Halidiliği anlatmaya kalkışmak; yaşlı dünyamızın en uzun ve en çetin son iki asrını anlatmaktır. Miladi 19. ve 20. asırlar; insanoğlunun belki de en zor devreleri. Bu en zor devrenin; en önemli odaklarından birisi de hiç kuşkusuz Halidilik’tir.
Televizyonlarda görmüşsünüzdür; sosyologlarımız, araştırmacılarımız Türkiye’deki cemaat/tarikat yapılanmalarını değerlendirirken, çoğunlukla Nakşileri toplumun “varoşlarına”(!) hitap eden bir hareket olarak gösterirler. Halbuki işin aslı bundan çok daha farklıdır.
İşin detaylarına girildiğinde, Halidiliğin tesir etmediği, İslami manada hitap etmediği, muhatap almadığı herhangi bir toplumsal katman yoktur, dense yeridir. Çünkü onlar her eve ve çadıra İslam’ı sokmanın derdindedirler.
Halidilik; gerek yayıldığı coğrafi alan, gerek etki alanı açısından müslüman toplumlar içerisindeki en büyük dini, fikri, kültürel, iktisadi ve sosyal harekettir. Kafkas Dağlarından Yunanistan’daki Yanya şehrine; Mekke-i Mükerreme’den Komor Adalarına kadar çok geniş bir saha da nüfuz bulan Nakşi-Halidi yolunun izleri; ümmetin soluk aldığı her yerde mevcuttur.
Bu kadar geniş bir coğrafyada; fıkıhtan hadise kadar tüm İslami ilimlerde, büyük ve derin izler bırakan Halidi ekolunu biraz da olsa anlamak için gelin Halidi Tekkelerine bakalım. Rastladıklarımızı değerlendirmeye tabi tutalım.
Her Halidi Tekkesi; aynı zamanda bir medresedir. Büyük Selçuklu Veziri Nizamü’l Mülk’ün temelini attığı medrese sistemi; Hoca (Seyda) yetiştirmeyi hedefleyen ve bu hedefe uygun yetişen hocalar ile ümmet-i Muhammed’in kalplerine itikadi virüslerin; ibadetlerine de ameli bidatlerin girmesine engel olmaktır.
Alemlerin Efendisine (sav) dayanan silsileleri ile Halidi Meşayihleri; bu medreselerde oniki temel ilmi tahsil ederek, hocasının onayı olan ilmi icazetle yani, diploma ile olgunluğunu ispat etmemiş kişilere, tasavvuf icazeti (irşad izni) vermemeyi temel prensip olarak benimsemişlerdir.
Böylelikle hem Tarikat-i Aliyye vasıtasıyla toplumun itikadi sapmalarına engel olunmuş; hem ibadet hayatına karışmış bidatler temizlenmiş; hem de irfani mektep olarak ahlak tezhibi ve kalbin safileşmesi sağlanmıştır. Mevlana Halid-i Bağdadi (ks)’dan beri binlerce ‘ümmi’ (yeteri kadar zahiri ilmi olmayan) veli yetiştiren Halidilik; ümmi şeyh çıkarmamıştır. İrşad müsadesi verilen şeyhlerin yanında da muhakkak kuvvetli hocalar bulundurulmuştur.
Bu noktadan hareketle bir misal verecek olursak; Mevlana Halidi Bağdadi (ks) Hazretlerinin halifelerinden ve cenaze namazını kıldıran, ‘Reddü’l Muhtar’ın yazarı İbn-i Âbidin (ks)’yu ve ‘Ramuzu'l-Ehâdis’ ve ‘Levâmiul-Ukûl’ kitaplarının müellifi Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi Hazretlerini zikretmek mümkündür.
Gülistan Dergisi