2 sonuçtan 1 ile 2 arası

Konu: Din ufku

    Share
  1. #1
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Din ufku

    DİN UFKU

    Hakikat sevgisinin bir yanını ilim, diğer yanını da din teşkil eder. Evet, insanın idrak ve şuuruyla, varlık arasındaki münasebet ve alâkanın bir tarafında hakikati keşif ve tesbit, öbür tarafında da ona karşı belirlenecek tavır söz konusudur. Birinci hususu, dinin bilgi kaynakları da dahil ilim takip eder. İkinci hususu ise, din belirler. Temelinde, varlığın tahlil ve izahı, hakikat keşfetme aşk ve iştiyakı olmayan ilim kör ve onun tesbitleri de çelişkiden hâli değildir. Ferdî, ailevî, içtimaî bir çıkar mülâhazasıyla elde edilmeye çalışılan ilmin, her zaman bir kısım tıkanıklıklarla karşılaşması mukadder olduğu gibi, bir zihniyet, bir düşünce, bir parti ve bir doktrine bağlı olarak ulaşılan bilginin de gidip er-geç sarpa sarması kaçınılmazdır. Din; kendi içindeki bilgi kaynaklarıyla engin bir ilim havzı olması itibarıyla, hakikat aşkı, hakikat tutkusu açısından hayatî bir unsur, önemli bir dinamik ve bilginin ufkunu aşan konularda da açık üsluplu, ama derin edâlı yanıltmayan bir rehberdir.

    Ne var ki her zaman ilmin, belli düşünce, belli cereyan ve belli doktrinlerin yedeğine verilerek, ufku sığlaştırılıp, hazımsız, mütehevvir, kavgacı ve hakikatin yolunu kesen bir gulyabanî haline getirilmesi mümkün olduğu gibi, semavî bir gerçek olan dinin de, fanatik düşüncenin elinde kin, nefret, gayız, intikam hislerine me’haz gösterilmesi her zaman ihtimal dahilindedir. Bir objenin kendi zıddı gibi vehmedilmesi ne büyük çelişki!

    Şimdi bir bilim yuvası düşünün ki –aslında o, mâbed gibi mukaddestir– şu şekilde veya bu şekilde herhangi bir felsefî cereyana takılmış, hattâ ona esir olmuştur. Orada ilim, hür olmayan bağnaz bir düşüncenin elinde tutsak demektir ve cehaletin en lânetle anılanına rahmet okutturacak kadar da mel’undur. Ve bir din ki, siyasî-gayri siyasî bazı hiziplerin çıkarlarına vasıta yapılmak istenmektedir; artık mâbed o hizbin daraltılmış mâlikânesi, orada ibadet de bir tür teşrifat merasimi haline getirilmiş demektir ki; böyle bir durumda, dinin de, diyanetin de lâhutîliğine kıyıldığında şüphe yoktur.

    Evet, bir toplumda eğer bazıları “ilim” diyor ve bilim yuvalarını kendi villalarıymışçasına arzularının, heveslerinin, ideolojilerinin vitrini gibi kullanıyorlarsa, o ilim yuvaları çoktan mâbed olmadan çıkmış, arzuların, hırsların, nefretlerin bilendiği bir arenaya dönüşmüştür. Yine bir cemiyette eğer bazıları “dindarlık” diyor ve kendileri gibi düşünmeyenlere; düşünmeyip onlarla aynı siyasî mülâhazaları paylaşmayanlara kâfirlik, zındıklık, münafıklık sıfatlarını yakıştırabiliyorlarsa, böylelerinin temsilinde din –günahı bu sahte temsilcilere ait– insanları Allah’dan uzaklaştırma, onların gönüllerini karartma ve ümit kapılarını yüzlerine kapama gibi tamamen onun maksad-ı tenziline muhalif bir fobi haline getirilmiş demektir. Doğrusu, kinle, nefretle, gayızla köpüren ağızlarda ve ruhları karartan kalemlerde din düşmanlığı ne ölçüde bir bağnazlık ve şeytana sunulmuş onu memnun eden bir armağansa; “din” deyip falan görüşü, filan düşünceyi kritik adına sıkılarak havaya kaldırılmış yumruklar da o ölçüde bir yobazlık ve gök ehlini hüzne boğacak bir cehalet örneğidir.

    Görünümü ne olursa olsun bir insan, hakikî imanın ne olduğunu, vicdanın ne ile seslendiğini bilemiyor, ilâhî aşk ve muhabbetten nasipsiz, Allah nezdinde büyük olan şeyleri büyük, küçük olan şeyleri de küçük görüp, küçük kabul etmiyorsa, böyle birini tam dindar görmek, dinin semavîliğine ve evrenselliğine karşı en büyük bir saygısızlık olsa gerek. Dinin de, ilmin de en büyük düşmanı, hevâ, heves ve bir kısım arzularımızın, yerinde fikir zannedilmesi, yerinde de bir dindarlık gibi gösterilmesidir. Bu husus insanlarda geniş zeminli bir boşluktur ve bu boşluğun kaynağı da onların zaaflarıdır.. bu zaafların başında da, olduğumuzun üstünde görünme ve yeteneğimizin kat kat fevkinde beklentilere girme zaafı gelir. İşte bu zaaftır ki, mâşerî vicdanın kutsal kabul ettiği ilim ve dine ait bir kısım değerlerle doldurulmaya çalışılmaktadır. Daha doğrusu din bazılarınca, kendi boşluklarını doldurmada tıpkı bir dolgu maddesi gibi kullanılmak istenmektedir. Vicdanın, böyle beşerî bir zaafa karşı, hakka kilitlenmiş en güçlü silahı hakikat aşkı ve ilim sevdasıdır.. evet, bilgiç görünen dimağların yosununu, dine taraftar gibi görünen düşüncelerin de pasını silecek bir iksir varsa, şüphesiz o da Allah aşkı, O’ndan ötürü bütün varlığa sevgi ve hakikat aşkıdır. Gönüller aşkla coşup, ruhlar muhabbetle şahlanınca, bütün beşerî boşluklar, zaaflar ya tuz-buz olur gider veya yararlı birer hayat iksirine inkılâp ederler.

    İnsanları Allah sevgisine ve varlıkla münasebete taşıyan hakikat aşkını, yeryüzü, peygamberlerle tanıdı ve benimsedi. İlk günden itibaren, her nebi, yolundakilere birer aşk emiri olarak rehberlik yaptı ve onlarla muamelelerini aşk kaneviçesi üzerine örgüledi, derken gidip bu ilâhî aşk havzı içinde eriyerek, misyonuyla hedeflenen gerçek değerine ulaştı. Hazreti Mesih, insan sevgisine dayalı bir hayat şiiri besteledi ve bu duyguyu değişik şekillerde seslendirerek misyonunu sürdürdü. İnsanlığın İftihar Tablosu, Fuzûlî’ce bir nefesle ifade edecek olursak, “Aşıklar leşkerine mîr-i livâdır sühanım (sözüm)” diyerek dünya evini şereflendirdi ve ömür boyu da hep sevginin sesi-soluğu olarak inledi durdu.. bu ilâhî sevgi önü alınmaz bir aşkınlığa ulaşınca da, gözü aşk u muhabbetin öteler televvününde ukbâya yürüdü. Kur’ân sesinde ve mûsıkisindeki büyüleyiciliğin yanında –imanla ve iyi bir konsantrasyonla okunabilirse– aynı zamanda bir baştan bir başa aşkın sesi-soluğu, iştiyak ve vuslatın da birleşik noktasıdır. Hakikat tutkusu, ilim sevdası, araştırma cehdi, sorgulama ciddiyeti, murakabe gayreti Kur’ân’ın hemen her sûresinde, mü’min gönüllerin dikkatini çekecek kadar üzerinde çokça durulan konular oldukları gibi, dikkatli ruhların her uğrayışlarında, yeni yeni cevherler buldukları birer pırlanta yatağı gibidirler. Kur’ân’ı dikkatle takip eden her düşünce seyyahı, mutlaka kendini bu pırlanta yataklarından herhangi birine ulaştıracak bir damarda bulur ve kim bilir hazzına doyulmayan ne yol mülâhazalarına ulaşır...

    Ama ne gariptir ki, bütün acılarımızı dindirecek, asırlık yaralarımız üzerinde panzehir tesiri icra edecek ve muhteva itibarıyla zenginlerden zengin bu kitap; tutkusu başka, aşkı başka, sevdası başka; araştırmalarında sathî; değerlendirmelerinde çarpık; sorgulamaları hep başkalarına yönelik; duyguları hırs ve menfaate kilitlenmiş; aklı, mantığı hislerinin önünde; muhakemesi kaprislerine yenik; iç derinlik ve muhtevadan ziyade “vitrin, vizyon” arası gelip-giden ne ruh fakirleriyle temsil edildiğinden –vebali biraz da bakanın nazarının matlaştırmasında– onun durulardan duru safvetine gölge düşmekte ve mütereddit ruhlarda da şüpheler hasıl olmaktadır. Doğrusu, âhiret yolunda ve metafizik yamaçlarda görünseler de böyleleri, gözlerini maddî çıkar kör ettiğinden, ruh ile mânâ ile yoğrulmuş bir dünyayı kendi çerçevesiyle kavrayamayacak ve aksettiremeyeceklerdir. Dahası bunlar, başkalarının değişik zaafları üzerine kurulmuş dünyalarına bakarak, aynı silahla silahlanma, aynı malzemeyi kullanma gibi hatalara düşecek ve bir mânâda “ötekiler” dedikleri insanlarla aynı şeyleri paylaşmak suretiyle, onlarda görüp ayıpladıkları fenalıkları, birkaç gün sonra milimi milimine taklit edecek ve santim santim onları izleyeceklerdir. Böyle hedefsiz ve gayesiz bir mücadeleden şimdiye kadar kimse kârlı çıkmamıştır. Aksine herkesin, ayrı bir hüsran âh u vâhıyla inlediği böyle bir mücadelede millî ruh kaybetmiş ve zarar eden de bizler olmuşuzdur.

    Kur’ân, yeryüzüne engin bir denge anlayışıyla inmiştir; o, ferdin, ferdle, aile ile, toplumla, sonra da bütün bir varlıkla münasebetlerini dengelemiş ve müntesiblerine umumî ahenge giden bir yolu salıklamıştır. Biz ise, onun ruhunu, kendi mantığımızın dar çerçevesine sıkıştırarak, evvelâ o çok genişi daraltmış, evrenseli mahallîleştirmiş; sonra da aşkını, âdiyatın zeminine indirerek onun gökçek yüzüne üst üste küsûflar yaşatmışızdır. Said b. Cübeyr, Ebu Hanife, Ahmed b. Hanbel, İmam Serahsî... gibi yüksek mefkûre insanları zulme taraftar olmak şöyle dursun, ona karşı en küçük tavize dahi meyletmeden her zaman, Allah’a açık vicdanlarının sesine-soluğuna göre karar vermiş ve saraylardaki zevk ve safâ yerine, zindanlardaki cefâyı –estağfirullah– Hakk’a kullukla gerçek derinliği bulmuş düşünce ve vicdan hürriyetini seçmişlerdi.

    Evet, hedefli yaşayanlar hedefli ölürler; ölünce de mezarları gönüller, hattâ bütün bir mâşerî vicdan olarak orada ebedlere kadar yaşarlar. Bu yüksek ruhlara mukabil, çıkarlarının esiri kurnaz geçinen talihsizler ise, dünyada her şeyi boş verir ve hep hevâlarının, heveslerinin tasmalı köleleri olarak kalırlar ki, bunların yaşamaları bir zillet, arkada bıraktıkları tam bir melânet, akıbetleri de felâket üstüne felâkettir.

    Kur’ân’ın sadık bir talebesi –siz ona, bir mefkûre insanı da diyebilirsiniz– kendi aşk u şevki, heyecan ve tutkularının ötesinde başkalarını da terkisine alıp sonsuza taşıyan bir ebediyet süvarisidir. O, düşünce dünyasına göre idealize ettiği ufkuna doğru ilerlerken, başkalarının realite dedikleri pek çok şeyi çiğner-geçer; çiğner-geçer de bir kısım mefkûrezedeler onu deli sanır.

    Aslında, gaye ve hedef bizim için, önümüzü kesip bizi duygularımızdan yakalayan ve madde ile, menfaat ile, çıkar ile, şöhret ile çepeçevre sarılı bu dünyanın dışında, bir ruh âleminin, bir metafizik atmosferin göbeğine fırlatan bir mancınık gibidir. Ona, şöyle veya böyle kilitlenen herkes, bugün olmasa da yarın, tıpkı rampadaki bir füze gibi gidip Hak katındaki yörüngesine oturması mukadderdir. Din, bütünüyle bu ideal tipi besleyen bereketli bir kaynak, Peygamber de bu mübarek kaynağın şefkatli sunucusu, ciddiyetli temsilcisi ve onun semavî orijinine en uygun yorumlar getiren bir tefsircisidir. Bu itibarla da O, arkasındakilerine hep en iyiyi, en mükemmeli, en beşerî olanı salıklayan ve vaz’ettiği prensiplerle en uzak geleceğe açık bulunan bir müceddid, bir müşerri’ ve bir inkılâp insanıdır. Kur’ân’ı kendi derinlikleriyle görmeyenler, o Zat’ı da, Kur’ânî derinliklerin en mâhir dalgıcı olarak kabul edemeyenler, sözüm ona, kendi derinliklerinde –ona da derinlik denecekse– boğulmuş öyle bahtsızlardır ki, yer yer Kur’ân’da kendi sığlıklarının aks-i sadâsıyla sarsılır geriye durur; zaman zaman tarihsellik hezeyanına sığınır ve kendi boşluklarını seslendirirler ki, bunların çoğunun yorum ve temsillerinde din, daha doğrusu diyanet ya üstûrelerle delik-deşik olmuş bir ucûbe, ya da zamana yenik düşmüş ve çağıyla savaşan –hâşâ– çağ dışı bir sistemdir.

    Oysaki Kur’ân, derinliğinin sırrı duruluğu öyle engin, öyle zengin bir kaynaktır ki, her muhatap onu, kendi idrak seviyesinin ufkunu aşkın bulup daha ilk kademde böyle bir kaynağa sahip olmanın itmi’nânına erebilir. Sonra da idrak ufkunun inkişafıyla onu hep, bir gökkuşağı gibi ve ulaştığı her noktanın ötesinde, ulaşılması imkânsız bir tâk gibi müşahede eder. Diyanet ise, işte bu ışık kaynağının, zeberced bir prizmadan hayatın içine akan, onu yoğuran, şekillendiren öyle aşkın bir yorumudur ki, onu duyup hissedenler, onda hep seviyemizin söylendiğini gördükleri halde yine de taklidi imkânsız bir “sehl-i mümteni” ile karşı karşıya kalırlar.




  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 18.536, Level: 86
    Points: 18.536, Level: 86
    Level completed: 38%,
    Points required for next Level: 314
    Level completed: 38%, Points required for next Level: 314
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    İslam-Gülü - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    sendenim
    Mesajlar
    2.745
    Points
    18.536
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    20

    Standart Cevap: Din ufku

    Rabbim razı olsun
    Elif olmak zordur
    Çünkü elif olmak
    Yuvarlak bir dünyada dik durmanın
    Dik ve önde
    Belki acıyla
    Ama vazgeçmeden durmanın
    Dünya ne kadar dönerse dönsün
    Olduğu yerde kalmanın adıdır elif olmak
    Kaç silah varsa elife çevrilir
    Elif hep olduğu yerdedir
    Silahlar patladığında ilk vurulan eliftir
    Zordur elif olmak
    Elif olmak hep vurulmaktır
    Elif olmak yalnızca elif olmaktır
    Ne B, ne T, ne S
    Elif
    Yalnızca elif
    Elif demeden hiçbir şey denilemez
    Ben elif dedim
    Artık her şeyi söyleyebilirim...

Benzer Konular

  1. Ümit Ufku
    By BaRLa in forum Risale-i Nur'u Yeni Tanıyanlara
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 23.06.09, 09:41
  2. Utanma Ufku
    By BaRLa in forum Risale-i Nur'u Yeni Tanıyanlara
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 21.06.09, 17:02
  3. Huzur ufku
    By BaRLa in forum Risale-i Nur'u Yeni Tanıyanlara
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 21.06.09, 14:40
  4. Kalp ve Ruh Ufku
    By BaRLa in forum Serbest Kürsü
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 16.06.09, 18:23
  5. Birbirinizin ufku olmalıydınız
    By Hakikatbin in forum Serbest Kürsü
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 25.09.08, 22:02

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •