Göç

- Öğrendiğimize göre ailenizde bir-iki defa daha göç olmuş. Bu hususta bir malumat verebilir misiniz?

93 Harbinde Dedem Molla Ahmed ve ailesi Korucuk'u terkederek Sivas dolaylarına gelip yerleşirler. Tekrar döndüklerinde köyde taş üstünde taş kalmadığını görürler. Zaten bu arada hep hazırdan götürdüklerini yiyip bitirmişlerdir.

Şâmil Dedem o sıralarda küçük bir çocuk veya gençlik basamaklarına tırmanmaya hazırlanan bir delikanlıdır. Bu göç aileyi maddî yönden iyice sarsmıştır.

Korucuk'a döndükten 8-9 sene kadar sonra, yani 1890 yılı civarında, Molla Ahmed vefat eder.

Sıfırdan başlayıp yeniden mal-mülk edinirler. İmkanları tekrar genişler. Ancak bu sefer de Birinci Cihan Harbi gelir çatar. Erzurum tekrar bir hicrete sahne olur. Korucuk'ta ya hiç kimse kalmaz ya da çok az aile kalır. Şâmil Ağa, yüklediği beş altı kağnı arabası eşyası ve yiyeceğiyle bütün aile fertlerini de alır, Yozgat'a bağlı Yerköyü'nün köylerinden birine yerleşir. Bir-kaç sene orada kalırlar. Cihan Harbinin sarsıntısı geçince tekrar Korucuk'a dönmeye karar verirler. Ancak getirdikleri herşeyi bu zaman zarfında bitirip tüketmişlerdir. Dönerken sadece iki merkepleri vardır. Çocuklardan yürüyemeyec kadar küçük olanı, Babaannem kucağına alıp merkebe biner. Diğer aile fertleri başta Şâmil Ağa olmak üzere o kadar yolu hep yaya yürürler.

Köy harabeye dönmüştür. Evler yıkılmış, ahırlar yerle bir olmuş ve ortada gezinen bir-kaç cılız koyun ve keçiden başka davar namına da birşey kalmamıştır. Köyü yeniden kurup inşa etmeleri gerekmektedir. Aç-susuz günler geçirirler. Yokluk ve sefaletle mücadele ederler. Ancak Şâmil Dedem azminden birşey kaybetmez. Bir zamanlar kapısında ırgatların çalıştğı bu hâne fertleri kendi işlerinde birer ırgat gibi çalışırlar. Zaten hiçbiri çalışmaya yabancı değildir..

Şâmil Dedemin biri kız olmak üzere yedi çocuğu olur. Kızın ismi Dürdâne'dir. Erkek evlatlarına ise şu isimleri verir: Râmiz, Râsim, Nureddîn, Enver, Sefer ve Seyfullah..

Bu yedi kardeşin birbirlerine bağlılıkları, aralarındaki hürmet ve saygı, akrabalık bağlarını korumadaki hassasiyetleri hakikaten dillere destan olacak çaptadır.

Ahmed dedem de zâhiddi, âbiddi. Sünnet neyse onu harfiyyen yaşayan bir insandı. Dedem Osmanlı sarığı sarardı. Bembeyaz sarığıyla Molla gibiydi. Şehirde de, köyde de sarığını çıkarmazdı. Şehirle sıkı alakaları olduğu halde -ki anası özbeöz Kurt İsmail Paşa'nın kızıdır- fazlaca şehire gitmezdi. Sebebi de günaha girmekten korkmasıydı. Annemden eski yıllarda 3 günde veya 7 günde bir Kur'an-ı Kerim'i hatmettiğini duymuştum. Bütün hayatı böyleydi.

Bu dedemi iyi tanıma imkanım oldu. Çocukluğumda uzun bir müddet dayımların yanında kaldım. Hatice ninem, annemin annesidir. Her halde verem olduğundan dolayı erken ölmüş. Edirne müdafii Şükrü Paşa sülalesinden gelme. O da Sığırlılıdır. Onunla alakalı annemden dinlediğim enterasan bir hadise var. Hadise şu:

Birgün Hatice ninem bayılır. Bizim oralarda buna kan tutması denir. Koma gibi bir hal. Bir müddet sonr ayılır ve kendisine gelir. Daha sonra da anneme şunu anlatır: Ben o halde iken iki adam geldi. Bunun dilinin derisini yüzmemiz lazım dediler ve dediklerini yapmaya başladılar. Dilimin derisini yüzdüler.

Annem bu hadiseyi anlatır ve sözüne şöyle devam ederdi: "O güne kadar annemin sağa-sola uygunsuz sözler söylediği olurdu. Mesela: Allah canını alsın.. Allah cezanı versin..gibi laflar ederdi. Bu hâdiseden sonra bir daha ağzından böyle sözler çıkmadı."

Daha sonra da veremden ölmüş. O zamanlar çaresi bulunamadığı için verem tutunca götürüyor.