Bu fakîri [ya�nî İmâm-ı Rabbânîyi �kaddesallahü teâlâ sirrehül�azîz�] yetişdirmek için şereflendirdikleri yolda hem cezbe, hem sülûk vardır. Latîfeleri [insanların kötü huylarından] temizlemek ve Allahü teâlânın sıfatları ile doldurmak, bir aradadır. Tasfiye [sülûk] ve tezkiye [cezbe], bu yolda berâberdir. Seyr-i enfüsîde, seyr-i âfâkî dahî yapılmış olur. Tasfiye içinde, tezkiye de hâsıl olur. Cezbe, sülûkü de hâsıl eder. Âfâk, enfüsün içinde bulunur. Fekat, latîfeleri temizlemek cezbeden önce ve tasfiye, tezkiyeden öncedir. Bu yolda, göz önünde olan enfüsdür. Âfâk değildir. Bunun için, bu yol ile çabuk varılır. Hattâ, diyebilirim ki, bu yol, elbette kavuşdurur. Kavuşdurmamak ihtimâli yokdur. Allahü teâlâdan istikâmet ve fırsat dilemek lâzımdır.
Bu yol, elbette kavuşdurur dedim. Çünki, bu yolun başlangıcı cezbedir ki, elbette kavuşdurur. Sâlikleri yolda bırakan, yâ sülûk konaklarıdır veyâ sülûkü bulunmayan kuru cezbelerdir. Bu mâni�lerin ikisi de, bu yolda yokdur. Çünki, sülûk, cezbeye bağlıdır. Cezbe ile berâber, cezbenin içinde hâsıl olur. Burada, hâlis sülûk olmadığı gibi, kuru cezbe de yokdur. Onun için, sâlikin yolu kesilmez. Bu yol, Peygamberlere �aleyhimüssalevâtü vetteslîmât� mahsûs olan caddedir. Bu büyükler, çeşidli derecelerine göre, bu yoldan vâsıl olmuşlardır. Âfâkı ve enfüsü bir adımda geçmişler, ikinci adımı, âfâk ve enfüsün ilerisine koymuşlardır. Sülûk ve cezbeyi geride bırakmışlardır. Çünki, sülûkün nihâyeti, Seyr-i âfâkînin sonuna kadardır. Cezbenin nihâyeti, Seyr-i enfüsînin sonuna kadardır. Seyr-i âfâkî ve enfüsî temâm olunca, sülûk ve cezbe de temâm olur. Bundan sonra ne sülûk kalır ne cezbe. Bu sözümüzü sülûk ve cezbe sâhibleri anlıyamaz. Çünki, onlara göre, âfâk ve enfüsün üstünde yol yokdur. İnsanın ömrü sonsuz olup, hep seyr-i enfüsî yapsa, yine temâmlıyamaz. Bu büyüklerden biri buyuruyor ki, fârisî beyt tercemesi:
Eğer bütün ömrünce yürüse de insan,
Kendinden dışarı çıkmağa bulmaz imkân.
Bu yolu bana gösterenler o kadar büyükdür ki, Onların sâyesinde gözümü açdım. Onların sâyesinde bunları söyliyebiliyorum. Tesavvufun elifbâsını Onlardan öğrendim. Mevleviyyet derecesine Onların teveccühü ile kavuşdum. Eğer ilmim varsa, Onların ilm deryâlarından birkaç damladır. Eğer ma�rifet sâhibi isem, Onların iltifâtlarının eseridir. Nihâyetin başlangıcda yerleşmiş bulunduğu yolu Onlardan öğrendim. Kayyûmluk cihetine çeken ipin ucunu Onlardan aldım. Onların bir bakışı ile, öyle şeylere kavuşdum ki, başkaları kırk gün çile çekmekle göremez. Onların sözünden öyle şeyler edindim ki, başkaları senelerle çalışmakla ele geçiremez. Fârisî iki beyt tercemesi:
Şemseddînin bir bakışına Tebrîzde kavuşan kişi,
Çile çıkaranlara güler, ayblar dâim herkesi.
Nakşibendiyye, nasıl kâfile sürücüdür?
Kâfilesini gizlice maksada götürür.
Bu büyükler, yola, seyr-i enfüsîden başlıyor. Seyr-i âfâkîyi bununla berâber yapmış oluyor. Bu hâle, (Sefer der vatan) sözü ile işâret ediyorlar.
