Resûlullahın �sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem�, sâliklere feyz gelmesine vâsıta olmasını açıklıyorum. İyi dinleyiniz! (Cezbe) yolunda, Allahü teâlâ çekdiği için ve tâlibe çok ihsânda bulunduğu için, vesîleye, vâsıtaya lüzûm yokdur. (Sülûk) yolunda ise, tâlib ilerlemeğe çalışdığından, vâsıta lâzımdır. Cezbe yolunda vâsıta lâzım değil ise de, cezbenin temâm olması için sülûk lâzımdır. Sülûk, tevbe ve zühd ve başka belli şeyleri yapmağa çalışmakdır. Ya�nî islâmiyyete uymakdır. Sülûksüz olan cezbe, temâm olmaz, noksân kalır. Hind kâfirlerinden ve mülhidlerden, sapıklardan, cezbesi olan çoklarını gördüm. Fekat, bunlar, islâmiyyetin sâhibine uymadıkları için cezbeleri noksân ve bozukdur. Cezbeleri bir görünüşden ileri gidememişdir.
Süâl: Cezbeye kavuşmak için, hiç olmazsa biraz seçilmiş ve sevilmiş olmak lâzımdır. Allahü teâlânın düşmanı olan kâfirlerde nasıl oluyor da cezbe bulunuyor?
Cevâb: Kâfirlerden bir kısmının hakîkatlerinde biraz muhabbet bulunabilir. Bu yoldan, kendilerine cezbe hâsıl olabilir. Fekat, islâmiyyetin sâhibine �sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem� uymadıkları için bu cezbelerinin sonu gelmez. Ellerinden kaçırırlar. Bu cezbeleri, onlar için huccet olacak, bu yoldan da sorguya çekileceklerdir. Cehl ve inâd ile bunu elden kaçırdıkları için, suçlanacaklardır. Allahü teâlâ, hiçbir kuluna zulm etmez. Onlar kendilerine zulm ediyorlar. Cezbe yolunda sülûk ederek, ya�nî islâmiyyetin sâhibine uymağa çalışarak kavuşanlar, arada vâsıta ve perde olmadan kavuşurlar. (Yerin dibine bir ip uzatsaydınız, Allahü teâlâya kavuşurdunuz!) sözü bunu göstermekdedir ki, Allahü teâlâya çekilirseniz, en bilinmiyen makâmlara varırsanız, sizinle Allahü teâlâ arasında bir vâsıta, bir perde bulunmaz demekdir. Belki hâtırlıyacaksınız, üstâdımız Bâkî-billah hazretleri �kuddise sirruh�, (Ma�ıyyet, ya�nî Allahü teâlâ ile berâber olmak yolundan kavuşmak nasîb olursa, aracı, vâsıta olmaksızın kavuşulur. Terbiye yolu ile, ya�nî sülûk ile kavuşmakda, aracı, vâsıta lâzımdır) buyurmuşdu. Ma�ıyyet yolu, cezbe yollarından biridir. (Kişi, sevdiği ile berâberdir) hadîs-i şerîfi bu sözümüzü kuvvetlendirmekdedir. Çünki bir kimse, sevdiği ile berâber olunca, aradan vâsıta kalkar. Dikkat buyurunuz! Her zıllın, görüntünün, kendi aslı ile bağlılığı vardır. İkisi arasında hiçbirşey perde olmaz. Allahü teâlâ lutf ederek, zıl aslına doğru çekilirse ve islâmiyyetin sâhibine uymak ni�metine de kavuşursa, bu zıl aslına ulaşır. Bu ulaşmak, aralarında vâsıtasız, perdesiz olur. Bu asl, Allahü teâlânın ismlerinden bir ism olduğu için, ism ile ismin sâhibi arasında da bir perde yokdur. Zıl böylece, aslının aslına, ya�nî ismin sâhibine kavuşur. Demek ki, Allahü teâlânın zâtına, kendisine, bî-çûn olarak, ya�nî bilinmiyen, anlaşılamıyan bir şeklde kavuşanlar için, vâsıta ve perde bulunmaz. Böyle kavuşana Allahü teâlânın sıfatları vâsıta ve perde olmayınca, başka şeyler perde olabilirler mi?
Süâl: Allahü teâlânın sıfatları, kendisinden ayrı değildirler. Allahü teâlâya kavuşanlara sıfatların vâsıta, perde olmaması, nasıl olur?
Cevâb: Sâlikin aslı, Allahü teâlânın ismlerinden bir ismdir. Sâlik, bu aslının zıllıdır, görüntüsüdür. Sâlik, bu aslına kavuşunca, kendisi ile zât-ı ilâhî arasında bir vâsıta, bir perde yokdur. Çünki ism ile ism sâhibi arasında bir vâsıta yokdur. Bunun için, sıfatların aradan kalkması lâzım gelmez. Bunu yukarıda, sâlikin hakîkatinin hakîkat-i Muhammedî ile birleşmesini anlatırken bildirmişdim. Zıllın aslına kavuşmasını bildirirken de biraz geçmişdi.
Tenbîh: Cezbe yolunda aracı, vâsıta bulunmaz sözünden, ba�zı kimseler için Resûlullahın �aleyhi ve alâ Âlihissalâtü vesselâm� vâsıta olmasına lüzûm olmayacağı anlaşılmamalıdır. Resûlullaha �sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem� uymalarına ihtiyâcları kalmıyacağı sanılmamalıdır! Böyle anlamak küfr ve ilhâd ve zındıklık ve Onun dînine inanmamak olur. Sülûk yapmadan, ya�nî islâmiyyete uymadan mevcûd olan cezbe noksân olur, bozuk olur ve ni�met şeklinde görünen azâb olur. Kıyâmetde hesâba çekilmesine, azâb yapılmasına sebeb olur. Doğru keşfler ve açık olan ilhâmlar, kesin olarak bildirmişdir ki, Resûlullah �sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem� vâsıta olmadıkca ve Ona uymadıkca, tesavvuf yolunun hiçbir ma�rifetine kavuşulamaz. Başlangıçda ve yolda bulunanlar için olduğu gibi, sona varmış olanlar için de, O yüce Peygambere uymadıkca ve Ona nasîb olan ni�metlerin artıklarını toplamadıkca, tesavvuf yolunun hiçbir feyzi ve bereketi hâsıl olmaz. Fârisî beyt tercemesi:
Ey Sa�dî! Safâ yolunda ilerlemek,
Mustafâya uymakla nasîb olur hep!
Ahmak Eflâtun, yapdığı mücâhedelerle ve riyâzetlerle nefsinde hâsıl olan safâyı görünce, Peygamberlere �aleyhimüssalevâtü vetteslîmât� uymak lâzım olmadığını sandı. (Biz temizlenmiş insanlarız. Temizleyicilere ihtiyâcımız kalmamışdır) dedi. Peygamberlere uymadan, yalnız riyâzet çekmekle hâsıl olan safânın, altın yaldızla örtülen bakır gibi veyâ şekerle kaplanan zehr gibi olduğunu anlıyamadı. Bakırla karışık altını saf hâlde ayırmak için ve nefsi emmârelikden kurtarıp itmînâna kavuşdurmak için, Peygamberlere uymak lâzımdır �aleyhimüssalevâtü vetteslîmât�. Hakîkî hakîm ve tabîb olan Allahü teâlâ, Peygamberleri ve bunların dinlerini �aleyhimüssalevâtü vetteslîmât�, nefs-i emmâreyi yıkmak, azgınlıkdan kurtarmak için gönderdi. Onu yıkmak, belki islâh etmek, kurtarmak için bu büyüklere �aleyhimüssalevâtü vetteslîmât� uymakdan başka çâre olmadığını bildirdi. Bu büyüklere �aleyhimüssalevâtü vetteslîmât� uymadıkca, binlerle riyâzetler ve mücâhedeler yapılsa, onun emmâreliği kıl kadar azalmaz. Tersine, azgınlığı artar, onun hastalığını giderecek yegâne ilâc, Peygamberlerin dinleridir �aleyhimüssalevâtü vettehıyyât�. Bundan başka hiçbir şey, nefsi felâketden kurtaramaz!
Cezbe için sülûk lâzımdır. İster cezbeden önce olsun, ister sonra olsun, sülûksüz cezbe fâidesizdir, kıymetsizdir. Cezbenin sülûkdan önce olması dahâ kıymetlidir. Böyle olunca, sülûk cezbeye yardımcı olur. Sülûkdan sonra olan cezbe ise, sülûke hizmetci olur. Sülûk ni�meti, onu cezbeye kavuşdurur. Cezbenin önce olması, böyle değildir. O önceden çekilmekdedir, da�vetlidir, (Murâd)dır. Sülûkü önce olan ise, (Tâlib)dir. Murâd olunanların başı ve sevilenlerin önderi Muhammed aleyhisselâmdır. Bu da�vet Ona yapılmış, önce O çağırılmışdır �aleyhi ve alâ Âlihissalâtü vesselâm�. Başkaları, Ona tufeyl olarak, yanısıra kabûl olunmakdadırlar. İster murâd olsunlar, ister tâlib olsunlar, Onun arkasındadırlar. Hadîs-i kudsîde, (O olmasaydı, Allahü teâlâ mahlûkları elbette yaratmazdı ve rübûbiyyetini belli etmezdi) buyuruldu. Başkaları Onun gerisinde bulundukları için ve bu da�vet yalnız Ona yapıldığı için, herkes Ona muhtâcdır. Feyzlere, bereketlere Onun vâsıtası ile kavuşurlar. Bunun için, bütün insanlara Onun Âli denilse yeri vardır �aleyhi ve alâ Âlihissalâtü vesselâm�. Bütün insanlar, Ondan sonradırlar ve arada O olmayınca kemâle kavuşamazlar. Hepsinin varlığı, Onun varlığına bağlı olunca, varlıkdan hâsıl olan kemâller, O vâsıta olmayınca nasıl hâsıl olabilir? Âlemlerin Rabbinin sevgilisi, elbet böyle olur �aleyhi ve alâ Âlihissalâtü vesselâm�!
İyi dinleyiniz! Keşf yolu ile anlaşıldı ki, Allahü teâlânın sevgilisi olması �aleyhi ve alâ Âlihissalâtü vesselâm�, zât-i ilâhîye muhabbeti iledir. Araya hiçbir sıfat ve şân ve i�tibâr karışık değildir. Allahü teâlâ, kendisini de bu muhabbet ile sevmekdedir. Başka kullarını sevmesi böyle değildir. Şuyûn ve i�tibârât ile veyâ esmâ ve sıfat ile, hattâ ismlerinin ve sıfatlarının zılleri ile sevmekdedir.
Bunu dahâ açıklıyalım. Resûlullahın vâsıta olması, iki dürlüdür: Birincisinde, sâlik ile matlûb arasında perde olur. İkincisinde ise, sâlik Ona takılarak, Onu vâsıta ederek, Ona uyarak, matlûba kavuşur. Sülûk yolunda ve hakîkat-i Muhammedîye varmadan önce, vesîle olmanın bu iki dürlüsü de vardır. Öyle sanıyorum ki, bu yolda vâsıta olan âlim, sâlikin şühûduna vâsıta ve perde olmakdadır. Yolun sonunda, cezbe imdâda yetişmezse ve perde aradan kalkmazsa, çok yazık olur. Çünki, cezbe yolunda ve hakîkat-ül-hakâika kavuşdukdan sonra, yalnız ikinci dürlü vâsıta olmak vardır. Ya�nî, arkasına takılmakla ve uymakladır. Perde olmakla değildir. Ya�nî, şühûd ve müşâhede için ve bunların benzeri için, perde olmak yokdur.
Süâl: Yalnız bir ma�nâda olsa bile, Resûlullahın vâsıta olmaması, Resûlullah için bir kusûr, bir noksânlık olmaz mı �aleyhi ve alâ Âlihissalâtü vesselâmü vettehiyye�?
Cevâb: Arada vâsıta olmaması, Resûlullahın �aleyhissalâtü vesselâm� kemâlini, üstünlüğünü gösterir. Onun için kusûr olmaz. Hattâ, arada vâsıta olması kusûr olur. Çünki, tâbi� olunanın arkasına takılmakla, Ona uymakla, yüksek derecelerin hepsine kavuşmak, Onun kemâlini gösterir. Bu ise, Onun vâsıta olmamasında vardır. Vâsıta olduğu zemân, böyle değildir. Vâsıta olmadığı zemân, şühûd perdesizdir. Bu ise, kemâl derecelerinin en üstünüdür. Vâsıta olunca, hâsıl olan şühûd ise, perdelidir. Görülüyor ki, vâsıta olmamak kemâldir, üstünlükdür. Vâsıta olmak, kusûrdur, noksânlıkdır. Hizmet eden, her makâmda Ona uymakdadır. Ona uymakla, Onun ni�metlerine ortak olmakdadır. Bu ise, hizmet olunanın büyüklüğünü, şerefinin çokluğunu gösterir. Bunun içindir ki, Resûlullah �aleyhi ve alâ Âlihissalâtü vesselâm�, (Ümmetimin âlimleri, İsrâil oğullarının Peygamberleri gibidir!) buyurdu. Âhıretde Allahü teâlâyı görmek de, vâsıtasız ve perdesiz olacakdır. Sahîh olan hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (İnsan nemâza başlayınca, Allahü teâlâ ile kul arasında olan perde kalkar). Bunun için, nemâz mü�minin mi�râcıdır. Nemâzın mi�râc olması, tesavvuf yolunda sona kavuşanlar için tamdır. Çünki, perdenin kalkması, sonda olanlar içindir. Görülüyor ki, vâsıta ve perde aradan kalkmakdadır. Bu ma�rifet, Allahü teâlânın lutf ederek, ihsân ederek bu fakîre [ya�nî imâm-ı Rabbânîye] bildirilen ma�rifetlerin en incelerindendir. Fârisî beyt tercemesi:
Ben o toprağım ki, behâr bulutları,
saçıyor üzerime sâf damlaları.
Şu beyt de ne güzel söylenmişdir:
Fakîrin kapısına gelirse şâh,
şaşırıp ey hoca, sakın çekme âh!
Tesavvuf büyüklerinden çoğu, Resûlullah vâsıta olur dedi. Çoğu da, olmaz buyurdu. Hiçbiri sözlerini açıklamadı. Hangisinin kemâl, hangisinin kusûr olduğunu bildirmediler. Zâhir âlimleri, vâsıta olmaması tam îmân iken, buna küfr dediler. Resûlullah �sallallahü aleyhi ve sellem� vâsıta olmaz diyenler dalâlete düşer, sapık olur sandılar. Vâsıta olmağı, îmânın kemâli zan etdiler. Böyle söyliyenleri kâmil sandılar. Hâlbuki, Resûlullahın vâsıta olmaması, Ona uymanın tâm olduğunu gösterir. Vâsıta olması ise, Ona uymanın noksân olmasını bildirir. Böyle olduğunu yukarıda bildirmişdik. Bunlar, işin özünü anlamamışlardır. Yûnüs sûresindeki âyet-i kerîmede meâlen, (Belki anlamadıkları için inanmıyorlar. Onun sözünün özünü anlamadılar. Bunlardan önce olanlar da, böyle inanmamışlardı) buyruldu.
Efendim! Tesavvufcuların (Üveysî) demeleri, üstâdı yokdur demek değildir. Çünki, üveysî demek, onun yetişmesinde rûhâniyânın da hizmeti olmuşdur demekdir. Hâce-i Ahrâr �kuddise sirruh� [Mevlânâ Ya�kûb-i Çerhînin hizmetinde yetişdiği hâlde], üstâdı bulunduğu hâlde, Behâüddîn-i Buhârînin rûhâniyyetinden de yardım gördüğü için, Hâce-i Ahrâra Üveysî denilir. Bunun gibi, Behâüddîn-i Buhârînin üstâdı, Seyyid Emîr Gilâl hazretleri idi. Fekat, ayrıca hâce Abdülhâlık Goncdüvânînin rûhâniyyetinden de istifâde etdiği için, Behâüddîn-i Buhârîye Üveysî denilmişdir. Bir kimse, üstâdı bulunduğunu söylemekle berâber, Üveysî olduğunu da bildirince, ona üstâdını inkâr ediyor demek şaşılacak insâfsızlık olur.
[(Dürr-ül-me�ârif) kitâbının seksenyedinci sahîfesinde, Abdüllah Dehlevî hazretleri buyuruyor ki, Resûlullaha �sallallahü aleyhi ve sellem� veyâ Evliyâdan birine üveysî olmak için, hergün tenhâ bir yerde iki rek�at nemâz kılıp, bir Fâtiha okuyarak, sevâblarını onun mubârek rûhuna göndermeli, bir müddet oturup, hep onun rûhunu düşünmelidir. Birkaç gün sonra, onun üveysîsi olur. (Hüvelganî) risâlesi, (Makamât-i Mazheriyye)nin sonunda Hindistânda basılmışdır. Bu risâlede, Abdüllah Dehlevî hazretlerinin melfûzâtında diyor ki, (Resûlullahın �sallallahü aleyhi ve sellem� üveysîsi olmak istiyen, yatsı nemâzından sonra, hayâlinde, Resûlullahın iki mubârek ellerini tutup, yâ Resûlallah! Beş şey için sana bî�at eyledim: Bunlar, Kelime-i şehâdet, nemâz kılmak, zekât vermek, Ramezân ayında oruc tutmak ve yola gücü yetenin hacca gitmesidir demelidir. Birkaç gece böyle yapınca, murâdına kavuşur. Bir Velînin üveysîsi olmak için, tenhâ bir yerde, iki rek�at nemâz kılıp, sevâbını O Velînin rûhuna göndermeli ve rûhunu düşünerek beklemelidir). Ehl-i sünnet i�tikâdında olup ahkâm-ı islâmiyyeye uyan, elbette O Velînin üveysîsi olur. (Mektûbât-ı ma�sûmiyye), ikinci kısm, otuzsekizinci mektûbunda diyor ki, (İnsanın Allahü teâlânın rızâsına kavuşmasına mâni� olan en büyük hicâb, onun nefsidir. Nefsin aradan kalkması kitâb okumakla, işitmekle olmaz. İnsân-i kâmilin sohbeti lâzımdır. Bu sohbet nasîb olmazsa, uzaklardan kalb ona bağlanırsa, çok sevilirse, onun kalbinden, feyzler, bereketler, muhabbet mikdârınca, tâlibin kalbine akarak kemâle kavuşur. Hadîs-i şerîfde, (Kişi sevdiği ile berâberdir) buyuruldu.)]
Efendim, (Abdülbâkî) sözü, bâkî olan Allahü teâlânın kulu, kölesi demekdir. Yoksa bir insanın ismi olarak söylenilmiş değildir. Bu söz her ne kadar insanların ismi olarak da kullanılmış ise de, benim mürşidim, Allahü teâlânın bir kulu ise de, beni terbiye eden, yetişdiren, bâkî olan Allahü teâlâdır demekdir. Burada kelimeyi değişdirmek ve edebe uygunsuz davranmak nasıl düşünülebilir?