_____ Cemil Pınar______
Marifetullah
Bilirsiniz, meşhur laz fıkrasıdır. Mahkeme huzurunda kendisinden alacaklı olduğunu söylemiş lazı tanımadığını söyleyen adam. Tabiî lazın tepesi atmış. “Sen beni tanımaysun haa... Ben seni hiç tanımayrum” demiş. İnsandaki “tanınmak- bilinmek” arzusu o kadar önemlidir ki, “tanınmamak” karşısındaki intikam arzusu, alacağı paradan bile vazgeçirir.
Yıllar önceydi. Ünlü bir yazarla karşılaştım. Kim olduğunu bilmiyordum. İsmini sordum. “Sen beni tanımıyor musun?” dedi hayretle. Kendisini tanıyan yanındaki gence döndü: “Bak bu arkadaş beni tanımıyor” dedi. İsmini ve kitaplarını biliyordum. Ama kendisini hiç görmemiştim. İsmi alnında da yazmadığına göre, nereden bilebilirdim? Ama o kendisini, “tanımam gerektiğine” inandırmıştı. İsmini “lütfetmedi.” Yanındaki genç tanıttı.
“Tanınmak” öyle bir istektir ki, insanlar “Tanıştıklarımız niçin ismimle hitap etmiyor?” diye alınırlar. Bazen çay kahve veya yemek ikram ettiği bir kimsenin kendisini tanımamasına çok üzülürler. “Adam yüzüme bile bakmadı” diye düşünürler.İnsanlardaki bu tür duygular, “Allah’ı tanımak” için verilmiştir. İnsan, kendi yaptığı san’at eserini görmek ve göstermek istediği gibi Allah da san’at eserini görmek ve göstermek ister. İnsan, başkalarınca “tanınmak” istediği gibi, Allah da, tanınıp bilinmek ister. “Ben gizli bir hazine idim. Tanınmak için malûkatı yarattım” meâlindeki hadîs-i kudsî de bunu ifâde eder. Ancak Rabbimizin “tanınmayı ve bilinmeyi” irâde etmesi, insanlardaki duygularla kıyaslanmayacak derecede yüce, mukaddes ve münezzehtir. İnsanlar duygularıyla, Allah’ın şuunâtını bir derece tanımak imkânını bulurlar.
Rabbimizi tanımaya, “mârifetullah” diyoruz. Mârifetullah, “Allah’ı, bütün isim ve sıfatlarıyla, bunların tecellileriyle tanımak, bilmek”tir.
Allah’ı ne kadar tanımalıyız?
Ona bir sınır ve son yoktur. Mârifetullah, kişinin ilmi, kabiliyeti, gayreti derecesinde her zaman ziyadeleşir.
Peki nasıl tanımalıyız?
Elbette Rabbimizin Kendisini tanıttığı şekilde. Böyle bir mârifet dersini en güzel veren Kur’ân’dır. Daha sonra Onun Resûl-ü Ekremi olan yüce Peygamberimizdir (a.s.m.). Rabbimizi tanıtan üçüncü muarrif ise, kâinatın bizzat kendisidir. Çünkü, bütün varlıklar, bir kitap gibi, Allah’ın isim ve sıfatlarına âyinedir. Kâinat kitabını ne kadar okursak, o derece mârifetullahta terakkî ederiz. Risâleler, kâinat kitabını okumanın usul ve programını gösterir.Zamanımızı mârifetullahtaki seviyemizi arttırmak yolunda geçirmeliyiz. Ve bir insan bir bardak çay ikram edip “tanınmayı” beklerse, bütün kâinatı nimet ve ihsanın milyarlarca çeşidiyle dolduran Zât-ı Zülcelâlin tanınmaya ne derece elyak olduğunu düşünmeliyiz.
Yeni Asya, 19 Ocak 1998
--------------------------------------------------------------------------------