağaçlar, bağlar, bahçeler ve çeşitli hayvan türleriyle süsleyen Allah’tır. Yeryüzünde suları akıtan, gökleri (direksiz) tutan, yağmurları yağdıran, gece ve gündüz arasındaki sınırı koruyan yine Allah’tır. Kainat bütün zenginliği ve canlılığıyla Allah’ın, yani kainatın yaratıcısının eseri ve sanatıdır. Bitkileri ve hayvanları çift olarak yaratan ve onların çoğalmasını sağlayan da yine Allah’tır. Allah daha sonra da insanoğlunu yaratmıştır.

Bizler Allah’ın yeryüzündeki emanetçileri ve halifeleriyiz. Tabiatın ve dünyanın efendileri olmadığımız gibi, dünya da dilediğimiz gibi tasarruf yapacağımız veya yapabileceğimiz bir malımız değildir. Tabiat, Allah tarafından yaratılmıştır ve Allah’ındır. Tabiattaki her şey de Allah’ın varlığının bir âyeti, yani işareti ve belgesidir. Bu gerçeği Kur’an şöyle belirtmektedir:

Onlara, gerek içinde yaşadıkları âlemin her tarafında, gerekse kendi nefislerinde âyetlerimi göstereceğiz. [1]
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah'ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah'ın varlığını ve birliğini isbatlayan) birçok deliller vardır. [2]

Bu nedenle Müslüman âlimler tabiata bir kitap gibi bakmışlar ve hatta ona "kainat kitabı" demişlerdir. Böylece, kainatın da tıpkı Kur’an gibi bizlere Rabbimizi ve Yaratıcımızı tanıttığını vurgulamışlardır. Bu kitabın korunması ve muhafazası ise bizlere emanet edilmiştir. Allah’ın kitabı olan Kur’an’a saygı ve haşyetle yaklaşanlar, ona abdestsiz ele sürmeyenlerin, kainat kitabına da aynı hürmet ve muhabbetle yaklaşmaları gerekmez mi? Bu nedenle, Allah’ın halifesi ve emanetçisi olarak görevimiz ise bu emanete saygı göstermek, titiz bir şekilde korumaktır. Doğal kaynakları kullanırken veya tüketirken kesinlikle israf yapmamaktır.
And olsun, ilk yaratılışı bildiniz. Düşünüp ibret almanız gerekmez mi?
Şimdi bana, ektiğinizi haber verin.
Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?
Dileseydik onu kuru bir çöp yapardık da şaşar kalırdınız.
"Doğrusu borç altına girdik.
Daha doğrusu, biz yoksul kaldık" (derdiniz).
Ya içtiğiniz suya ne dersiniz?
Buluttan onu siz mi indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz?
Dileseydik onu tuzlu yapardık. Şükretmeniz gerekmez mi?
Söyleyin şimdi bana, tutuşturmakta olduğunuz ateşi,
Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz?
Biz onu bir ibret ve çölden gelip geçenlerin istifadesi için yarattık.
Öyleyse ulu Rabbinin adını tesbih et. [3]
İslam ilahi mesajların sonuncusu olarak, tabiatın bu kutsal ve manevi boyutuna ısrarla dikkatimizi çekmektedir. Bunun arkasından da Allah tarafından yaratıldığımızı ve hesap vermek için tekrar ona döneceğimizi öğretir. Bunun anlamı: Bütün yaptıklarımızdan, yani iyi yaptıklarımızdan da kötü yaptıklarımızdan da sorumlu olduğumuzdur. Halife olan insan, Ahiret günü emanete karşı nasıl davrandığı ve muamele ettiğinden hesaba çekilecektir.
İslam’ın öz ve temelini ifade eden kavram Tevhid, yani Allah’ın birliği, kavramıdır. Allah’ın birliği insanlığın ve tabiatın birliğinde de kendini göstermektedir. Bu nedenle Allah’ın yeryüzündeki halife ve emanetçileri mahlukatın birliğini, dünyanın bütünlüğünü, flora ve faunayı, yaban hayatını ve doğal çevreyi korumada birinci dereceden sorumludur.

Böylece birlik, emanet ve sorumluluğun İslam’ın üç temel kavramı olduğu görülmektedir. Bu ilkeler aynı zamanda İslâm çevre ahlakının da temel direkleridir. Bu kavramlar Kur’an tarafından öğretilen temel değerleri de meydana getirmektedir.

Kur’an’ı- Kerim’de yeryüzü ile ilgili ayetler okunduğu zaman yeryüzünün, aslında, insanlar için bir huzur ve dinleme yeri olduğuna dair kuvvetli işaretler buluruz. Böylece Kur’an dikkatlerimizi tabiata ve orada cereyan eden olaylara çeker:

Yedi gök, dünya ve bunlarda bulunan her şey Allah’ı tesbih eder. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlayamazsınız, O, çok halîm (merhametli) ve bağışlayıcıdır. [4]
Görmedin mi ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar; güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde ediyor. [5]

Size tohumlar, bitkiler, (ağaçları) sarmaş dolaş olmuş bağlar bahçeler yetiştirmek için üstüste yığılıp sıkışan bulutlardan şarıl şarıl akan sular indirdik. [6]

Şöyle ki: Yağmurlar yağdırdık. Sonra toprağı göz göz yardık da oradan ekinler, üzüm bağları, sebzeler, zeytin ve hurma ağaçları, iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik. (Bütün bunlar) sizi ve hayvanlarınızı yararlandırmak içindir. [7]

