Hicret

Hicret engin gâyeli mukaddes bir göç.. inanç, duygu ve düşünce zenginliğiyle beslenerek gerçekleştirilen böyle hedefli bir göç, hulûsun derinliği ölçüsünde insanın semâvi seyahatlerine denk sayılabilir. Ünsanlığın Üftihar Tablosu, bu seyahatin hem semâvi olanıyla hem de arzda cereyan edeniyle şereflendirilmiştir. Bunlardan birincisi, has çerçevesiyle O’na mahsus ve başkasına müyesser değil; ikincisi ise belli şartlar altında, kıyamete kadar herkese açık bir şehrahtır. Peygamberlik semâ-sının ayı-güneşi o büyük insana kadar, binler ve yüzbinlerin yürüyüp gittiği feyiz ve bereketiyle pırıl pırıl bir şehrah. Hiç şüphesiz bu mukaddes göçün tarihin kulağına küpeÓ diyebileceğimiz en anlamlısını da, sadıklardan sadık arkadaşlarıyla, beşerin Medar-ı Üftiharı gerçekleştirmişti.. O, ayağını sağlam basabilecek emin bir mekâna yerleşmek, vefalı dostlarına pürvefa yardımcılar bulmak, arzın göbeğinden göğsüne sıçrayarak orada sitesini kurmak ve yepyeni bir tarih ve medeniyet projesiyle iç içe derinlikleri olan evrensel bir dine insanları ulaştıracak köprüler kurmak için, emri öteden, böyle bir göçe katlanmıştı.

Plân ve proje geniş ve semâ buudlu.. mebde’ ve netice arasındaki mesafeler insafsız.. bir baştan bir başa iblis ve gulyabaniler güzergâhı bu uzun yolda, her yanda kötülük duygu ve tutkusu, her dönemeçte bir yığın fitne ateşi.. evet bütün bu olumsuz şartlara rağmen gönülleri ümit, itmi’nân ve inşirahla coşturmaya yetecek kuvvet kaynağı ki Allah bize yeter, O ne güzel vekildirÓ dilinde ve gönlünde.. Allah’a dayanmış, tevfike râm olmuş ve bu uzun yola koyulmuştu.. koyulmuştu ve yürüyecekti arkasına bakmadan.. yürüyecekti arkasındakileri bırak-madan...

O gün, Mekke’nin inkârcı ve dayatmacı zorbaları karşısında her yol deneniyor, her çareye başvuruluyordu ama, bu gâye ve vazife insanına göre, yapılanlarla olanlar arasında tenasübün bulunmadığı da bir gerçekti. Üşte bu tenasübsüzlük, zaten, vazife şuuru ve hizmet aşkına kilitli Hazreti Sahib-i Risaleti, Mekke’nin dışında yeni muhataplar aramaya sevkediyordu. Tâif bu mülâhazanın ilk rüyası, peygamberlik davasının Mekke dışındaki ilk konağı ve bir sürü eza ve cefaya rağmen, tek bir mümin tesellisiyle mağmum fakat ümitli geriye dönülen ilk hicret ülkesi olmuştu. Sonra Mina’nın sarp, ürperten fakat candan Akabelerinde taşradan gelenlerle sırran tenevveratÓ kuşağında cereyan eden gizli görüşme ve âşina sineler arama. Aranan kimdi onu kestirmek çok zordu ama, bulunan Medine’nin altı talihlisi olmuştu. Ülklerden bu altı bahtiyar, insanlığın makûûs kaderinin değiştirilmesinde, nübüvvet elinin kullandığı ilk manivela olacaktı. Beşerin ebedi halaskârı hakkında bütün bildikleri, sırf Yahudi cakası bir kulak dolgunluğundan ibaret olan: Allah son bir peygamber daha gönderecek ve Üsrailoğulları O’nun bayrağı altında cihanla bir kere daha hesaplaşacaklarÓ söylentisiydi. Gerçi bu ümniye onların işine fazla yaramamıştı ama, Medine yerlilerinin sinelerindeki hakikat tutkusunu yönlendirmeye ve ateşlemeye yetmişti. Bu basit malumât o zaman, bir büyük gerçeğin kuluçkası ve cevher madeni olmuş, mevsimi gelince de, ebedlere kadar EnsarÓ nâm-ı celiliyle serfiraz olacak Medine halkının etekleri mücevherlerle dolmuştu.

Bu ilk altı kutluyu, daha sonra, ayrı bir on bahtiyar takip etmiş, müteakip sene de, içinde kadınların da bulunduğu yetmiş kişilik bir kudsiler topluluğu ikrarlarını ilân, teslimiyetlerini ifade ve Resûlullah’ın çağrısına evetÓ demenin yanında, Efendimiz’i Medine’ye davet etmek üzere, yine bir kuytu yerde o Ebedi Halaskâr’la görüşmüş, biat etmiş ve O’na Buyurun beldemize!Ó demişlerdi. Ciddiydiler; O’nun getirdiği her şeyi kabullenecek, O’na teslim olacak, nefislerini, kadınlarını, çocuklarını koruma mevzuunda gösterdikleri aynı hassasiyeti O’na karşı da gösterecek, O’nu bağırlarına basacak, koruyacak ve canlarından aziz tutacaklardı. Bunun karşılığında da Allah onlara cennet vaadediyordu. Anlaşma tamam.. Rasûlullah mütebessim.. Ensar memnun.. ve Medine’nin kapıları da Muhacirlere ardına kadar açıktı.

Üçer-beşer Mekke boşalıyor.. açık-kapalı herkes Medine’ye akıyor.. hicret edenlerin fedakârlığı, Ensar’ın isâr ruhuyla bir başka televvüne ulaşıyor ve derken arz yolculuğu âdeta miraçlaşıyor, semâvileşiyor ve mekân üstü âlemlerde meleklerin seyahatı çizgisini buluyordu. Tabii, arzdaki bu semâvi yolculuğun en son kafilesi de yine peygamberlik kafilesinin sonuncusuyla noktalanıyordu. Ama her mazhariyetin maruziyet çizgisinde cereyân esprisiyle, O’nun hicreti de belanın en çetini hep peygamberlerin başına...Ó esasına göre gerçekleşiyor ve o korkunç ölüm vadileri teslimiyet ve tefviz kanatlarıyla aşıla aşıla münevver beldeye ulaşılıyordu.. hem öyle bir ulaşılıyordu ki, ne Sürâka’nın o günkü ruh haleti itibariyle sirkatinden daha karanlık düşüncelerine, ne Sevr Mağarasının içinde ve dışındaki çıyanların ağına, ne de yoldaki haramilerin fiili insafsızlığına maruz kalınıyordu. Sürâka sahâbeliğe namzet bir dosta dönüşüyor.. Büreyde arkadaşlarıyla beraber Üslâm’la tanışıyor.. ve derken o Gül Ünsan, tipinin-boranın estiği yollarda, her yanı gül bahçesine çevire çevire köyüne yürüyordu...

Duyguları kan, düşünceleri kan, gözleri kan bir sürü kanlı deli Mekke’de esire dursun, Allah Rasulü Medine halkının seniyye-i vedaÓ türküleri arasında otağını, bugünkü yeşil kubbenin bulunduğu bir kutlu yere kuruyor ve mescidle iç içe mübarek hanesine yerleşiyor.. yerleşiyor, sonra da Ülâhi mesaj ve ruhunun ilhamlarıyla çevreye hayat üflemeye başlıyordu. -O hayatın kaynağına da onu üfleyene de ruhlarımız feda olsun!-

Hazreti ådem, hicret mânâ ve ruhunun vaadettiği uhrevi enginliğe ulaşmak için, cennetten dünyaya uzanan bir uzun sefere çıkmış.. Hazreti Nuh, karalardan sonra denizlerde de ürperten bir seyahate katlanmış.. Hazreti Übrahim, Babil, Hicaz, Kenan ili deyip durmadan dolaşmış.. Hazreti Musa, anne evinden Firavun sarayına, oradan da Mısır ve Eyke arasında hep mekik dokumuş durmuş.. Hazreti Mesih eski peygamberlerin geçtiği bütün köprülerden geçmiş.. ve bu dönemin ilk kudsileri de eski dünyanın hemen dört bir yanına irşad ekipleri tertip etmişlerdi.

‚ağın kudsilerine gelince; onlar Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek, barınacak birçok yer ve genişlik bulacaktır. Kim evinden Allah rızası için ve Resûlullah’ın yolu deyip ayrılıp da yolda ölecek olursa onun mükafatı Allah’a aittirÓ diyerek dünyanın her yanına dağılacak ve asrın gerektirdiği usûl ve metodlarla soluklarını her tarafa duyuracaklardır. Onların bu hicretleri sayesinde imana, Kur’an’a uyanacaklar olabileceği gibi, vicdanlarında dostluğu ve diyaloğu duyanlar da olacaktır.

Evet onlar, Hira Dağından ruhlarına akseden mirası, gezip her yerde soluklayacak.. ümitsizlikle uyuşmuş gönüllere diriliş yollarını gösterecek.. mantıkla Ülâhi vâridâtı birden duyup, herkese duyuracak.. kalp ile Kur’an arasındaki engelleri kaldırarak şu birkaç asırlık ayrılığı sona erdirip bir en büyük buluşmayı sağlayacak ve hareketlerinin tamamen iman, aşk ve heyecan yarışı olduğunu, günümüzün sarsık, yeisle kıvrım kıvrım ve tutarsız çocuklarına öğreterek, onları fâni hayatın dar ve boğucu atmosferinden kurtarıp bir kere daha onlara var ve hür olma yollarını, sevme ve saygılı davranma adabını öğreteceklerdir.