Rüya Havuzunun Çatlaklarından Sızan Hakikat Damlacıkları
Onunla yarım saat önce parkta tanıştık. İkindi namazını kıldıktan sonra eve gitmek için durağa doğru yürüyordum. O sırada karar değiştirip havanın güneşli oluşundan yararlanarak, parkta biraz kendimi ve kainatı dinlemek için, önünden geçtiğim banklardan birine oturdum. Parkın etrafını saran heybetli çınarlar, büyük çam ağaçları ve dallardaki serçelerle birlikte bu muhteşem tablo çok güzel tamamlanıyordu. Şehrin göbeğindeki bu park, içinde dolaşmaya, kuşları ve gökyüzünü seyretmeye başladığımda, beni bambaşka alemlere götürürdü.
Yine gözlerimi kapatıp sessizliğin sesini dinleyeceğim sırada göz göze gelmiştik onunla. Yirmi metre ilerideki çınar ağacının yanındaki banktaydı. Uzaktan birşeyler söylemeye çalışıyordu ama anlayamıyordum. Sonra hemen yanıma geldi, bir kere etrafımda dolaştı, ve önümde durdu. Başını hafifçe kaldırıp , gözlerimin içine baktığı anda, sanki içimdeki karamsarlık buzları erimeye başladı. O kadar tatlı baktı ki; o bir anlık bakış zihnimdeki tüm dünyevî görüntüleri silmişti. Sanki bakmıyordu da birisinin sözü üzerine kastî olarak baktırılıyordu. Birden havalandı ve dizime kondu. Evet o, küçücük şirin mi şirin bir serçeydi.
Kalbimde ona karşı çok büyük bir muhabbet doğdu. Yakalayıp sevmek istiyordum ama kaçacağından korkuyordum. O, sevgisini belirtmek için, önce kanadını kaldırıp gagasıyla tüylerini itinalı bir şekilde düzeltti. Sonra yükselip havada iki takla attı ve gelip omzuma kondu. Ya Rabbim! bu ne büyük rahatlıktı. Nasıl da kendinden emin bir hali vardı. Sanki güvendiği biri varmış gibiydi. Ben bu şaşkınlık halini yaşarken, birden “neden şaşırdın ?”diye bir ses geldi. Etrafıma baktım, kimseyi bulamayınca iyice merak ettim. Bu sefer; “buraya bak ben konuşuyorum” dedi sesin sahibi. İnanmak istemiyordum ama, serçe konuşuyordu. “çok yorulmuş olmalıyım, hayal görüyorum galiba” dedim. “Hayır Allah isterse elbette konuşurum” diye seslenince serçe, olayın gerçek olduğunu farkettim
“Burası hikmet dünyası ama bazen böyle kudret manzaraları olabiliyor. Yoksa, Rabbinin kudretinden şüphen mi var?” dedi serçe.
Haşa, Rabbim sonsuz kudret sahibidir. İsterse bütün herşeyi konuşturur.
-O zaman neden şaşırdın? Hem rahat hareketlerim ve özgürce uçuşlarım da garibine gitti galiba.
-Evet. Kendinden çok emin bir halin var İnsanlardan korkmuyor musun ?
Hayır, kendimden değil Rabbimden emin bir halim var. Sizlerden korkmam için de bir sebep göremiyorum. Çünkü insanları da idare eden O’dur Sadece çok zalim ve değer bilmez olduğunuz için sizden uzak duruyorum.
-Sen o zaman insanları da sevmiyorsundur.
-Sevmez olurmuyum, tabii ki seviyorum. ama benim sevmem şuurlu bir sevgi değil. Kainatın yaratıcısı insanı çok sevdiği için, sizi, biz kuşlara, hatta bütün canlılara sevdirmiş. Üstelik, hayvanları, bitkileri ve bütün kainatı insana hizmeti olarak görevlendirmiş.
-Bu söylediklerini anladım ama, bize neden zalim ve değer bilmez diyorsun?
-Çünkü insanlar, bizi bazen basit bir et parçası veya başıboş bir varlık olarak görüyorlar.
-Peki siz nesiniz , göreviniz nedir?
-Bizler, kainatın Sanii’nin sanatıyız. Görevimiz, size kendini tanıttırmak isteyeni tanıtmaktır. Dinle, şimdi sana iki gün önce başımdan geçen bir olayı anlatacağım, o zaman beni daha iyi anlayacaksın;
-Geçenlerde arkadaşlarla güvenparkta arkadaşlarla birlikte ötüşürken, ben, banklarda oturan bir anne ile küçük oğlunun önüne kondum. O yavrucak beni gördüğünde , önce gülücükler dağıtmaya, sonra da kalkıp beni kovalamaya başladı. Onun koşuşundaki masumiyet, yakalayıp sevme tutkusu,bana kaçarken öyle büyük bir mutluluk veriyordu ki; kaçmayıp kendimi onun ellerini bırakasım geliyordu. O anda, annesinin umursamaz tavrını görünce moralim bozuldu. Havalanıp ağaca kondum.
-Neden moralin bozuldu? Seni izlemek zorunda değil ki. Belki birşeyle meşgul oluyordu.
-Doğru. Gazetedeki magazin haberlerini okuyordu. Ama, kainat kitabının ebedî saadet mesajlarını hiç okumuyordu.
-Önemli dediğin olay bu muydu sana bir şey dememiş ki!
-Asıl bundan sonra söyledikleri beni çok üzdü;Ben yavrucağın etrafından uzaklaşıp dala konunca o masum yavru saf bir soru sordu; “anne, bu güzel kuşlar ne güzel uçuyorlar değil mi?”cevap geldiğinde şok oldum, bütün yaptıklarımın boşa gittiğini, değerimin beş paraya düştüğünü sandım.
-Hayret doğrusu ! ne dedi de seni bu kadar üzdü?
-Ne dese beğenirsin; “evet evladım çok güzel kuşlar , hem de güzel uçuyorlar,ama bir gayeleri yoktur yerler içerler uyurlar gezerler” dedi.
-Ne var canım bunda abartılacak?
-Ne yok ki! Bana sadece “güzel” dedi. “Güzel yaratılmış” demedi. Mesela, kanatlarımın hassalığını, gözlerimin güzelliğini, Rabbim bana tâ ben yumurtada iken hediye etmiş. Tutmuş bir de bana “ne güzel uçuyor” dedi. Ben sadece kabiliyetim nisbetince uçmayı istiyorum. Eğer duam kabul olursa Rabbimin izniyle rüzgar beni bir anda havaya kaldırıyor. ve istediğim yere gidiyorum.Uçma fiilini bana vermekle beni şuurlu ilim sahibi, kudretli gibi gösteriyor. Halbuki ben, ne kanatlarıma, ne de aklı olmayan ve benim ihtiyacımı bilmeyen rüzgara söz geçirebiliyorum. Üstelik uçuş rotamı bile ben çizmiyor, nasıl hareket edeceğimi bile ben belirlemiyorum. Çünkü daima başımda duran, Rabbimin görevlendirdiği bir melek var. Bana o çobanlık yapıyor. Yaratıcımın direktifleri doğrultusunda nasıl hareket etmem gerektiğini söylüyor. Hatta çobanımın söylediğine göre, içimdeki her bir organ veya hücreleri dahi yaratıcımın emri doğrultusunda kontrol eden melekler varmış. Gördüğün gibi vücudumda olup biten olaylardan bile haberim olmuyor. Anlayacağın, ben ancak Rabbimin izni ile uçuyor, hatta uçuruluyorum.
-Şimdi seni daha iyi anlıyorum serçe.
-Daha bitmedi. Unuttun mu? bir de bana gayesiz başıboş demişti. Ben hergün hiç durmaksızın, bana hayat verdiği, ve beni sürekli rızıklandırdığı için Rabbime hem şükreder hem hamdederim. .O zalim bütün bunları yok saydı. Ötüşümdeki musika-i İlahiyi duymadı. Beni cansız bir zil sesiyle aynı kefeye koydu. Sence bu zulüm değil de nedir?
-Haklısın serçe . şu söylediklerinle aramızda bir mukayese yaptığımda ikimizinde yaratılış olarak bir olduğumuzu anlıyorum. Fakat benim akıl ve şuur noktasında üstünlüğüm var.
-Önemli değil, çünkü sen geçmişte yaşadığın üzücü hatıralarını hatırladıkça büyük bir ızdırap duyarsın. ayrıca gelecekte neler olacağını bilmemenin verdiği karmaşık sıkıntılar içine düşersin. Ben ise rahatım, ne gelecekten endişem ne de geçmişten sıkıntım olmadığı için bulunduğum an’ı neşe içinde geçiriyorum. Bir de şunu ekleyeyim; İnsan dünyadaki herşeye muhtaç, ama dünyadaki hiçbir şey insana muhtaç değil. Mesela, şuursuzluğuma, akılsızlığıma rağmen, rızkımı, elbisemi, ihtiyaçlarımı, hep yaratıcım karşılıyor. ve beni her türlü tehlikelerden koruyor.
-Bak, bir serçe olduğum halde bu kadar rahatım, aslında sen benden daha rahat ve huzurlu olmalısın.Çünkü Rabbim insanı kainata halife kılmış, ama siz kıymetinizi bilmiyorsunuz.
-Peki serçe tekrar o halifelik makamına gelip, kainatın güzel bir takvimi olmak için ne yapmamız gerek?
-Bunu iki cümle ile özetleyebilirim;yaratılmışlara minnet etmeyi bırakıp hakiki nimet verenin kim olduğunu öğrenmelisin. Kainatta meydana gelen hadiselerde, mesela kelebeğin nazlı uçuşunda, gökteki ayın alçak gönüllü parlayışındaki ilahî sanatı görüp, o güzelliklerde Rabbi’nin isimlerini okuyan aziz bir kul olmalısın.
Evet. Küçük serçe sözlerini tamamladı. Son olarak gözlerime bakıp gülümsedikten sonra, kanatlarını açıp göğe doğru yükselmeye başladı. ve semanın derinliklerinde kaybolup gitti. Ben de olayın şokunu henüz üzerimden atamamıştım ki, çalarsaatin sesiyle kendimi yatağımda buldum. Fesubhanallah! nasıl bir rüyaydı bu. O kadar etkilenmişim ki , gözümü açtığımda ağlıyordum. Sabah ezanı okunmaya başlamıştı. Gökyüzüne bakmak için , kalkıp cama doğru ilerlediğimde onu gördüm. . Evet o serçeydi. Camı açıp konuşmaya niyetlendiğim sırada, rüyadan uyandığımı hatırladım. Gülümseyerek geri dönerken gözlerimden dökülen birkaç damla yaşla beraber dudaklarımdan da kelimeler döküldü;
“BURASI KUDRET DEĞİL HİKMET DÜNYASI”
Evren Teke
--------------------------------------------------------------------------------