O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de (kubbemsi) bir tavan yaptı. Gökten su indirerek onunla, size besin olsun diye (yerden) çeşitli ürünler çıkardı. Artık bunu bile bile Allah'a şirk koşmayın. [8]

Yoksa yeryüzünü oturmaya elverişli kılan, aralarından ırmaklar çıkaran, orada sabit dağlar yaratan ve iki deniz arasına bir perde koyan kimdir? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Hayır, onların çoğu bilmiyorlar. [9]

Yeryüzü, karşılıklı ilişki kavramı için de önemlidir. İnsanlar yeryüzünün iki unsurundan yaratılmıştır: Toprak ve Su. Böylece insanın tabiata ve yeryüzüne yabancılaşması kendi özüne de yabancılaşmasıdır. O, yeryüzünün efendisi ve hâkimi değil, mütevazi bir üyesidir. Sahip olduğu özellik ve üstünlükler, onun sorumsuz olarak bu güzellikleri ve kaynakları tahrip etmesini ve tüketmesini değil, büyük bir sorumlulukla hareket etmesini gerektirmektedir.
Allah sizi yerden bir bitki olarak bitirmiştir. Sonra yine oraya geri çevirecek ve tekrar çıkaracaktır. Allah size yeri bir sergi yaptı ki, onda (açılan) geniş geniş yollarda gidesiniz. [10]
Yeryüzü (arz) kelimesi bu kısa ayette iki defa zikredilir ve Kur’an’da bu kelime, öneminin basit bir ölçüsü olarak, toplam 485 defa geçer ve yeryüzü insanlığın hizmetine sunulmuş olarak tarif edilir:
O, size yeri boyun eğer yaptı. Haydi onun omuzlarında yürüyün ve Allah’ın rızkından yiyin. [11]
Düzgün kiraz ağacı,
Meyveleri salkım salkım dizili muz ağaçları,
Uzamış gölgeler,
Çağlayarak akan sular,
Tükenmeyen ve yasaklanmayan, sayısız meyveler içindedirler. [12]
Kur’an’ın bu ve benzeri âyetleri tüm Müslümanlar için ilham kaynağı olmuş ve tabiata bu âyetler çerçevesinde bakmışlardır. Kainata ve tabiat bu Kur’anî bakış açısıyla bakmışlardır. Bunun en güzel örneklerini Müslüman düşünürlerin ve özellikle de büyük mutasavvıfların eserlerinde görmek mümkündür. Burada sadece iki örnek vermekle yetineceğiz. Birinci örneğimiz 13. Yüzyıl düşünürlerimizden Mevlana’dır. Bu konuda şunları söylemektedir:
“Bu cansız olan bulut vaktinde yağmur yağdırmanın gerekli olduğunu ne bilir? Bu bitkiyi kabul edip, bir yerine on veren toprağı da görüyorsun. Bunları bir kimse yapıyor. İşte sen asıl O’nu gör." [13]
“Toprak bile Allah’ın kendisine verdiği her şeyden, cansız olmasına rağmen, haberdardır. Eğer öyle olmasaydı suyu nasıl kabul ederdi ve her şeye nasıl süt-annelik eder ve onu beslerdi.” [14]

“Dünya her nefeste yeniden yaratılmada, yenilenmektedir. Fakat biz dünyayı öylece durur gördüğümüzden, bu yenilenmeden haberdar değiliz.”

Diğer örneğimiz ise çağdaş âlimlerimizden olan Bediüzzaman Said Nursî’den. Aynı âyetler onun kalbinden ise şöyle yansımaktadır:
Bir bahçeye benzeyen arzını, sanatının sergisi, yaratıklarının toplanma yeri, kudretinin aynası, hikmetinin medarı, rahmetinin çiçekdanlığı, Cennetinin tarlası, mahlukatının geçiş yeri, mevcudatının mecrası, masnuatının ölçeği yapan Allah, bütün noksan sıfatlardan beridir.
Süslü canlılar, nakışlı kuşlar, meyveli ağaçlar, çiçekli bitkiler ilminin mu’cizeleri, sanatının harikaları, cömertliğinin hediyeleri, lütfunun müjdecileridir. Meyvelerin zinetinden, çiçeklerin tebessümü, seher meltemlerinde kuşların ötüşmesi, çiçeklerin yaprakları üzerine yağmurların ahenkle düşmesi, annelerin küçük yavrulara karşı şefkat beslemeleri bir Vedud’un, cin ve insanlara ruhani ve canlılara, meleklere ve cinlere kendisini tanıttırması, bir Rahman’ın merhametini sergilemesi, bir Mennan’ın şefkatini göstermesidir. [15]

Ayrıca yeryüzü, İslâm tarafından bir temizlenme ve Allah’a ibadet yeri olarak kabul edilmiştir. Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Yeryüzü bana (ve Müslümanlara) bir ibadet yeri (mescid) ve temizleyici kılınmıştır.” Bu, su bulunmadığında, toprağın, ibadetten önce bir kimsenin temizlenmesi (teyemmüm) için kullanabileceği anlamına gelir. [16] Hz. Peygamberin bir hadis-i şerifi şunu vurgular:
Allah güzeldir ve güzel olan her şeyi sever.
Cömerttir, cömertliği sever; temizdir, temizliği sever.
Böyle olunca, İslâm’ın “Yeryüzünü korumak için bütün insanlar birbirini uyarmalı”, şeklindeki çevreyle ilgili tavrı şaşırtıcı değildir. Yeryüzü tahrip edilirken insanlar geriye çekilmemelidir. Özellikle de maddi ve manevi temizliğe çok önem vermelidirler.
Dr. İbrahim Özdemir