TARİHÎ ARKA ZEMİN
Şahısların yetişmesinde içinde neşet ettikleri ortam önemli olduğu gibi, özellikle geçiş dönemlerinde gelmiş ve tarihte iz bırakmış kişileri tanımada bu ortam, tarihî temelleri ve içinde bulunduğu mevcut durumu ile daha bir önem kazanır. Denebilir ki, orantılı biçimde şahsiyetinin üçte birini geçmişin, üçte birini halin, üçte birini ise geleceğin oluşturduğu ve hakkında yapılan bazı çalışmalarda düşünce yapısıyla neşet ettiği ortam arasındaki münasebete özellikle dikkat çekilen (Yavuz, 1999) Fethullah Gülen’i tanımada tarihî arka zemin oldukça önemli olsa gerektir. Bu bakımdan, bu konu üzerinde yeterince durmanın gerekliliğine inanıyoruz.
Fethullah Gülen, bütün paradoksal düşünce ve duyguların kaynağı olacak şekilde, bir yanda, İsmail Cem’in tabiriyle, modernizm öncesi “İleri Osmanlı Toplumu”nun esintilerinin ahlâk, maneviyat, aile düzeni ve âdâb-ı muaşeret (davranış normları) sahasında ciddi biçimde hissedildiği, diğer yanda, bir zamanlar üç kıtaya hükmeden bir devletin, bir modernleşme süreciyle birlikte enkaz halinde devrilişinin ve ardından, Osmanlı modernleşmesine paralel seyreden Cumhuriyet modernizminin temizleyemediği, hattâ bazı noktalarda ağırlaştırdığı bu enkazın acılarının yaşandığı bir dekorda neşet etti. Fethullah Gülen’in makalelerine baktığımızda, bu makalelerin pek çoğunda tarih kaynaklı bir hicran, hâl kaynaklı aktivite aşk, ızdırap ve coşkusu, bir de gelecek kaynaklı şevk ve ümit, en önemli unsurlar olarak hemen göze çarpar. Bu hususiyet, onun özellikle tarihe ve hale bakışı, bazılarında kasden veya bilmeyerek yanlış anlama ve değerlendirmelere yol açabilmektedir. Bir taraf onu, dirilmesi, her şeyden önce sosyolojik açıdan mümkün olmayan bir tarihi diriltmek, hattâ tarihe dönmeyi istemekle suçlarken, bir taraf da, onda bir ‘şanlı tarih’ avuntusu olduğu ve onun, tarihi bir sığınma koyu olarak gördüğü sonucuna varabilmektedir. Bu bakımdan, gerek onu tarihî cephesiyle değerlendirebilmek, gerek şekillen*mesinde zamanın akışının tesiri olan düşüncelerini kavrayabilmek, gerekse bir açıdan onun nazarıyla tarihe bakabilmek için, modernizm öncesi Müslüman-Türk toplumu ve onu takip eden Osmanlı ve Cumhuriyet modernizmi üzerinde genişçe durmak gerekmektedir.
MODERNİZM ÖNCESİ MÜSLÜMAN-TÜRK TOPLUMU
Tarihimiz, maalesef çoğu aydınlarımızca yanlış tanındığı gibi, yanlış da tanıtılmaktadır. İsmail Cem, bu konuda şöyle der:
Osmanlı İmparatorluğu, halâ kılıcının gücünden ötürü yükselmiş, padişahların kötülüğü, kadınlara düşkünlüğü yüzünden de gerilemiş olarak tanıtılmaktadır. Gerileyen toplumu yabancıların insafına terkeden Tanzimat ve Islahat fermanları gibi davranışlar ise çoklukla göklere çıkarılmaktadır. Tarihin yanlış ve belki de maksatlı sunuluşu birkaç nedene bağlanabilir: Cumhuriyet’in ilk döneminde geriye dönüş eğilimlerini kırmak için alınmış tedbirleri yanlış yorumlayan kimi işgüzarlar, bütün bir Osmanlı tarihini kötü göstermek çabasına düşmüştür… 1940 yıllarının faşist eğilimleri de bir çeşit dehşet havası yaratarak, tarihçiyi ve hür düşünceyi baskı altında tutmuştur. (s: 50)
Şimdi, bütünüyle lâik, Kemalist, hattâ bir kısmı itibariyle sol zihniyetli tarihçi ve araştırmacıların gözüyle, İsmail Cem’in “İleri Osmanlı Toplumu” dediği, orta ve yeni çağlardaki Müslüman-Türk toplumuna değişik açılardan bakmaya çalışacağız.