Aklın İki Yüzü ve Makuliyet
Akıl; maddeden mücerret, ama maddeye bitişik bir cevher.. metafiziğin fizik içindeki ışıktan uzantısı.. ruhun en önemli fakültelerinden biri.. hakla batılı birbirinden ayırma adına insan mahiyetinin en keskin nuru.. eskilerin ifadesiyle "ben" sözcüğüyle işaret edilen "nefs-i natıka".. tasavvufçuların yaklaşımıyla da, "ruh-u azam", "arş-ı Muhammed" türünden Hazreti Cibril 'e verilen isimlerden bir isim.. ve bazı sofiyenin "akl-ı cüz'i", "akl-ı mecaz" ve uhreviliklere taalluk eden yanları ya da metafizik derinlikleri ile "akl-ı mead" dedikleri insani bir özdür.
Ruhun Karakol Gücü
İnsanın bir manada, düşünmesi, idrak etmesi, anlaması ve onu fenalıklardan alıkoyup iyiliklere yönlendirmesi açısından ruhun karakol gücü de diyebileceğimiz akıl, felsefenin çokça üzerinde durduğu, kelamın "usuluddin"e ait meseleleri büyük ölçüde ona bağladığı, bazı sofilerin, iyi-kötü, yararlı-yararsız deyip "akl-ı semavi", "akl-ı türabi" şeklinde ikiye ayırdıkları akıl, bütün bu asli ve tali hususiyetleri itibariyle böyle bir makalenin çerçevesini çok aşkın bulunduğundan, biz burada onun bu yanlarına sadece bir işaretle iktifa edeceğiz. Keza akıl, İslami düşünceye göre, ilmin sebeplerinden biri olması açısından da ayrı bir önem arz eder ama burada o hususu da şimdilik tayyetmek istiyoruz. Aklın, mükellefiyetin esası, tefekkürün temel unsuru, muhakemenin ilk cevheri, insanı hayvandan ayıran, ayırıp gerçek insan olma kapısına getiren, Yaratıcı'nın insanoğluna en müstesna bir armağanı olması da bu makalecikte, tali bir konu olarak ve sadece bazı yönleri itibariyle bir hatırlatma nev'inden zikredilecektir.
Risale-i Nur Ve Akıl
Bizim şimdilik kısaca üzerinde durmak istediğimiz husus, Risale-i Nur 'daki akıl telakkisi ve aklın fonksiyonları çerçevesinde, vahiy, ilham ve vicdanla omuz omuza inşa eden akıl (mükevvin akıl)la, tam bunun aksine, bütün bütün metafizik mülahazaları kulak ardı ederek semavi alakalardan sıyrılmış, dolayısıyla da manevra alanını sınırlandırmış dar akıldan bahsetmek istiyoruz. Bunu yaparken de, belli zaviyeden bazı münasebetler bulunsa da, Kant'ça bir yaklaşımla "nazari akıl", "ameli akıl" faraziyelerine ve Lalende'nin "inşa eden akıl", "inşa olunan akıl" mülahazalarına girmeyi düşünmüyoruz. Aslında, bu tür meselelerden her biri, birer kitaba konu teşkil edecek kadar geniş olduğundan ve pratikte de çok fazla bir şey ifade etmediğinden, biz de bu kadarcık bir hatırlatmada bulunup geçeceğiz.
Başta Bediüzzaman olmak üzere İslam düşünürlerine göre akıl, potansiyel derinlikleri itibariyle, kainat kitabını okuyan bir göz; duyduğu ses ve nağmeleri değerlendirip değişik manalara bağlayan pek çok ihtizaza açık bir iç kulak; eşya ve hadiseleri aşkın bir tefahhusla temaşa eden muhit bir idrak; varlık ve varlık ötesi alemleri keşfe açık batıni bir gözdür. İnsan onunla, gözün gördüklerini, kulağın duyduklarını değerlendirip bir hükme bağlar ve onun rehberliğinde varlığın perde arkasına seyahatler tertip eder; hatta yükselir onunla Allah 'a muhatap olur.. onunla cebri-ihtiyari belli sorumluluklar yüklenmeye ehil hale gelir.. ve onunla topyekün kainat ve hadiseleri tarar, kritik eder, bir esasa bağlar ve Allah 'a yürür. İyiliklerde, güzelliklerde mantık ve muhakemelerimizi vahyin ve ilhamın zenginlikleri ile buluşturur ve ötelerden gelen mesajlara referans olur.. fenalıklarda, çirkinliklerde de, İlahi hududa mantıki yorumlar getirerek nefsin serazat arzularını frenler ve onun taarruzlarına karşı sürekli stratejiler üretir. Ayrıca bize her zaman, şeytanın değişik planlarını aşabileceğimiz taktikler verir.. hevesat ve cismani arzularımıza karşı da, muhasebe ve murakabe izabehanelerinde eritilip şekillendirilmiş düşüncelerden kementler, bukağılar vurur. O, semaviliğini koruduğu sürece hemen her zaman, nefsaniliğin üzerine yürür ve onu, kendi hususiyetlerinden kaynaklanan bayağılıklardan alıkor; alıkor ve adeta insani değerlerin korunması mevzuunda bir polis, bir zabıta memuru vazifesi görür. Ve tabii, "akl-ı semavi" ve "akl-ı mead"a ait bu özelliklerden hiçbiri, "akl-ı meaş" ve "akl-ı türabi" için söz konusu değildir.
Söz bu noktaya gelince, Kur'an ve İslam açısından, aklın yeri, değeri, sorumluluktaki konumu ve hücciyetinden bahsedilebilirdi; ancak, biz burada şimdilik, sadece -biraz da Bediüzzaman perspektifinden- Kur 'an 'a göre akli olan (makul) ve olmayan (gayrimakul) hususlar üzerinde durmayı düşünüyoruz.