İçimdeki çelişkiler

Bayram yakındı, tabii bu yakınlıkla beraber eve gitme ya da gitmeme çelişkileri
de yakınlaşıyordu. Onun kalbi ve aklı, gitmeme taraftarıydı. Çünkü böyle
güneşten daha parlak ve cennet gibi güzel ve saadet-i ebediye gibi şirin bir
hakikate, hayatını vakfetme niyetini taşıyordu, biraz şüpheli ve zayıf da olsa. Bu
bayram dershanede kalıp Risâle okumak istiyordu. Artık tecrübe etmişti çünkü,
evde kesinlikle okuyamıyordu. Zaten buradaki talebelerle yapması gereken bir
okuma programı vardı.

Tam bu düşünceler içindeyken, birden telefon çaldı. Arayan babasıydı. ``Ne var
ne yok oğlum bayramda gelecek misin? Bak evdekiler seni çok özledi" İhsan
kararlıydı gitmemeye. ``yok" dedi ``gelemeyeceğim babacığım." İki dakikalık
kısa bir sohbetten sonra telefon kapandı. İhsan'ın iç dünyasında sesler
duyulmaya başlamıştı. ``neden gitmiyorsun bak seni çok özlemişler?" şeytan bu
işte, kandırmaya çalışıyordu. Ama yutar mı İhsan? aldırış etmedi şeytana. Ne de
olsa dershanedeydi. Burada böyle istikâmetli akılları kandıramıyordu şeytan.

İhsan'ı kandıramayan şeytan bu sefer de onun yakınlarını kandırarak ona, dolaylı
yoldan tuzak kurmak istiyordu. Bu onun en sağlıklı tuzaklarından biriydi. Tabii
bunun için ilk olarak annesine yaklaştı.

``Sen biraz hastasın gâliba, aynaya bir bak, oldukça hâlsiz görünüyorsun.
Vücudun da oldukça yorgun, evet evet sen hastasın." Şeytanın bu vesvesesini
hakikat telakki eden Şükriye Hanım, bir gün sonra iyice kendini kötü hissetmeye
başlamış ve yatağa düşmüştü. Şeytan bu sefer ikinci plânı devreye soktu.
``Oğlunu hiç mi özlemedin? Bak bayram da yakın hani. Hem çok hastasın bir
tanecik gözünün bebeği evlâdını yanında görmek istemez misin? Sen onu bu
günler için büyütmedin de ne zaman için büyüttün. Biliyorsun ki bu onun evlatlık
vazifesi" Şükriye Hanım; ince ruhlu ve fıtratı gereği çok şefkatli olduğundan,
oğlu gelemeyeceğini haber verdiği halde, biraz hissî davranarak kalbine gelen
bu fısıltıları hakikat süzgecinden geçirmeden hemen inanıp tasdik etmişti. Tabii
bunun doğal sonucu olarak da hemen telefona sarılıp oğlunu aradı...

Akşam, bütün yorgunluğuyla şehrin üzerini kuşatmıştı. İhsan pencereden bir
günün daha nasıl da zevâle yuvarlandığını seyrediyor, güneşin fani yüzünde
Ebedî ve Bâki bir Zâtın haşmetli tevhid sikkesini okumaya çalışıyordu. Ezan
okunurken çalmıştı telefon. Bir anda irkildi İhsan. Sıkılgan tavırlarla telefonu
açtığında karşısında annesinin titrek ve kısık sesini duyunca merakla beraber
biraz şaşırmıştı. Nedense telaşa kapıldı. Böyleydi işte İhsan. Duygulu, alıngan ve
yürekli. Çok zor karar veren, kendi hâlinde hayat sürmeyi seven bir insandı.
Kendine pek güveni yoktu, ama hizmetine çok sıkı bağlıydı. Her işe kolay
sarılmaz, fakat sarıldı mı da kesinlikle bitirmek için bütün gayretini harcardı.

``Alo yavrucuğum nasılsın, gelmiyor musun buraya, anneni hiç mi özlemedin?
Bak ben çok hastayım, hâlim kötü, hiç değilse benim hatırım için gelseydin."
İhsan arka arkaya gelen bu duygusal baskıdan çok etkilenmiş, mizâcı da bunu
kaldıramadığı için hemen iç dünyasına tereddütler yağmaya başlamıştı. Şeytan
fısıldamaya başladı; ``O senin annen, nasıl kırarsın onu, hem ona bakmak da
hizmet, kadıncağızı yalnız mı bırakacaksın? O seni, zor gününde onu yalnız
bırakasın diye mi büyüttü?" Aklına ve kalbine sürekli şüpheler yağıyordu İhsan'ın.
Halbuki evlerinde ağabeyi, ablası, babası, yani herkes vardı. Ama şeytan, ona
unutturmuştu bir an için evde başkalarının da oluşunu. Sanki eve gitse annesine
o mu bakacaktı? o kadar insan varken. Hem acaba gittiğinde kendisinin veya
oradakilerin kemâlâtına vesile olabilecek miydi veya marifetlerini ziyadeleştirip,
ubudiyetlerinin küllîleşmesine aracı olabilecek miydi? Hem bütün bunlar olsa
bile, hizmetin aslı, özü, keyfiyeti dershanedeydi, onun için her şeyin fevkinde
olan dershane hizmeti bırakılamazdı. Çünkü dershane mânevî oksijen çadırı
gibiydi. Ne zaman ki beşeriyetin zehirli havasını solusa mânevî ciğerleri
hükmündeki lâtifelerini burada hemen tertemiz yapardı.

Kim dinler, kör hissiyat işte, bir defa devreye girdimi akıl makıl dinlemiyor,
hisleri nereye götürürse oraya gidiyordu. Şeytan sürekli ``o da hizmet, o da
hizmet" diyordu. Çok sıkılmıştı İhsan. Bir tarafta yanan ebedî hayatlar için
yapılması gereken büyük fedâkârlıklar, bir tarafta ana hakkı.

Artık haberleşme sistemleri gelişmişti. İsterse arayıp ``geçmiş olsun" diyebilir
ve kibar bir şekilde gelemeyeceğini söyleyebilirdi. Ama dinletemedi nefsine.
Gitmeliyim diyordu. Çünkü kendince orada da hizmet vardı, yakınlarının hemen
hemen hepsi nurlara muhtaçtı, onları bundan mahrum mu bırakacaktı. Büyük
mesuliyetti ``onun için." Ama nedense hâlâ kalbi ve lâtifeleri feryat ediyordu
gitmemesi için. İç dünyasına açılan bu yarayı görmezlikten gelip akıbetinin ne
olacağını düşünmeden ve dershanenin ağabeyinin de kalbini hafiften kırarak yola
çıktı ertesi sabah.

Gözleri dolu doluydu İhsan'ın, dokunsalar ağlayacaktı. Şeytan başarılı olmuştu.
Onu, mânevî bir kale olan dershaneden çıkarmıştı uzun süreliğine. Artık daha
kolaydı İhsan'ı kandırmak, çünkü yalnız ve savunmasızdı. Ayrılmıştı nûrun çelik
gibi kalesinden. İç dünyasıyla büyük bir çelişkiye düşmüştü İhsan. Ve daha eve
gidişin ilk saatlerinde, ezel ve ebedî kuşatan bu kudsî hakikate hizmet edilen yeri
``gereksiz" yere bir süreliğine de olsa terk edişin azabını ruhunda hissederken
şefkat tokadının da nasıl yenildiğini anlamıştı. Ve O, evde hizmet yapabilir miydi
gidince görecekti...

Evren Teke


--------------------------------------------------------------------------------