Vazifemizde istişâre esas olup, münferit hareketin yeri yoktur.


Hata yapmama veya onu asgariye indirmenin en önemli vesilelerinden biri de , istişâre ve başkalarının düşüncesine değer atfetmektir. “Ben bana yeterim; insanlar çevremde toplanabilirler” şeklindeki düşünceler, hem kendimize, hem de çevremize zarar veren düşüncelerdir. Ayrıca, bizim yıllarca en güzel sözlerle anlatmağa çalışdığımız şeyleri, bakarsınız ehil olan bir arkadaşımız bir sözle anlatıverir.

Bundan başka, irşad erleri kimseden bir şey beklememeli; hizmette önde, ücrette sonda olmalı, ev-bark düşünmeden “bana bir kefen yeter” demeli; son derece kanaatkâr, son derece cömert olmalı ve hele kat’iyyen makam, mansıb peşinde koşmamalıdırlar. Ücret istememe, (Şuarâ, 26/109) hattâ talepsiz gelenden dahi kaçma, insanlardan gelecek iyiliklere karşı müstağnî olma ve minnet altına girmeme, Peygamber mesleğinin gereklerindendir. Nasılsak öyle kalmak, dünyânın değiştiriciliğine karşı koymak, maddî kayıtlardan âzâde ve sonuna kadar hasbî kalabilmek de aynı derecede mühimdir. Ehl-i dünyânın “cerci, çıkarcı” ithamlarını fiilen tekzip etme yolunda icabında kût u lâ yemût ile yetinip, evsiz barksız yaşamak, gariplerden bir garip olarak buradan çekip gitmek, -ülke hizmetine ehil bir tâlibin bulunmadığı yerde Hz. Yusuf gibi tâlip olmanın dışında- beş-on insana hak ve hakikatı anlatmayı dünyevî-uhrevî bütün mansıp ve pâyelere tercih etmek, eğer varlık sahibiysek, bunu da civanmertce ve tıpkı Nebîler Sultanı ve onun has yârânları Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman, Hz. Hatice gibi, kalb ve kafası doyurulmamış nesli ihyâ yolunda harcayıp, yapılan her şeyi unutmak da, bu vazifenin asli gereklerindendir.