Bu büyüklerin yolu pek kısadır. Maksada çabuk ulaşdırır. Başkalarının yolunun sonu, bu yolun başlangıcına varır. Bunun içindir ki, (Biz, nihâyeti, başlangıca yerleşdirdik) buyurmuşlardır. Velhâsıl, bu büyüklerin yolu, başka tesavvuf yollarından çok yüksekdir. Diyebilirim ki, bunların huzûru ve âgâh olmaları [Allahü teâlâ ile her ân beraber olmaları], Onların çoğunun huzûrunun üstündedir. Bunun içindir ki, (Bizim bağlılığımız, bütün bağlılıkların üstündedir) buyurmuşlardır. Fekat, âfâk ve enfüsün dışında ve sülûk ve cezbenin üstünde Evliyâya yol olmadığı için, bu büyükler de, ister istemez âfâk ve enfüsün ötesinden konuşmamışlar. Cezbe ve sülûkün dışından haber vermemişler. Evliyâlık kemâlâtına uygun olarak, (Evliyâ, Fenâ ve Bekâdan sonra herşeyi kendilerinde görür. Kendilerinde bulurlar) buyurmuşlardır. Kendilerinde seyr etdikleri için, Zâriyât sûresinin (Kendinizde bulunmakdadır, niçin görmüyorsunuz?) meâlindeki âyet-i kerîmesine uymuşlardır.
Allahü teâlâya hamd ve şükrler olsun ki, bu büyükler, enfüsün dışından haber vermedi iseler de, enfüse bağlanıp kalmış da değildirler. Enfüsü de, âfâk gibi (Lâ) deyip yok etmek istiyorlar. Allahü teâlâdan başka olan herşey gibi, onu da yok biliyorlar. Muhammed Behâeddîn-i Buhârî �kuddise sirruh� buyurdu ki, (Her gördüğün, her işitdiğin ve her bildiğin, O değildir. Bunların hepsini, (Lâ) derken, yok etmek lâzımdır). Fârisî beyt tercemesi:
Nakşibenddirler fekat, her nakşa bağlanmazlar,
insanlar, şaşkınlıkdan, başka nakş ararlar.
Başka şeyleri yok etmek başkadır. Başka şeylerin yok olması başkadır.
Evliyâlıkda cezbe ve sülûkdan ve âfâk ve enfüsden dışarı çıkılamaz dedik. Çünki, vilâyetin bu dört temelinin üstünde, (Kemâlât-i nübüvvet) başlar. Evliyâlık, buraya ulaşamaz. Peygamberlerin �aleyhimüssalevâtü vetteslîmât� Eshâbının çoğu ve Eshâb olmıyanlardan pek az bahtiyârlar, Peygamberlere �aleyhimüssalevâtü vettehıyyât� tam uydukları için, bu devlete kavuşmuşdur. Cezbe ve sülûkü içinde bulunduran bu yoldan seyr ederek ilerlemişler, sülûk ve cezbenin dışına çıkmışlardır. Zıllerden, hayâllerden kurtulmuşlar, enfüsü de, âfâk gibi, geride bırakmışlardır. Burada, başkalarına şimşek gibi çakıp biten (Tecellî-yi Zâtî)ler, devâmlı olmuşdur. Hattâ bunların işi, ister şimşek gibi olsun, ister devâmlı olsun, bütün tecellîlerin üstündedir. Çünki, bütün tecellîlerde [görünüşlerde] az da olsa, zıl, aks bulunur. Hâlbuki, bu büyüklere, nokta kadar zıl, büyük dağ gibi gelir. Bu büyüklerin kazanclarının başlangıcı, Zât-ı ilâhînin çekmesi ve sevgisidir. Cenâb-ı Hakkın lutfü ile, bu sevgi her ân artarak, başka şeylerin sevgisi yavaş yavaş azalır. Başka şeylere bağlılık, yavaş yavaş yok olur. Bir se�âdetli kimseyi, Allah sevgisi kaplıyarak, başka herşeyin sevgisi kalmayınca ve Allah sevgisi, bütün bu sevgilerin yerine yerleşince, onun aşağı sıfatları ve bütün kötü huyları yok olur. Seyr-i âfâkîde ele geçen şeylere, uzun bir sülûke ve sıkı riyâzetlere ve çetin mücâhedelere lüzûm kalmadan kavuşur. Çünki, sevmek, sevgiliye, itâ�at etmeği ister. Sevgi son haddini bulunca, itâ�at da temâm olur. Sevgiliye, insan gücünün yetişebildiği kadar, tam bir itâ�at hâsıl olunca (Makâmât-i aşere) ele geçer. [Makâmât-i aşere: Tevbe, zühd, vera�, sabr, fakr, şükr, havf, recâ, tevekkül ve rıdâ olduğu (Neşrül-mehâsin)de yazılıdır.] Bu (Seyr-i mahbûbî) ile, seyr-i âfâkî gibi, seyr-i enfüsî de temâmlanmış olur. Çünki, hep doğru söyleyici �aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm� (İnsan, sevdiği ile berâberdir) buyurdu. Sevgili, âfâk ve enfüsün dışında olduğundan seven de Onunla berâber olacağından âfâk ve enfüsün dışına çıkar. Böylece, seyr-i enfüsîyi de, geride bırakmış olur. Berâberlik devletine kavuşur. İşte, bu büyükler, muhabbet devleti sâyesinde, âfâk ve enfüs ile uğraşmazlar. Âfâk ve enfüs, onlara tâbi� olur. Sülûk ile cezbe, bunların işlerine bağlı bulunur. Bu büyüklerin sermâyesi, muhabbetdir. Muhabbet, sevgiliye itâ�at etmeği ister. Sevgiliye itâ�at ise, ahkâm-ı islâmiyyeye uymakla olur. Çünki, sevgilinin beğendiği şey, yol, ahkâm-ı islâmiyyedir. O hâlde, muhabbetin çok olmasına alâmet, ahkâm-ı islâmiyyeye çok uymakdır. (Ahkâm-ı islâmiyye)ye uymak, farzları yapmak ve harâmlardan sakınmak demekdir. Ahkâm-ı islâmiyyeye tam uyabilmek ise, ilm, amel ve ihlâs ile olur. Her sözde, her işde, her hareketde, her duruşda, kendiliğinden hâsıl olan ihlâs, muhlas olan kimseye nasîb olur. Muhlisler, bu mu�ammâyı anlıyamaz. (Muhlisler, büyük tehlükededir) buyuruldu.
Yine sözümüze dönelim! Seyr ve sülûkden maksad ve cezbe ve tasfiyeden beklenilen şey, nefsi kötü huylardan ve çirkin sıfatlardan temizlemekdir. Bu çirkin sıfatların başı, nefse düşkün olmak ve onun arzûlarına, isteklerine tutulmakdır. O hâlde, Seyr-i enfüsî lâzımdır. Kötü sıfatlardan güzel sıfatlara dönmek lâzımdır. Seyr-i âfâkî lüzûmlu değildir. Maksad, gâye bu seyre bağlı değildir. Çünki, âfâka düşkünlük, nefse düşkün olmakdan ileri gelir. İnsan, herşeyi, kendini sevdiği için sever. Çocuğunu, malını sevmek, onlardan istifâde edeceği içindir. Seyr-i enfüsîde, insanı, Allahü teâlânın sevgisi kaplıyarak, insan, kendini sevmekden kurtulduğu için evlâd ve mal sevgisi de, bununla berâber yok olur. O hâlde, seyr-i enfüsî muhakkak lâzımdır. Seyr-i âfâkî, buna bağlı olarak, bununla berâber müyesser olur. Peygamberlerin �aleyhimüssalevâtü vetteslîmât� seyrleri, yalnız seyr-i enfüsî idi. Seyr-i âfâkî, bununla berâber yapılıyordu. Evet, seyr-i âfâkî de, ara yerde, hiç durmadan, devâmlı yapılır. Sonuna varılırsa, bu da iyidir. Fekat, arada takılıp kalınırsa ve sonuna varılmazsa, hemen hemen fâidesiz olur. İstenilen gâyeye mâni� olan şeylerden biri sayılır.
Seyr-i enfüsî ne kadar ilerlerse, o kadar kârlı olur. Bu seyri temâmlıyarak enfüsden dışarıya çıkmak, çok büyük ni�metdir. Enfüsdeki değişiklikleri âfâk aynasında görmeğe, kendindeki değişmeleri âfâkda görmeğe ne lüzûm var. Kalbin temizliğini âlem-i misâlde anlamak ve bu temizliği, âlem-i misâlde kırmızı nûr olarak görmek de böyledir. Niçin kendi vicdânına bırakmıyor ve değişikliklerini ve temizliğini kendi firâseti ile anlamıyor. Meşhûrdur ki, birisi oniki sene tabîbe muhtâc olmamış, hâllerindeki değişikliği kendi vicdânı ile anlamışdır. Sıhhatini ve hastalığını kendi firâseti ile bilmişdir. Evet, seyr-i âfâkîde, ilmler, ma�rifetler, tecellîler ve zuhûrlar çok olur. Fekat, bunların hepsi zıllerin görünüşüdür. Misâllerle, hayâllerle avunmakdır. Ba�zı mektûblarda bildirdiğimiz gibi, seyr-i enfüsî zıllere, akslere bağlıdır. O hâlde, Seyr-i âfâkî, zıllerin zılline bağlı olur. Çünki, âfâk, enfüsün zılleri gibidir ve enfüsü gösteren ayna gibidir. Enfüsdeki değişiklikleri, âfâk aynasında görmek ve latîfelerin temizlenmesini ve sıfât-ı ilâhiyye ile sıfatlanmasını âfâk aynasından anlamak, insanın rü�yâda, âlem-i misâlde kendini pâdişâh görmesine veyâ zemânın kutbu görmesine benzer. Hâlbuki, ne pâdişâhdır, ne de kutb olmuşdur. Bu rü�yâdan, onun, hâricde, uyanık iken de pâdişâh ve kutb olabileceği anlaşılır. Tezkiye [latîfelerin temizlenmesi] seyr-i enfüsîde olur. Seyr-i âfâkîde görülen bu tezkiyenin kâbil ve mümkin olmasını haber verir. Seyr-i enfüsîde kendini temiz görmedikce ve vicdânı ile, kendini temizlenmiş bulmadıkca, Fenâ hâsıl olmaz. Makâmât-i aşereye kavuşamaz. Yedi hâlden eline ancak hava girer. Görülüyor ki, Seyr-i enfüsî de, Seyr-i ilallahın içindedir. Seyr-i ilallahın temâmlanması ile, Fenânın hâsıl olması, Seyr-i enfüsînin temâm olmasına bağlıdır. Seyr-i fillah, Seyr-i enfüsîden çok sonra hâsıl olur.
Ey mes�ûd insan! Seyr-i enfüsîde, insanın kendine olan bilgisi ve sevgisi kalmadığı için, kendine bağlılığı da kalmaz. Bunun sonucu olarak, başkalarına bağlılığı da yok olur. Çünki, kendine bağlı olduğu için, başkalarına da bağlanmışdır. O hâlde, Seyr-i âfâkî, Seyr-i enfüsînin altında yapılmakdadır. Sâlik, yalnız Seyr-i enfüsîyi yapınca, hem kendine bağlılıkdan, hem de başkalarına bağlanmakdan kurtulur. İşte bu söylediklerimizden, Seyr-i enfüsînin ve Seyr-i âfâkînin ma�nâsı kolayca anlaşıldı. Çünki, enfüsde seyr, âfâkda da seyrdir. Kendine olan bağlılıkları yavaş yavaş ortadan kaldırmak, enfüsde seyrdir. Seyr-i enfüsî yaparken, âfâka olan bağlılıkların çözülmesi de, seyr-i âfâkîdir. Hâlbuki başkalarının anlatdığı seyr-i âfâkî ve Seyr-i enfüsîyi açıklamak güçdür. Evet, doğru olan şeylerde güçlük olmaz.
Seyr-i enfüsîde, sâlikin latîfeleri aynasında, Allahü teâlânın ismleri ve sıfatları görünüyor diyorlar. Buna tahliyeden [boşaltmakdan] sonra doldurmak diyorlar. Bu görünenler, hakîkatde ismlerin ve sıfatların zıllerinden bir zıllin görünüşüdür. Önce ismlerin ve sıfatların zıllerinden bir zıl, tâlibin aynasında görünür. Onun zulmetlerini ve kötülüklerini temizler. Ya�nî, tasfiye ve tezkiye yapar. Bu tasfiye ve tezkiye, Seyr-i enfüsî temâm olunca hâsıl olur. Latîfeler tahliye olup, ismlerin ve sıfatların görünmesine elverişli olur. Seyr-i enfüsîde elde edilen (Tahliye), tasfiye ve tezkiyenin temâm olmasına bağlıdır. Seyr-i âfâkîde görünen tahliye, hakîkî tahliye değildir. Bunun için, seyr-i enfüsîde ismler ve sıfatlar görülmez. Demek oluyor ki, zılle kavuşmak, sevgiliden başka herşeyden ayrılmakdan önce olur. Ya�nî, sevgilinin zıllerinden bir zıl, sâlikin aynasında görülmedikce, sevgiliden başka şeylerden kesilmek olamaz. