Aile

- İki ailenin tanışması nasıl olmuş?

O sülalede bir Ziya Efendi vardı -Babamın amcazadesi sayılır- Annemin teyze çocuklarından Ayşe teyzemizi -ki ilk defa Korucuk'a o gelmiş, Şükrüpaşazadalerden- almışlar. Ayşe Teyzem annemi onlara tavsiye edince erkek tarafı Sığırlıya gidip anneme talip olmuşlar.

- Evlenme görmeden mi oluyor?

Görmeden salıklamışlar. Büyükler de gitmiş, istemişler. Zaten bizde adet böyledir.

Bu teyzem annemin büyüğüydü. Dayım da hepsinin büyüğüydü. Alvar İmamı'na çok bağlı, çok âbid, hiç dilinden tesbih düşmezdi. Ailesi üzerinde çok otoriterdi. Çocukları öleceği ana kadar bile kendinden korkarlardı. Öyle hamarat bir kadındı. Ölmeden 3 gün evvel bile harmana gidip çalışmıştır.

Dedem de, dayım da Ehl-i Kur'an'dır. Bana hacca gitmemden sonra hep "Hacı Efendi" derdi. Öyle saygı duyardı. Babamdan bir sene sonra kanserden öldü. Oldukça zeki bir insandı. Çok güzel Kur'an okurdu. Ben önüne geçmeye utanırdım. Eskiden oraya bir Hasan Efendi diye tabur imamı gelmişti. Taburda imamlık yapan binbaşı mı oluyor, yarbay mı oluyor bilemiyeceğim. O zat orada kaldığı sürece kıraat okutmuş. Benim sonraları Hasankale'de kıraat okuduğum Hacı Sıtkı Efendi de bu Hasan Efendi'den kıraat okumuş. Kanser olduğu zaman dayım bana "Hacı Efendi, bir şeye çok üzgünüm. Cenab-ı Hakk bana bu Kur'an'ı verdi. Ben, dünya işleriyle uğraştım, onu kimseye öğretmedim" dedi. Öğretebilecek kadar ağzı düzgün idi. Kur'an'a çok vakıftı. Şakır şakır okurdu Kur'an'ı. Veli hassasiyeti yoktu ama; namazında, niyazında dini hassasiyeti olan biriydi.

Hastahaneden getirdiler. Yemek borusu bir tümörle kapanmıştı. Yüzüne baktım. Bakınca da çok zeki olduğu için endişelerimden yakaladı beni. (Hatta o sırada yanımda bulunan Zafer Bey, "Hocam, bunun da bakışları tıpkı rahmetli pederiniz gibi" demişti.) "-Ne var Hacı Efendi?" dedi. Ben de : "Dayı, yemek borusunda bir ur var" dekim. Bir kahkaha bastı. "-Allah allah! Desene sonunda ben acımdan öleceğim, birşey yiyemeyeceğim." dedi. Ben birinden duymuştum. Çekirdekli zeytin yutturulursa Zeytinin ifraz ettiği asit bu türlü tümörleri evvela parçalıyor, sonra da tedavi ediyor, diye. Dayıma 5-6 tane zeytin yutturdum. Fakat yemek borusundan aşağıya gitmemiş, yığılmış kalmış orada. O süre zarfında bir iki kaşık çorba içirmişler. Tümör hergün biraz daha büyüyordu. Dayım kanser olduğunu sezince gidiyor, her kapıyı çalıyor. Açıyorlar ki Abdurrezzak Efendi kapının önünde: "Ben gidiciyim, hakkınızı bana helal edin." diyor. Bu vaziyette bütün komşuları geziyor. Ve geliyor yatağa düşüyor ve kalkamıyor.

Alvar İmamı'nın oğluna çok bağlıydılar. Başında Seyfeddin Efendi duruyor.

- Fizyonomi olarak siz dayınıza mı benzerdiniz?

Dayıma benzerim. Özellikle gözlerim dayıma benzer. Dedem de dayıma biraz benzerdi. Fakat dedemin burnu biraz daha mukavvesti. Teyzem de öyleydi.

- Her iki ailenin de seyyid olduğu söyleniyor. Siz ne dersiniz?

Olabilir, öyle diyorlar. Ancak bu mezvu bizim aile içinde ne annem ne de babam tarafından konuşulmazdı. Ben annemden iki defa böyle bir merbutiyetten bahis duydum. Her ikisi de şeçerenin kaybolduğundan bahsederken oldu. Babam daha da dikkatliydi. Ahmed dedem de bu mevzuda birşey anlatmazdı. Zaten çok az konuşurdu. Ben daha çok bu tür konuşmalara yakın akrabalarımızda muttali oldum. Ancak, şu anda şecere var mıdır, yok mudur onu da bilmiyorum. Onun için kesin bir şey söylemem mümkün değil...