5 sonuçtan 1 ile 5 arası

Konu: Aklın İki Yüzü ve Makuliyet

    Share
  1. #1
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Aklın İki Yüzü ve Makuliyet

    Aklın İki Yüzü ve Makuliyet

    Akıl; maddeden mücerret, ama maddeye bitişik bir cevher.. metafiziğin fizik içindeki ışıktan uzantısı.. ruhun en önemli fakültelerinden biri.. hakla batılı birbirinden ayırma adına insan mahiyetinin en keskin nuru.. eskilerin ifadesiyle "ben" sözcüğüyle işaret edilen "nefs-i natıka".. tasavvufçuların yaklaşımıyla da, "ruh-u azam", "arş-ı Muhammed" türünden Hazreti Cibril 'e verilen isimlerden bir isim.. ve bazı sofiyenin "akl-ı cüz'i", "akl-ı mecaz" ve uhreviliklere taalluk eden yanları ya da metafizik derinlikleri ile "akl-ı mead" dedikleri insani bir özdür.

    Ruhun Karakol Gücü

    İnsanın bir manada, düşünmesi, idrak etmesi, anlaması ve onu fenalıklardan alıkoyup iyiliklere yönlendirmesi açısından ruhun karakol gücü de diyebileceğimiz akıl, felsefenin çokça üzerinde durduğu, kelamın "usuluddin"e ait meseleleri büyük ölçüde ona bağladığı, bazı sofilerin, iyi-kötü, yararlı-yararsız deyip "akl-ı semavi", "akl-ı türabi" şeklinde ikiye ayırdıkları akıl, bütün bu asli ve tali hususiyetleri itibariyle böyle bir makalenin çerçevesini çok aşkın bulunduğundan, biz burada onun bu yanlarına sadece bir işaretle iktifa edeceğiz. Keza akıl, İslami düşünceye göre, ilmin sebeplerinden biri olması açısından da ayrı bir önem arz eder ama burada o hususu da şimdilik tayyetmek istiyoruz. Aklın, mükellefiyetin esası, tefekkürün temel unsuru, muhakemenin ilk cevheri, insanı hayvandan ayıran, ayırıp gerçek insan olma kapısına getiren, Yaratıcı'nın insanoğluna en müstesna bir armağanı olması da bu makalecikte, tali bir konu olarak ve sadece bazı yönleri itibariyle bir hatırlatma nev'inden zikredilecektir.

    Risale-i Nur Ve Akıl

    Bizim şimdilik kısaca üzerinde durmak istediğimiz husus, Risale-i Nur 'daki akıl telakkisi ve aklın fonksiyonları çerçevesinde, vahiy, ilham ve vicdanla omuz omuza inşa eden akıl (mükevvin akıl)la, tam bunun aksine, bütün bütün metafizik mülahazaları kulak ardı ederek semavi alakalardan sıyrılmış, dolayısıyla da manevra alanını sınırlandırmış dar akıldan bahsetmek istiyoruz. Bunu yaparken de, belli zaviyeden bazı münasebetler bulunsa da, Kant'ça bir yaklaşımla "nazari akıl", "ameli akıl" faraziyelerine ve Lalende'nin "inşa eden akıl", "inşa olunan akıl" mülahazalarına girmeyi düşünmüyoruz. Aslında, bu tür meselelerden her biri, birer kitaba konu teşkil edecek kadar geniş olduğundan ve pratikte de çok fazla bir şey ifade etmediğinden, biz de bu kadarcık bir hatırlatmada bulunup geçeceğiz.

    Başta Bediüzzaman olmak üzere İslam düşünürlerine göre akıl, potansiyel derinlikleri itibariyle, kainat kitabını okuyan bir göz; duyduğu ses ve nağmeleri değerlendirip değişik manalara bağlayan pek çok ihtizaza açık bir iç kulak; eşya ve hadiseleri aşkın bir tefahhusla temaşa eden muhit bir idrak; varlık ve varlık ötesi alemleri keşfe açık batıni bir gözdür. İnsan onunla, gözün gördüklerini, kulağın duyduklarını değerlendirip bir hükme bağlar ve onun rehberliğinde varlığın perde arkasına seyahatler tertip eder; hatta yükselir onunla Allah 'a muhatap olur.. onunla cebri-ihtiyari belli sorumluluklar yüklenmeye ehil hale gelir.. ve onunla topyekün kainat ve hadiseleri tarar, kritik eder, bir esasa bağlar ve Allah 'a yürür. İyiliklerde, güzelliklerde mantık ve muhakemelerimizi vahyin ve ilhamın zenginlikleri ile buluşturur ve ötelerden gelen mesajlara referans olur.. fenalıklarda, çirkinliklerde de, İlahi hududa mantıki yorumlar getirerek nefsin serazat arzularını frenler ve onun taarruzlarına karşı sürekli stratejiler üretir. Ayrıca bize her zaman, şeytanın değişik planlarını aşabileceğimiz taktikler verir.. hevesat ve cismani arzularımıza karşı da, muhasebe ve murakabe izabehanelerinde eritilip şekillendirilmiş düşüncelerden kementler, bukağılar vurur. O, semaviliğini koruduğu sürece hemen her zaman, nefsaniliğin üzerine yürür ve onu, kendi hususiyetlerinden kaynaklanan bayağılıklardan alıkor; alıkor ve adeta insani değerlerin korunması mevzuunda bir polis, bir zabıta memuru vazifesi görür. Ve tabii, "akl-ı semavi" ve "akl-ı mead"a ait bu özelliklerden hiçbiri, "akl-ı meaş" ve "akl-ı türabi" için söz konusu değildir.

    Söz bu noktaya gelince, Kur'an ve İslam açısından, aklın yeri, değeri, sorumluluktaki konumu ve hücciyetinden bahsedilebilirdi; ancak, biz burada şimdilik, sadece -biraz da Bediüzzaman perspektifinden- Kur 'an 'a göre akli olan (makul) ve olmayan (gayrimakul) hususlar üzerinde durmayı düşünüyoruz.


  2. #2
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Aklın İki Yüzü ve Makuliyet

    Makul Ve Gayrimakul Hususlar

    Kur 'ani yaklaşımla, İslami düşünce sisteminde, aklı olan ve olmayan, tabiat-hilkat, sebepler-sebepler üstü Yaratıcı Güç, kendi kendine meydana gelme - kuşatan bir iradenin var etmesiyle vücut bulma; diğer bir ifadeyle, tevhid ufku ve şirk saplantısı şeklinde kabul edilegelmiştir. İnsanoğlu var olduğu günden bu yana - bu mülahaza, harici bir yorumcunun hususi mevcudiyeti açısındandır. Yoksa, kainat ve hadiselerin mücerret tefsiri zaviyesinden insan öncesi dönem için de aynı şey söz konusudur- Mefisto-Faust oyunu devam edegelmektedir. Bundan sonra da -eskilerin ifadesiyle - ahyarın eşrarla mücadelesi, şeytanların ve şeytanlaşmış ruhların hakka, hakikate açık gönüllerle ayrışmaları sürüp gidecektir.

    Bugüne kadar kainat ve hadiseleri, tabiat, sebepler ve kendi kendine oldu düşüncesine bağlayanlar, hemen her zaman gayrimakulün temsilcileri olarak bir cephe oluşturmuş ve yer yer sun'i bir tabiat ilahı etrafında, zaman zaman da sebeplerin mevhum iktidarları çevresinde bir araya gelerek, makulün temsilcileri bulunan enbiya, asfiya ve mü'min düşünürlere karşı sürekli bir savaş içinde olmuşlardır. Bu cephe, değişik dönemler itibariyle bir kısım farklı stratejiler uygulasa da, kavga azmi ve mücadele esprisi açısından hep aynı yolda yürümüş; ya uluhiyet gerçeğinin lazımı olan yaratma, tanzim etme, öldürme, diriltme.. gibi fiilleri, mevhum birer varlık olmadan öte kıymet-i harbiyeleri olmayan sebeplere, tesadüflere, tabiata havale etmiş veya kısmen de olsa, İlahi icraatı bunlara bağlamaya çalışmıştır. Birincilerin ilhadında şüphe yok; ikinciler ise, Allah'ın yarattığı bazı nesneleri, icraatında O'na ortak koşmakla şirke girmişlerdir; şirke girmişlerdir, zira tevhid düşüncesi; yaratan, inşa eden, öldüren, dirilten, rızık veren, herkesi ve her şeyi görüp-gözeten Kudreti Sonsuza -ne suretle olursa olsun - eş-ortak koşmayı şirk ve gayrimakul kabul eder.

    İşte bu açıdan, Kur'an'ın temel disiplinlerinden biri olan tevhid anlayışı akla uygun (makul); varlığın, sebepler, tabiat ve daha değişik şeylere bağlanması ise akla aykırı (gayrimakul)dır. Burada, zıddın, zıddıyla ortaya çıkması açısından, sanki, akli olana, gayrimakul daha bir vuzuh kazandırıyor gibi bir durumun söz konusu olduğunu vurgulamada yarar var...

    Zincirleme İmkansızlıklar...

    Evet, her şey tevhid-i hakikiye bağlanmadığı zaman, pek çok yaratan, inşa eden, öldüren, dirilten, görüp-gözeten ilah gücünde müessirlere ihtiyaç duyulacağı zaruridir. Böyle bir şeye ihtimal vermek ise, zincirleme pek çok muhali (imkansızlık) birden kabul etmek demektir ki, böyle bir şeyin akla aykırı olduğu açıktır. Kelamcıların değişik ad ve unvanlarla çokça başvurdukları bu manadaki makuliyet ve gayrimakuliyet, Bediüzzaman'da, ayrı bir Kur'ani ses ve soluğa dönüşür ki; insan, imana müteallik konularda onu takip ederken, Kur'an'ın, "akli olan"a ve "olmayan"a yüklediği manaları apaçık görür. Kur'an: "Şayet yerde ve gökte Allah'tan başka ilahlar bulunsaydı, arz da, sema da fesada uğrardı." (Enbiya, 21/22) gibi ayetleriyle sürekli bu konuyu muhakeme etmeye çağırır ve mantıklarımıza yeni yeni ufuklar açar.

    Aslında Kur'an, taabbüdi emirlerdeki aşkınlık müstesna, hemen her meselesini akıl, mantık ve muhakemeye tescil ettirerek mesajlarında ne akli, ne kalbi, ne ruhi ne de hissi bir boşluğa kat'iyen meydan vermez. Aksine O, değişik türden hüküm ve iddialarını, makul olmayana bina etmiş birbirinden farklı pek çok hasım karşısında hep, salim düşüncenin, kurallı muhakemenin, disiplinli mantığın sesi-soluğu olagelmiştir; olagelmiş ve karşı tarafın ne kadar gayrimakul türden mugalatası, demagojisi, diyalektiği varsa hepsini susturmuş, bütün mücadelelerini zaferle noktalamıştır ki, biz buna, aynı zamanda hem Hak elçilerinin hem de akl-ı selimin zaferleri diyoruz.


  3. #3
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Aklın İki Yüzü ve Makuliyet

    Akıl İhmal Edilince...

    Zatında, ileri-geri tarihi tekerrürler devr-i daimi de, hemen her zaman, vahye karşı alakasız kalınıp, akli olanın ihmal edildiği dönemlerle, semavi aydınlanma ve aklın aktivitesini tam ortaya koyduğu devrelerin tenavübünden başka bir şey değildir. Ne zaman ki nebilerin neşrettiği ziya ile gönüller aydınlanmış, dimağlar tenevvür etmiş; cismaniyet ve madde kendi çerçevelerine çekilmiş, fizik de-metafizik de yerli yerine oturmuş; Mevlana'nın deyimiyle de "akl-ı mead", "akl-ı meaş" ve "akl-ı türabi"nin önüne geçmiş; işte o zaman, yeni bir kalb ve kafa izdivacı gerçekleşerek yepyeni bir milat daha yaşanmıştır. Bu milat, varlığın yeniden yorumlanıp, çağın idraki açısından bir kere daha hakiki sahibine bağlanması ve insanoğlunun iç çelişkilerden kurtulması miladıdır.. ve ne zaman ki göklerin ışığı görülmez olmuş, akıl ihmale uğramış, düşünce devre dışı bırakılmış -özel manasıyla- makul bütünüyle unutulmuş, her yerde gayrimakulun bayrağı dalgalanmaya başlamış.. kitleler iç içe tenakuzlara sürüklenmiş; fikri, ruhi teşevvüşler içinde, bazen Zerdüşt'e, bazen Hz. Üzeyir'e, bazen Hz. Mesih'e Allah 'ın oğlu denmiş ve O "üçlünün üçüncüsüdür" gibi çarpıklıklara düşülmüş, işte o zaman vahye ve akla bağlı diğer bütün denge ve sistemler de alt-üst olmuştur.

    Gayrimakulün ortaya çıkışı bazen, "ved", "yeğus", "yeuk", "nesr" keyfiyetinde, bazen Mecusilerde olduğu gibi "nur-zulmet" ikilemi tarzında, bazen külli bir ruh biçiminde, bazen de "Lat", "Menat", "Uzza", "naile", "isaf"... türünden değişik putlar, ateş, ırmak, yıldırım, rüzgar... nev'inden, tabiat kitabının ürperten ve korku veren hadiselerinden kaynaklana gelmiştir. Her zaman, eğriliğe ve inhirafa açık ruhlar, bazen "ved, yeğus, yeuk, nesr" hadisesinde olduğu gibi, hüsn-ü niyetle başlayan bir çarpıklığa sürüklenmiş, bazen de makule ve semavi olana sırtlarını dönerek yanlış bir yola girmiş ve doğrudan uzaklaşmışlardır. Merkezde inhiraf açısı sezilemeyecek kadar küçük olduğundan, meselenin farkına varamamış, farkına vardıkları nokta olan muhit hattında da, açının genişliğine takılıp geriye dönememişlerdir. Sonra da en önemli gerçekleri bile değişik vehm u hayallere bağlama yoluna sapmışlardır. İşte böyle bir gayrimakuliyet, ister İlahi icraattan her birini açıktan açığa farklı putlara bağlama şeklinde olsun, ister bazı müşriklerin biraz mazeret biraz da demagoji olarak ileri sürdükleri "mütevassıt şefaatçiler" yaklaşımındaki kapalı irtibat biçiminde olsun, apaçık hem akla, hem de vahye karşı gelmektir ve düpedüz bir sapıklıktır.

    Hemen her zaman makul olan tektir. Ondan sapılınca, farkına varılmadan gayrimakul çokluğa düşülmüştür: Sabiiler; doğumu, ölümü, mutluluğu, mutsuzluğu, bela ve musibetleri, bizim kader telakkimize benzer şekilde, Ay'a-Güneş'e, yıldızlara; animistler külli bir ruha; Mecusiler, nura-zulmete ve putperestler de değişik ad ve unvanlar altında pek çok puta "Vahid-i Hakiki"nin yerine "kesir-i hakiki"yi ikame etmişlerdir. Sonra da, onları bu inhiraflarından vazgeçirmek isteyen İlahi mesajlara karşı "eski köye yeni adet mi?" der gibi "Biz atalarımızın üzerinde bulduğumuz yolda yürürüz" karşılığını vermiş ve yürüdükleri yolun, semavi ya da akli olmasını hiç mi hiç düşünmemişlerdir.

    Akledemeyen inkarcıların hali

    Evet, onlar için bir şeyin akli olup olmaması önemli değildi; önemli olan onların heva ve hevesleri ve işlerine geldiği yerde atalarını izlemeleriydi. Kur'an, o günkü mukallitlerin şahsında, daha önceki ve sonraki bütün şabloncuları da; "Ya ataları hiçbir şey akledemeyen ve doğru yolda olmayan kimseler olsalar da mı!. (doğrusu) inkar edenlerin hali, bağırıp çağırmadan başka bir şey duymayan çobanın haline benzer; onlar sağır, dilsiz ve kördürler; bu yüzden de bir türlü akledemezler." (Bakara, 2/170-171) diyerek akıllarını başlarına almaya çağırır.


  4. #4
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Aklın İki Yüzü ve Makuliyet

    Kur'an Aklın Diliyle Çağırır

    Buna, Kur'an-ı Kerim'in genel üslubu nazarıyla da bakabiliriz. Evet Kur'an yer yer, Efendimizin muasırı bulunan müşriklere aklın diliyle çağrıda bulunur.. mantığın lisanıyla ufuklarını açar.. muhakemenin gücüyle onlara makulü salıklar.. ve zaman zaman da tarihi tekerrürler devr-i daiminden sahifeler açarak, serdettiği misallerle, o günkü şirk mantıksızlığının yanında, yarınki ilhad düşüncesini de sarsar ve değişik dönemlere akletme mesajları sunar. Peygamberler ve onların irşad sergüzeştileri, küfür, ilhad ve şirkin her çeşidine karşı en canlı örneklerin sergilendiği bir meşher, en mukni hutbelerin irad edildiği bir minber gibidir. Kur'an, yer yer talebelerinin elinden tutarak o meşherlerde gezdirir ve zaman zaman da çıraklarına en inandırıcı seslerden hutbelerin en nefislerini dinletir.

    Tevhid düşüncesinin en güçlü seslerinden biri olan Hz. İbrahim, Kur'an-ı Kerim'de sık sık başvurulan bir örnektir. Bir bakarsınız O, putperest çağdaşlarının putlarını kırar, şirk düşüncelerini temelinden sarsar ve bir daha konuşamayacakları şekilde ağızlarına, akıl tezgahından çıkmış fermuarlar vurur; onların şirk anlayışlarını semalara taşıyıp, yıldızlara, Ay'a, Güneş'e uluhiyet isnad etmelerine karşı da, adeta semavi cisimlerin bağını çözüp dağıtarak, onları o çarpık rububiyet telakkilerinin enkazı altında ezer ve arkadan gelenlere, Allah'a ulaştıran şehrahlar açar. Her şeye rağmen gayrimakulde ısrarlı olanlara da, sesini daha bir yükselterek: "Kasem olsun siz de, atalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz." (Enbiya, 21/54) der. Bir de bakarsınız, onların putlarını kırmış ve dimdik ayakta o çarpık şirk mantığına karşı: "Siz, Allah'ı bırakıp, kimseye hiçbir faydası da, zararı da dokunmayacak olan nesnelere mi tapıyorsunuz? Yuf size de, o taptıklarınıza da! Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?" (Enbiya, 21/66) şeklinde haykırır; haykırır, hem o günkü müşriklerin hem de daha sonra gelen bütün putperestlerin ruhlarında ürpertiler meydana getirir.

    Hep Aynı Mesajı Sundular..
    .

    Hz. İbrahim gibi, diğer büyük peygamberler de -değişik şartlar ve konjonktürel farklılıklara bağlı renk ve stil ayrılıkları mahfuz- hep aynı mesajları sunmuş ve aynı yolda yürümüşlerdir; Hz. Nuh, Hz. Hud, Hz. Salih, Hz. Şuayb, Hz. Musa (Sallallahu Aleyhimüsselam) hemen hepsi de "akl-ı semavi" yolunu takip etmiş ve makulu salıklamışlardır. Buna karşılık, küfür, ilhad ve şirk cephesi ise, ömürlerini heva ve hevesin dar mahbesinde, atalarından tevarüs ettikleri anlayış ve düşüncelerin tutsağı olarak, çarpık duymanın, çarpık hissetmenin gel-gitleri arasında geçirmiş ve sürekli bir mantıksızlık sergilemişlerdir.

    Bediüzzaman'ın, sık sık üzerinde durup, mutlaka okunmasını ve temaşa edilmesini istediği kainat kitabı ve varlık meşheri, makulü temsil eden enbiya, asfiya, evliya ve İslam ulemasından tevarüs edilegelen bir anlayışın ifadesidir. Zamana bağlı çizgi farklılığı mahfuz, verilen mesaj ve takip edilen yol hep aynıdır; arz u sema tetkike tabi tutulacak.. eşya ve hadiseler hallaç edilecek.. her şey götürülüp gerçek sahibine bağlanacak.. sonra da vicdanlarda bu makuliyetin itminanı duyulacak ve marifete dönüşen ilimler birer zevk-i ruhani kaynağı haline gelecek.. derken, yerküredekiler ve semadakiler aynı ruh haletini paylaşacak.

    Kur'an pek çok ayat-u beyyinatıyla bize bu yolu salıklar ve makuliyeti, düşüncenin sonsuza bağlanması şeklinde yorumlar: Yerinde "Onlar başlarının üstündeki ğöğe bakmazlar mı? Bakıp da bizim onu nasıl sağlamca bina ettiğimizi ve onda bir açık ve bir dengesizlik bulunmadığını düşünmezler mi?. Biz, yeri de yayıp döşedik ve orada da, dengeyi sağlamak için ağır baskılı ulu dağlar yerleştirdik.. ve zeminde, gözleri-gönülleri açacak her çeşit bitkiden çiftler yarattık. Bütün bunları, Allah'a yönelen her kula, Yaradan'ın kudretini hatırlatması ve dersler veren birer basiret nişanesi, ibret numunesi olsun diye yaptık. Ardından, gökten bereketli bir su indirdik. Onunla bahçeler ve biçilmeye müsait ekinler, salkım salkım meyveleriyle ulu hurma ağaçları yetiştirdik." (Kaf, 50/6-10) diyerek, dikkatleri semalara, semalardan yerküreye, ondan da rızka çevirerek bizi, aklımızı kullanmaya, düşünmeye; imanda derinleşmeye ve marifette zenginleşmeye çağırır. Yer yer mahsusatın önemini vurgulayarak, hemen her zaman gözümüz önünde bulunan küre-i arzı temaşa etmeye davet eder ve "Onlar yeryüzünde gezip dolaşmazlar mı ki, bu sayede düşünüp duygulanacak gönüllere, hakikatin sesini işitecek kulaklara sahip olsunlar. Ne var ki kör olan onların gözleri değil, sinelerindeki basiretleridir." (Hac, 22/46) der ve basireti kapalı gönüllerin mahrumiyetini vurgular. Zaman zaman da aklını, basiretini kullanmayanları tevbih sadedinde "Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, inanmayanlar gelip geçerken (kasdi tetkike almadıklarından) yüz çevirmiş olurlar da farkına varamazlar." (Yusuf, 12/105) ayetiyle ferman ederek niyet ve nazarın önemine dikkatleri çeker ve mücerret bakmanın bir mana ifade etmeyeceğini hatırlatır.

    Kur 'an, kainat kitabıyla alakalı referanslarının yanında, ele aldığı konuları takdimdeki sağlamlığı, muhtevasının düşündürücülüğü, mesajlarının kuşatıcılığı, ifadelerinin sihri, üslubunun müessiriyet ve inandırıcılığı ile de çok yönlü ayrı bir makuliyet örneği ortaya kor. Evet O, sırtını vahye dayadığı gibi hep akıl yörüngeli bir yol takip eder. Bütün mesajlarını akla, mantığa, muhakemeye tespit ve tescil ettirerek muhataplarının kapılarını çalar.. alaka uyaran bir üslubla gönüllere yürür.. aklın, hissin, şuurun itirazlarına meydan vermeyecek bir çerçevede konuşur.. ve talebelerini makuliyet adına sürekli rehabilite eder. O, iç içe yüzlerce konuyu, tek bir mevzuun tahlilinde bile zor ulaşılır bir ahenkle sunmasından, her mesajındaki içtenlik ve tesirine, inanca açık gönülleri itminana ulaştırmasından mütereddit ruhları ikna etmeye kadar her mevzuda arkasını vahye dayar ve insanlarla alış verişini makulün yamaçlarında gerçekleştirir.


  5. #5
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Aklın İki Yüzü ve Makuliyet

    Makul Ve Gayrimakul

    Bu açıdan diyebiliriz ki; eşyayı temaşa edip hadiseleri okuyabilenler, okuyup tevhide bağlayanlar makulü takip ettikleri gibi, Kur'an'ı duyup, dinleyip içine sindirenler de hep akli bir yol takip etmiş sayılırlar. Aksine, varlık ve hadiselerin iç yüzüne nüfuz edemeyip dışında kalanlar, akli bir yolda olmadıkları gibi, Kur'an'ı duymayan, dinlemeyen ve içine sindiremeyenler de aklın nurundan tam istifade edememişler demektir. Evet, varlık ve eşyanın okunup, düşünülüp değerlendirilmesi; değerlendirilip imana, marifete, Yaratıcı'yla münasebete bağlanması makul; her nesne ve her hadisenin değişik sebeplere, tabiata ve daha başka şeylere verilmesi de akıl dışıdır. Yaratıcı'nın varlığı, birliği, şerike, nazire, yardımcıya muhtaç olmayışı makul; her şekliyle şirk ve ilhad düşüncesi ise gayrimakuldür. Eşya ve hadiselerin şerh ve izah edilmesi, varlığın yorumlanarak bir gerçeğe bağlanması için, Allah'la insanlar arasında bir kısım elçilerin gerekliliği makul; nübüvvet ve İlahi mesajları kabul etmeme ise gayrimakuldür. Risaleler'deki mülahazalarla, bu çerçeveyi bütün iman esaslarını içine alacak şekilde genişletmek mümkündür. Ben şimdilik bu kadarının yeterli olabileceği düşüncesiyle, böyle bir genişlik içinde konunun mütalaasını, İslam müteferriklerinin kitaplarına havale edip geçiyorum.

    Ahmak Düşmanımızdır...

    Bir diğer zaviyeden, anlama, idrak etme, kavrama manalarına gelen akıl; şöyle-böyle tarifi içine giren hususları kavramada önemli bir vasıta ve ruhun hayati dinamiklerindendir. Anlaşılacak şeyler onunla anlaşılır, onunla kavranır, onunla değerlendirilir ve onunla bir neticeye bağlanır ki, aksi ahmaklık, aptallık ve idraksizlik demektir. Ahmak, aptal ve idraksizler, makul olmayan yolların avare ve gayesiz yolcuları gibidirler ki; ne kainat kitabını anlar, ne eşya ile hemhal olabilir, ne Kur'an'ı duyar ne de mükellefiyet sırlarına akıl erdirebilirler.. evet böylelerinin, dini de, dinin ruhunu da, varlığın hedef ve gayesini de bilmeleri mümkün değildir. Peygamberimize isnad edilen bir sözde "Ahmak bizim düşmanımızdır." denir. Mevlana, bu sözü serlevha yaparak o engin söz üstadlığıyla içini şöyle döker:

    "Peygamberimiz (sas): "Kim ahmak ise o bizim düşmanımızdır; yol kesen eşkiyamızdır." der. Akıllı kişi bizim canımızdır. Ondan gelen serin esinti bize bir reyhan ve fesleğen kokusu getirir. Akıl kızıp bana sövse de, ben başımı eğer, ona ses çıkarmam; çünkü o, her zaman bana feyiz bahşeden Zat'tandır.. aksine, ahmak gelip ağzıma helva koysa da, ben onun helvasından ateşlenir ve hasta olurum."

    Diğer tasavvuf büyüklerine göre de, ötelerden beslenen semavi akıl, cismani arzuların boynunda bir kement gibidir. Hırs, öfke, şehvet gibi bedeni istekler o zinciri kırmadan kat'iyen kendilerini ifade etme fırsatını bulamazlar. Bu manadaki akıl, insani değerleri korumanın polattan kilidi ve ebedi saadetlerin de büyülü anahtarıdır. Akıl, nefse bağlı arzuların çenesinde bir gem, ağzında bir fermuar ve ruhu sonsuza uçuran bir melek kanadıdır. Nefis, her an ayrı bir hezeyanla insanı, çok değişik problemlere sürüklemesine karşılık, akıl, onun oyunlarını bozan semavi bir güçtür; hem öyle bir güçtür ki, eğer kalbe bağlanıp onun varidatıyla beslenmesini sürdürebilirse, onun yere serip üzerine çullanamayacağı düşman yok gibidir. Aksine eğer o, kalbten koparılarak semavi iken türabileştirilirse, o zaman da düşmanlara rehberlik yapan bir haine dönüşür; gider şehvetin yanında yerini alır.. kine-nefrete arka çıkar.. cerbezeye girer ve semaviliğe karşı koymaya çalışır.. diyalektiğe dalar ve batılı hak göstermeye başlar.. demagojiyi marifet sayarak, sürekli ihtilaf ve iftiraklara sebebiyet verecek şekilde tartışmalara girer; girer ve başkalarını mağlup edip utandırmayı bir zafer gibi görür.. sık sık kalbini öldürür ve onun enkazı üzerinde nefsine otağlar kurar.. her gün birkaç defa şeytanı sevindirecek levsiyat içine girer ve ruhunu dinamitler..

    İşte, bu ölçüde bağını koparmış ve bir azgınlık unsuru haline gelmiş akıl da, yine Mevlana'nın ifadesiyle, bir vehim ve zan kaynağıdır. Bu azgın akıl, Hz. Mustafa'nın (sas) önünde mutlaka kurban edilmeli ki; sonra da "Hasbiyallah" denilerek Allah'a yürünmelidir. Fuzuli merhumun da, bu meş'um akla diyeceği bir çift sözü vardır:

    Ben akıldan isterim delalet,

    Aklım bana gösterir dalalet..

    Hollandalı, "Deliliğe Methiye" yazarı Erasmus, böyle bir akla karşı hep müstehzidir ve alaylı bir şekilde onun hiçbir şeye yaramadığını hem de ısrarla vurgular.

    "Kıymetli şeyler bozulunca zararlılardan daha zararlı hale gelir." vecizesinden hareketle diyebiliriz ki, insanı diğer canlılardan ayıran bu en önemli derinlik, onu Allah'ın muhatabı olma seviyesine yükselten bu yüce cevher, keza onu kalbi ve ruhi hayata yükseltmede ilk muallim ve rehber, vahiyle beslenip semaviliğini koruduğu, kainat kitabını okuyup mütalaalarını marifete çevirebildiği sürece meleklerden farksızdır. Allah'tan kopup, tabiat ya da nefse bağlandığında da, insan bünyesinde bir yılan, bir akrebe dönüşür ve onun ebedi dirilişinin ab-ı hayatı iken, ebediyen ölümünün zehiri haline gelir.




Benzer Konular

  1. 42. Sevgilinin yüzü.
    By Günışıgı in forum Edebiyat
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 22.06.09, 20:50
  2. Küfrün bir yüzü
    By BaRLa in forum Risale-i Nur'u Yeni Tanıyanlara
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 21.06.09, 14:41
  3. Aklın Dinimizdeki Yeri
    By SiLa in forum İslami Konular Ve Kaynaklar
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 30.10.08, 13:15
  4. Aklın dinde önemi büyüktür
    By Konyevi Nisa in forum Dinimiz ve diğer dinler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 11.10.08, 11:14
  5. Rahmetin İki Yüzü
    By Konyevi Nisa in forum Allah (c.c) Hazretleri
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 19.09.08, 18:37

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •