KUR’ÂN’DA HZ. MUSA VE KAVMİ
Hz. Musa (aleyhisselâm)’ın Allah (celle celâluhu)’dan on emri almaya gittikten sonra arkada bıraktığı kavmi İsrail-oğulları arasında meydana gelen fitneye karşı Hz. Harun (aleyhisselâm)’ın tavrı, döndükten sonra Musa (aleyhis-selâm)’ın Harun (aleyhisselâm)’a karşı davranışı, Sâmirî ve Musa (aleyhisselâm) arasında geçen konuşmalar, gerek ferdî gerekse içtimaî sahada patlak veren problemlerin çözümü adına bize ne gibi mesajlar sunuyor?
Kur’ân-ı Kerim’de anlatılan bu hâdise, genel mânâda, o dönemdeki İsrailoğulları’nın karakterini ortaya koyan ve peygamberleriyle olan ilişkilerini gün yüzüne seren uzunca bir serancâmedir. Yine aynı hâdise, o günkü Musevîlerin kendi karakteristik yapılarının, rehberlerine de –ki enbiyâ-i izamın fâikiyetleri hakkındaki mülâhazalarımız mahfuz– bir ölçüde aksedişinin ifadesidir. Nasıl ki beşerin peygamberi beşerden, meleklerin resûlü meleklerden oluyor; aynen öyle de, Hz. Musa (aleyhisselâm) da, hususî bir karakterle inşa edilmiş kendi cemaatinin bir peygamberidir.
Şayet Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), o dönemde peygamber olarak gönderilse idi, herhalde Hz. Musa gibi olur; bütün bütün o topluluğun tarz-ı telâkkîlerinden, maddeye yaklaşımlarından, mânâ anlayışlarından süzülen bir düşünce halîtasını nazar-ı itibara alarak mesajlarını sunardı. İhtimal sadece Allah nezdindeki makbul çerçeve korunup, onun ötesinde zaman-mekân-insan mülâhazasına göre her şey vaz’edilirdi. Nitekim Hz. Musa’dan sonra Seyyidina Hz. İsa, İsrailoğullarında benimsenen genel çerçeveyi tâdil edici şeylere girmiştir. Bu açıdan Hz. Musa’nın, Hz. Harun ile arasındaki münasebeti, Hz. Harun’un İsrailoğulları’na karşı tavrını, İsrailoğulları ile peygamberleri arasındaki diyaloğu vb. doğrudan doğruya bizim eğitim anlayışımız, hizmet felsefemiz için ele almak tam yerinde olmayabilir. Çünkü ümmet-i Muhammed, yapı, karakter, hususiyet itibarıyla o topluluktan çok farklıdır.
Kur’ân kıssalarının hikmet açısından bir diğer yönü de eğitimdir ve insanların ondan ibret alması esasıdır. Her ne kadar İsrailoğulları yapı, karakter itibarıyla ümmet-i Muhammed’den farklı da olsa, bizim içimizde de her zaman o karakterde insanların çıkması muhtemeldir. Hatta belki İsrail-oğulları ile münasebette bulunacak, onlarla içli-dışlı olacak ve biz farkına varmasak da, bir gizli etkileşimle bu tür anlayışlar bizde de tesir icra edecektir. Bu açıdan o dönemde cereyan eden hâdiselerin ve bu hâdiselerin yorumlarının bilinmesinde yarar var. Başka bir ifadeyle en az ihtimalle de olsa ümmet-i Muhammed arasında ahlâk bakımından bir başkalaşma söz konusu olduğu zaman veya küçük küçük de olsa, bizden evvelkilerin tesirine girmeme bakımından takınılacak tavırlar önemlidir. Evet, bizim genel tavrımız, genel ahlâkımız, iman ve Kur’ân’a hizmet felsefemiz, Muhammedî ruh ve Muhammedî mânâya endekslidir. Ancak bunun değişmeden hep böyle kalacağına dair teminatımız yoktur.
Bunların toplumumuzdaki problemlerin çözümünde uygulamaya konulması meselesine gelince, ben o tür problemler üzerine gitme ve onlara nasıl müdahale edilmesi gerektiği hususunda takınılacak tavır ve kullanılacak dinamikler açısından, yeterince üzerinde durduğum kanaatindeyim. Eğer söylenecek ve akla gelecek şeyler bunlardan farklı ise, başta o hâdiselerin bir kere daha cereyan şekli, kendilerine has karakteristik çizgileri ile ele alınması ve bize vereceği ne var ne yok, bunların incelenmesi gerekir. Meseleye genel yaklaşımımızı bu şekilde özetledikten sonra, şimdi de sorulan soru muvâcehesinde kıssadan çıkarılabilecek nükteleri, Kur’ân-ı Kerim’in değişik âyetlerini de nazar-ı itibara alarak takip etmeye çalışalım.