İnsanlar arası münasebetler (muamelât)
Fethullah Gülen, insanlar arasında sevgi, hoşgörü, mürüvvet ve diğer*gâmlığa çok önem verir. “İnsan, başkalarına karşı iyi-kötü bütün dav*ranışlarında nefsini mizan kabul ederek, her şeyi onunla tartmalı; nefsine hoş gelen şeyleri başkaları için de istemeli, nefsinin hoşlanmadığı bir muameleden başkalarının da hoşlanmayacağını katiyen hatırdan çıkarmamalıdır” diyen Gülen (Ölçü veya Yoldaki Işıklar, 105) insanın daima başkalarına iyilik yapmayı kollaması gerektiğini kaydeder. “İnsanlıkta bulunmadı deyip kimseyi kınama! İnsanlıkta bulunma adına kaçırdığın fırsatları hatırla!” (a.g.e. 116) tavsiyesinde bulunan Gülen’e göre, insanın olgunluğu, fenalık gördüğü şahıslar hakkında dahi hakperestlikten ayrılmayıp, elden geldiğince iyilik yapmasıyla belli olur. İnsan, kötülük gördüğü kimseler hakkında dahi mürüvvet ve insanca davranışlardan ayrılmamalıdır. Zira, kötülük yapmak hayvanî bir davranış; kötülüğe kötülükle mukabele, insanda ciddî bir kusur ve eksiklik; fenalığa iyilikle karşılık vermek ise, bir civanmertlik ve âlicenaplıktır (a.g.e. 105). Gülen, insanın başkalarına yaptığı iyilikleri önemsiz, başkalarından gördüğü iyilikleri ise büyük görüp takdir etmeyi İlâhî ahlâka yükselmiş ve vicdanlarında huzura ermiş kâmil insanların sıfatı olarak değerlendiren Gülen, insanların uygunsuz davranışlarını görmezlikten gelip, kusurlarına göz yummayı da en önemli insanî hasletler arasında zikreder. Ona göre, “halkın kusurlarını araştırmak bir edepsizlik, onları sağda-solda anlatıp durmak affedilmez bir nakise; onların işledikleri fenalıkları yüzlerine söylemek ise, fertleri birbirine bağlayıp vahdet içinde bulunduran kardeşlik zincirine indirilmiş bir darbedir” (a.g.e. 106).
İnsanların karşılıklı davranışlarında, sürekli iyilikte bulunup, iyilik yapma fırsatları kollama, yapılan kötülüklere iyilikle mukabele bulunma ve insanların kusurlarını ve uygunsuz davranışlarını görmezlikten gelme düsturlarından bir adım daha öte giden Fethullah Gülen, “başkalarına yararlı olmanın sınırı yoktur. Himmeti yüce bir fert, başkaları için ruhunu feda etmeye kadar diğergâm olabilir” (a.g.e. 105) diyerek, bu konudaki kendi asıl ölçüsünü ortaya koyar.
