Fen ve tekniğe ait meselelerle İslâm’ı anlatmak
Günümüzde, bir takım İslâmî gerçekleri anlatmak ve Kur’an’ın Allah Kelâmı olduğunu ispat etmek için fen ve tekniğe ait bazı meselelere başvurmak, bilhassa bazı çevrelerde yaygın olan hususlardan biridir. Bu tavrı tenkit edenler, hattâ temelden reddedenler olduğu gibi, ifrata giderek, ilimlerin gelecekte daha neler ortaya koyacaklarını hesaba katmadan, Kur’ân’da ve bazı hadislerde, manâsı hemen ilk anda kavranamayan ve pek çok yoruma açık ifadelerle, ilmin bir takım keşiflerini, hattâ teorilerini veya ortaya çıkan bazı durumları hemen bağdaştırıverenler de vardır. Meselâ, AIDS mikrobuna, Kur’an’da Kıyamet’e yakın çıkacağı bildirilen (Neml/27: 82) dâbbetü’l-arz (yer hayvanı) olarak bakmak, hakkında Kehf Suresi’nde (18: 84-98) bilgi verilen Zülkarneyn’i galaksiler arası seyahat yapmış biri olarak takdim etmek, bu tavra iki örnektir.
Fethullah Gülen, ilmin inkâra vesile yapıldığını, oysa onun imana vesile olması gerektiğini ifade ile, bir takım İslâmî veya Kur’ânî gerçekleri anlatma ve ispatlamada ilme başvurmada beis görmez. Hattâ, başvurulması gerektiği üzerinde durur. Çünkü, günümüz ilim çağı olduğu gibi, ilim, gelecekte daha da söz sahibi ve hakim bir konuma geçecektir. Bu bakımdan, günümüzde ve gelecekte İslâm anlatılırken, o ve bütün şubeleriyle ilmin konusunu teşkil eden kâinat gerçekleri, aynı hakikatın farklı malzemelerle ifadesi olduğu için, belki İslâmî gerçekleri ilmin diliyle anlatmak daha yerinde olacaktır. Ayrıca, İslâm’da ilme zıt hiçbir şey olamaz. Eğer bir zıtlık iddia ediliyorsa, bu, ya ilmin henüz o konuda son sözü söylememiş ve gerçeği yakalayamamış olmasından dolayıdır veya İslâm’ın o konudaki hükmü tam kavranamamıştır.
Gülen, bu konuda bir noktaya dikkat çeker ve şu uyarıda bulunur: “Herkes ilim ve teknikten bahsediyor diye, herhangi bir komplekse kapılıp, bu duygunun sevkiyle İslâmî mevzûları anlatma gayretine girmek katiyyen doğru değildir. Hele, kendi meselelerimizden şüphe ediyormuşuz gibi bir tehalükle bu mevzûlardan bahsedip meselelerimize itibar ve güç kazandırmayı hedeflemek, kabul ettiğimiz hakikatlara karşı saygısızlığın ifadesi olur. Hele hele, ilim ve tekniğin her söylediğini esas kabul edip, kendi meselelerimizi onlara tasdik ettirmek, hiçbir şekilde kabûl edilemez.” (Asrın Getirdiği Tereddütler 3, 130))
Gülen, bunun dışında, Kur’an ve iman hakikatları adına ilmin sağladığı delillerin, sadece zihinlerde doğabilecek bazı şüphe tozlarını silmede işe yarayacak birer süpürge gibi olduğunu, oysa imanın ve iman hakikatlarının asıl yerinin kalp olması hasebiyle, meselenin daha çok marifet ve müşahede boyutu bulunduğuna da dikkat çeker:
İman hakikatlarını vicdanımıza yerleştiren, Rabbimizin hidayet elidir. Cenab-ı Hakk’ın eliyle gerçekleşen ve gerçekleşecek olan bir neticeyi ilimlerden beklemek kalbî hayatımız adına öyle öldürücü bir darbedir ki, böyle bir darbeye maruz kalan zor iflâh olur. Çünkü o, bütün bir hayat boyu, kâinattan deliller toplayacak ve bu delilleri Allah namına konuşturmaya çalışacak ve bu arada farkında bi1e olmadan, kendisi de hep bir naturalist ve hep bir tabiatperest olarak kalacaktır. Sulara bakacak, bahara bakacak, fakat vicdanında zerre kadar bir yeşillik ve bir filiz verme emaresi bulunmayacaktır. Ömrü boyunca belki bir defa dahi, delillerin ötesinde ve tamamen vicdanında Cenab-ı Hakk’ın mevcudiyetini hissedemiyecek; zahiren tabiatperestlikten kurtulacak ama, hayatının sonuna kadar bir naturalist olarak ömür sürecektir. Onun içindir ki, ilimlere tebeî (ikinci dereceden) bir nazarla bakmalıdır.
Ve insan, bütün ilimlere ait delillere şöyle bakmalıdır: Siz sadece birer süpürgesiniz. Yer yer şeytan içime vesvese attığında sizi kullanacak, tozu-toprağı temizleyeceğim. Yoksa benim içimdeki hakikatlar o kadar köklü, o kadar derin ve o kadar pırıl pırıldır ki, değil sizin gibi karanlıkta türkü söyleyenler, bu meseleyi ışık cümbüşü içinde destanlaştıranlar dahi bir yere gelince, benim vicdanımdaki aydınlığa zerre kadar yeni bir ışık ilâve edemeyeceklerdir.
31. “İnsan, kalbindeki imanıyla mü’mindir, kafasındaki malûmat yığınlarıyla değil” diyen Gülen, âfâki ve enfüsî delillerle varacağı noktaya varan insanın, daha sonra Kur’ân’ın aydınlık tayfları altında, kalp ve vicdanının ışıktan yolunda yürüyemediği takdirde, Allah marifeti ve iman adına herhangi bir mesafe almış sayılmayacağı hatırlatmasında bulunur. Gülen, ismini vermediği Batılı bir düşünürün “Allah’a lâyıkıyla inanabilmek için, okuduğum bütün kitapları arkaya atma lüzumunu duydum” sözünü nakleder ve kâinat kitabının, insanın kendi mahiyet kitabının ve bunları şerh eden kitapların kendilerine göre birer yerleri var ise de, geceleri aydın ve Rabb’e iştiyak içinde kanatlanmış ruhların bunların gerçekte ne ifade ettiğini ve iman ile Allah marifetinin gerçek kaynağının nerede yattığını çok iyi bileceklerini vurgular. (a.g.e. 132–33 )
Fethullah Gülen’in, İslâmî, Kur’anî hakikatları ilim diliyle anlatmaya çalışırken dikkat edilmesi gereken hususlarla ilgili düşüncelerini şöyle özetleyebiliriz:
· Kur’ân; fizik, kimya, biyoloji, astronomi türünde bir bilim kitabı değildir.
· Kur’ân’ın ana maksatları, daha önce de arz edildiği üzere, iman esaslarını, ibadet ve adalet gerçeğini zihinlere ve kalplere yerleştirmek ve insanları bu hususta irşad etmektir.
· Kur’ân-ı Kerim, bilhassa bugün bilimlerin konusu olan meseleleri, yeri geldikçe, “parantez-içi” ve kendi ana maksatlarını zihin ve kalplere yerleştirmede sadece birer delil olarak kullanır. Bunları kullanırken, inmeye başladığı ilk günden, Kıyamet’e kadar herkese, her seviyeye hitap ettiği için, herkesin anlayabileceği, bununla birlikte, herkesi de tatmin edebilecek bir üslûbu tercih eder.
· Kur’ân-ı Kerim, bu türden tekvînî meseleleri bir delil olarak ele aldığından, delil tezden gizli ve anlaşılmaz olamayacağı için, insanların çoğu da avam olduğundan, avamın anlayışına, hislerine ve gözlemlerine hürmet gösterir ve onları zihin karışıklığına itmez.
· Her şeye rağmen, Kur’ân-ı Kerim’in, bilimin konularıyla ilgili bütün ifadeleri mutlak doğrudur. Fakat, bu ifadelerdeki manâ ve maksatlar, her zaman olmasa da çok defa, yoruma açık bir üslûptadır. Bu sebeple, ilme, araştırma ve incelemeye kapı açar, hattâ bunu teşvik eder mahiyettedir.
Bilim, teoriler yumağıdır. Ortaya attığı teori yanlışlanır, bu defa bir başka teori ortaya atar. Bu şekilde araştırmaya kapı açar. Dolayısıyla, insan gibi göz önünde bir varlığı bile bütünüyle çözmesi, idraki mümkün görünmeyen bilimin, sonsuzluğu konuşulan kâinat hakkındaki, hele hele, asla doğrudan inceleme ve gözlem sahasına alamayacağı yaratılış ve hangi tür için olursa olsun, hayatın başlangıcı konusundaki teorilerinin hiç biri doğruya tam ulaşamayacaktır. Bu bakımdan, bilimin bir takım bulgu ve verilerine dayanarak Kur’an âyetlerine asla itiraz edilmemeli ve ortada bir çelişki görüldüğünde, zamanın ortaya koyacağı gelişmeler beklenmeli, en azından, Cenab-ı Allah’ın, Kur’ân’ın o ifade veya ifadeleriyle murad buyurduğu hakikata, bu hakikat henüz tam anlamıyla ortaya çıkarılamamış da olsa, iman edilmelidir.