Ahlat
- Bilebildiğimiz kadarıyla ecdadınız Erzurum'a Ahlat'tan geldiler. Ahlat tarihi bir belde. Asırlarca Anadolu'ya geçiş yapan Türk'lere konaklık yapmış. Bir yönüyle Selçuklu'yu ve Osmanlı'yı ilk defa o misafir etmiş. Bu tarihi misyonu itibariyle Ahlat'ı değerlendirir misiniz?
"Bitlis yöresinin seçilmesi kaderin garip bir cilvesidir. Geylânilerin ve diğer tarikat kollarının burada zuhuru, ancak Selçukluların Anadolu'ya gelip yerleşmesinden sonra olmuştur. Kar-kış kalkmış, köhne Bizans hâkimiyeti bertaraf edilmiş, diğer taraftan da Emevî ve Abbasî zulmünden emin olunmuş ve bu seyyidler soyu, belli tarikatların içinde ve başında kar çicekleri gibi açmaya başlamışlardır.
İşte Bitlis'e bakarken böyle bakmak lazım. Bir Bediüzzaman'ın, günümüzde dahi ulaşılması zor yerlerden zuhuru, yani o şecerenin, menbaından kalkıp oralara yerleşmesi katiyyen tesadüfî değildir. Hizan ve Nurs yaz aylarında bile zor varılan yerlerdir ki, bu nesil kaçabildiğince kaçmış ve saklanabildiğince saklanmış ve orada bir potansiyel meydana getirmiştir.
Meseleyi bir başka açıdan düşünecek olursanız: İslâm'a yeni açılan bir millet, Hicrî 5 ve 6. asırda kitleler halinde İslâm'a girmiştir. Bunlar, âdâb, ahlâk ve kültür adına ve İslâmî akide hesabına takviyeye ihtiyacı olan insanlardır. Selçuklular, Saltuklar, Karamanlar ve Anadolu'ya yerleşen bütün Oğuz boyları, dediğimiz hususlarda desteklenmelidir ki, İslâm adına yapacakları fetihler istenilen keyfiyeti daima koruyabilsin.
Sâdât ve onların sempatizanları, dine cibilli olarak bağlıdırlar. Adeta bu yöre "Mülteka'l Bahreyn" olmuş. Yani, esas devletteki gücü temsil eden Türk boyları ile İslâmî ruhu bütün hakikatıyla temsil eden mânâ ve hakikat erleri sâdât birleşerek bir derya meydana getirmişler. Ve fizikî olarak bu deryayı Van Gölü temsil etmektedir.
Bu iki deryanın birleşmesi Türk tarih yazarlarınca da çok önemli görülmektedir. Mesela, Fuad Köprülü, Ortadoğuda, Uzakdoğuda yeni Türk tekevvünlerini anlatırken bunların arkasında hep böyle mânâ erlerinin bulunduğundan bahseder.
Anadolu'da, Türk boyunun edâ edeceği nice fonksyonlar vardır. Denilebilir ki, Türk boyları için tarihindeki geçmiş dirilişlerinin yanında İslâm'la yeniden dirilişe erme, İslâm'ın en yakını sayılan Ehl-i Beyt'le olmuştur. Buna bir manada telkih de denebilir. Sanki Bitlis ve özellikle Ahlat, o aşılmaz dağ ve vadilerini, Ehl-i Beyt düşmanlarına karşı bir silah gibi kullanmış; ve zulümden kaçan veya İslâm'la bütünleşen bütün mânâ erlerine de bağrını, sinesini alabildiğine açmış ve onları koruma altına almıştır. Bitlis ve yöresi, mânâ adına öyle münbit bir toprağa sahiptir ki, Anadolu'yu ışık hüzmeleriyle yönlerdirecek bütün seçkin insanlar burada yetişmiş, boy atmış ve dal-budak salmıştır.
Saltuklar, Ahlat'ta uzun müddet kaldıktan sonra Hasankale'ye gelir yerleşirler. Bu da enteresandır. Bu yönüyle Bitlis, Ahlat ikinci firar yeri denebilir. Burası İslâm'ın hameleleri için bir sığınaktır ve bu sığınak kendinden beklenen fonksyonu hakkıyla edâ etmiştir.
Bitlis'i derinlemesine tetkik edip incelediğiniz zaman ne kadar antik eseri bağrında sakladığını görürsünüz. O dağların arasında sıkışmış bu küçücük şehir, ihtiva ettiği eserler itibariyle batıda payitahtlık yapmış nice büyük şehirlere denktir.
Değişik dönemlerde İslâm Kültür ve Medeniyetine beşiklik yapması itibariyle de bu yörenin kendine göre bir ağırlığı vardır. Ve Ahlat, istihale görmüş, yani İslâm'laşmış hâliyle, Cenâb-ı Hakk'ın O'nun mâhiyetine koyduğu bir kısım esaslı nüvelere teşne bulunmaktadır.
Ahlat için söylenebilecek diğer önemli nokta da şudur:
Nasıl doğuda Malazgirt bir başlangıç ve mukaddimedir. Selçuklular, Malazgirt'i fethettikten sonradır ki, ayaklarını yere basarlar ve senelerce yine bir Türk yurdu olan Anadolu'yu istismar eden köhne Bizansla hesaplaşırlar. Öyle de Güneydoğu'dan gelen Türk boyları için de Ahlat aynı durumdadır. Ahlat, şarktan Anadolu'ya açılan bir kapıdır ve şarktan çok Anadolu'dan sayılmalıdır.. Tabiiki bütün bu söylediklerimiz, coğrafi konum itibariyledir. Yoksa şarkıyla garbıyla vatan bizim için bölünmez bir bütündür.."