“Bir tebessümle dahi olsa, kardeşini sevindirmeyi ihmal etmemelisin!” diyen ve “insanları sevip, sevdiğini de hissettirmek, aklın yarısıdır” tesbitinde bulunan Fethullah Gülen, başkalarının yardımına koşmayı, Allah’ın o insana yardımına bir davetiye olarak görür ve sonra çok önemli bir düstur ortaya koyar: “İnsanlar arasındaki yerin, onların senin nezdindeki yerleri kadardır.” (a.g.e. 107)
İnsanlar arası münasebetlerde üzerinde hassasiyetle durduğu söz konusu ahlâkî prensiplerden sonra, Fethullah Gülen’in İslâm adına en çok önem verdiği hususlardan biri de, günlük hayatta ve insanların birbirleriyle münasebetlerinde haram-helâl ve karşılıklı hukuk çizgisine azami riayet etmektir. Sık sık “din muamelâttır; haram-helâl”dir diyen Fethullah Gülen, karşılıklı haklar konu*sunda son derece titizdir. Erzurum’da öğrencilik günlerinde Kayserili bir minare ustasından az miktarda borç para alan çocuk Fethullah Gülen, bu borcunu ödeme imkânı bulamadan ustanın Erzurum’dan ayrılması üzerine, onu yıllarca şehir şehir aratır ve en sonunda bulur. Borcunu tamamiyle ödediği gibi, üstüne verdiği hediyelerle ustanın gönlünü eder ve helâllaşır. Kendisi bu konuda böylesine titiz olduğu gibi, herkese de aynı titizliği tavsiye eder. Ona göre, kişi hem kul hakkından dem vuruyor, hem de imkânı olduğu halde borcunu ödemiyor, üzerindeki hakları ifa etmiyorsa, o ancak bir yalancıdır. O, “üzerinde kul hakkı bulunan bir insan, muhatabını bulup helâllık dilemek mecbu*riyetindedir. Bu hak, gıybet, iftira, yalan isnadı vs. gibi manevî boyutlu ise, ancak hak sahibiyle açıkça konuşularak helâl ettirilebilir. Eğer borç-alacak cinsinden ise, bunları hemen ödeme cihetine gidilmelidir” der (Fasıldan Fasıla 1, 277).
Kişi hakları konusunda son derece hassas olan Gülen, kamu hakları konusunda çok daha fazla hassastır. Günümüzde en çok ihlâl edilen haklar kamu hakları ve en çok yağmaya maruz kalan devlet, dolayısıyla kamu malı iken, o, bizzat Küçük Dünyam adıyla yayınlanan hatıralarında anlattığına göre, genç bir askerken, “askerlik görevini lâyıkıyla yerine getiremiyorum. Dolayısıyla, askeriyenin yemeği bana helâl değildir” diyerek, çok defa ya aç kalır, ya da kendi parasıyla karnını doyurmayı tercih ederdi. Askerde giydiği elbiseyi de, bir başkasından parasıyla satın almıştı. Onun bu konuda titizlik ve uyarılarını şu ifadelerinde görmek de mümkündür:
Devletin aslî vazifelerinin içinde yer alan yol-su-elektrik hizmetleri, millete karşılıksız sunulmalıdır. Fakat devletin buna gücü yetmiyorsa – İslâmî kurallara göre – kâr gayesi gütmeksizin, milletten maliyetini isteyebilir. Zaten, hemen hemen bütün dünyada sistem bu şekilde işlemektedir. Buna göre amme (kamu) hukuku içinde yer alan elektrik ve suların kaçak olarak kullanılması caiz değildir. Kul hakkını gerektiren bu düzenlemede, kaçak elektrik ve su kullananların 60 milyon insanlara tek tek helâlleşmesi gerekir ki, bu da mümkün değildir. Öte yandan, mü’min, yeryüzünde emniyet ve güvenin temsilcisidir. O, hadisin ifadesiyle, “dilinden ve elinden emin olunan ve kendisine mutlak güven duyulan insandır. Öyleyse, bir mü’minin bu türden emniyeti zedeleyici işlere girmesi katiyen doğru değildir. (Fasıldan Fasıla 1, 280)
Fethullah Gülen, bir insanın ne ölçüde gerçek ve güvenilir bir insan olduğunu anlama konusunda Hz. Ömer gibi düşünür. Ona göre, bir insanı gerçekten tanımak için, onunla bir müddet birlikte bulunmak, alışveriş yapmak ve yolculuk etmek gerekir (a.g.e. 218)
Fethullah Gülen, karşılıklı haklar konusunda en fazla anne-baba hakkı üzerinde durur. Ona göre, günümüzde, ne yazık ki Müslümanlar arasında da en fazla ihmale uğrayan meselelerden biri, anne-baba haklarıdır. Oysa, anne-baba, insanın en başta hürmet edeceği kudsî iki varlıktır. Onlara hürmette kusur eden, Hakk’a karşı gelmiş sayılır. Onları hırpalayan, er- geç hırpalanmaya maruz kalır. İnsan, daha küçük bir canlı halinde var olmaya başladığı günden itibaren, hep, anne-babanın omuzlarında ve onlara yük olarak gelişir. Bu hususta ne peder ve validenin çocuklarına karşı olan şefkatlerinin derinliğini tayine, ne de onların çektikleri sıkıntıların sınırını tesbite imkân yoktur. Bu itibarla, onlara hürmet ve saygı, hem bir insanlık borcu, hem de bir vazifedir. Kur’ân, anne-baba hakkını Allah ve Rasûlü’nün hakkıyla aynı çizgide değerlendirmektedir.
“Anne-baba hakları konusundaki ihmalleri gördükçe hicranla iki büklüm oluyorum” diyen Fethullah Gülen’e göre, anne-babanın kadrini bilip, onları, Hakk’ın rahmetine ulaşmaya vesile sayanlar, bu dünyada da, öteler ötesinde de en talihlilerdendir. Onların varlıklarını fazladan görüp, hayatlarına karşı bıkkınlık gösterenler ise, sürüm sürüm olmaya namzet bir kısım uğursuzlardır. Ve insan, anne-babasına karşı hürmeti nisbetinde, Yaratıcısına karşı da hürmetkâr sayılır; onlara hürmeti olmayanın, Allah’a (c.c.) da hürmet ve saygısı yoktur. (Ölçü veya Yoldaki Işıklar, 141–42; Fasıldan Fasıla 3, 104-105)
Anne-baba hakkı konusunda bu ölçüde duran Fethullah Gülen, çocukların haklarını da ihmal etmez ve şöyle der:
İnsan yaratılırken hayat arkadaşıyla beraber yaratılmıştır. Onun yalnız başına kaldığı devre, hemen hemen yok denecek kadar azdır. Bu şekilde, daha ilk varlığa ererken, eşiyle beraber yaratılmak, insan için evliliğin fıtrî olduğunu göstermektedir. Bu fıtrî vazifede en mühim maksat ise çoğalmadır. Bu sebeple, nesillerin yetiştirilmesi hedef alınmadan yapılan evlilik bir eğlence ve macera, bu evlilikten meydana gelen çocuklar da, bir anlık hissin kurbanı talihsizlerdir.
Anne-baba, evlâtlarını yetiştirip faziletlerle donattıkları nisbette onlara “evlâdımız” demeye hakları var ise de, ihmal edilmiş yavruları hakkında böyle bir iddiada bulunmaları katiyen muvafık değildir. Ya ona fenanın, çirkinin yollarını gösteriyor, onu insanlıktan uzaklaştırıyorlarsa!..
Anne-baba, çocuğuna sahip çıkar, onun duygu ve düşüncesini hem kendine hem de topluma yararlı olacak şekilde geliştirirlerse, millete yeni, sağlam bir rükün kazandırmış olurlar. Aksine onu, insanî duyguları itibariyle ihmal etmişlerse, cemiyetin içine herhangi bir haşere salmış sayılırlar.
Bir ağaç tımar edildiği zaman, bir canlı da bakımı-görümü yapıldığı sürece hem meyve verir, hem de neslini devam ettirir. Bakılmadığı zaman ise, ağaç güdükleşir, canlı da amelimanda olur. Ya binbir istidat ve kabiliyetle dünyaya gönderilen insan: bir ağaç kadar olsun tımardan nasibi bulunmamalı mıdır?
İnsanoğlu, çocuğu dünyaya getiren sensin! Onu gökler ötesi âlemlere yükseltmek de senin vazifendir. Onun cisminin sağlığına ehemmiyet verip üzerinde titrediğin gibi, kalbî ve ruhî hayatı için de titre, merhamet et, kurtar o biçareyi Allah için! Ve zebil olup gitmesine fırsat verme. (Ölçü veya Yoldaki Işıklar, 144–46)