Saygı Anlayışı
Burada unutmadan şunu da ilave edeyim ki, ben hayatımda bir defaya mahsus dahi babama doğru yani onun doğduğu ve şu anda medfun bulunduğu Korucuk'a doğru ayağımı uzatıp yatmadım. Benim ebeveyne karşı saygı anlayışım budur.
O daracık yerde altı ay kadar kaldık. İçimizde en büyük Muhyiddin adındaki arkadaştı. Bunlar caminin müezziniyle anlaşmışlar, o gitmeye karar vermiş, müezzin de bu odayı kendi evine katmaya. Tabii ki bize de ordan ayrılmak düştü.
Taş mescide gittim. Oranın imamı da Cemal Efendi. Bu zat aynı zamanda Seyfeddin Efendi'nin ikinci bacanağı. Benim medreseye girip çıktığımı görünce, orada kalanlara "Bu Ramiz'in oğlu buraya niçin girip çıkıyor, sakın onu medreseye almayın" demiş.
Oradan da ayrılmak zorundaydım. Çaresizlik içinde kendime bir yer aramaya başladım. Erzurum'da bekara ev vermeleri mümkün değildi. Herkes bunu ar ve namus meselesi olarak görürdü. Bir ayakkabı tamircisi vardı. Onun askere gideceğini duymuştum. Küçük bir barakası vardı. Ayakkabı tamiri yapıyordu. Ancak oturarak durulabilecek bir yerdi. Bu kadarcık dahi olsa bir yerim olsun diye orayı kiralamak istedim. Aylığı beş liradan anlaştık.
Sevinerek medreseye gittim. Sandığımı alıp döndüm. Fakat adam fikir değiştirdiğini, kiraya veremeyeceğini söyledi. Elimde sandık, yolun ortasında donup kaldım. Gidecek yerim de yoktu.
Camideki Odacık
Murat Paşa Camiinin yanında Ahmediye Camii vardı. Cami yıkılmak üzere. İçeride biraz hızlı bağırsanız, kubbeden taşlar dökülüyor. Mihrap kısmı biraz fazlaca girintili. Birisi orayı kontraplakla bölmüş ve kendine yer yapmış; sonra da orayı öylece bırakıp gitmiş. Burayı görünce sevincimden uçacak hale geldim. Hemen Zinnur adında o esnada hafızlık yapan benden bir iki yaş küçük arkadaşımı çağırdım. Amcamdan gördüğüm nazari duvar örme bilgimle oraya bir duvar ördüm. Tek yardımcım Zinnur'du. Altı metre yüksekliğinde ördüğümüz bu duvarı kalın tellerle ayrıca tavana da rabtettik. Bir de kapı uydurduk. Sobayı da bulup yakınca dünyalar bizim oldu. Artık kimsenin karışamayacağı, kendi el emeğimizle yaptığımız başımızı sokacak bir yerimiz vardı. Herkes, burası yıkılır diye bizi ikaz ediyordu; ancak biz aldırış etmedik. Bütün talebelik müddetimin geri kalanını burada geçirdim. Hatta bizden sonra senelerce orada kalan talebeler oldu.. Sonradan antik eser diye bizim yaptığımız duvarı yıkmışlar; fakat yeri belli oluyor.
Osman Hoca
Sadi Efendinin yanından aynlınca Osman Bektaş Hocanın yanına gittim. Osman Hoca fıkıhta hakikaten üstaddı. Zaten müftülüğe bir müstefti (fetva sormak isteyen) gelirse, o sırada müftü olan Sadık Efendi kapıcıyı gönderir ve Osman Hoca'yı müftülüğe çağırırdı. Meşguliyeti fazla olan bir insandı. İmkanları da iyiydi.
Osman Hoca beni izhardan başlattı. Bir iki ders okuduktan sonra "Molla Fethullah! Seni bu derslerle meşgul etmeyelim. Sen de Cami oku" dedi. O sırada bizimle beraber derse devam edenlerden hatırımda kalan isimler: Mehmed Kırkıncı, Cemaleddin Kaplan, Cevdet Bilican.. Cevdet, İvrindi müftüsüydü. Bir trafik kazasında vefat etti. Çok sevdiğim bir insandı..
Mehmed Kırkıncı Hoca, bizden evvel de başka yerlerde okumuştu; ancak Osman Hoca'dan aynı dersi takip ederdik.. Cemaleddin Hoca da yaşça benden büyüktü. Ciddi şekilde bizi Osman Hoca okuttu diyebilirim. Bütünüyle iki sene kadar okudum. Fakat çok istifadeli oldu. Bu arada Camiyi ve Telhis'i metin olarak ezberledik. Kendimizden sonra gelenlere ders mütalaa ettirmemiz çok faydalı oluyordu. Bitirdiğimiz kitabı okutacak haldeydik. Fıkıh ve Usul-ü Fıkıhı da yine aynı hocadan okuduk. Daha sonra da zaten Edirne' ye gittim..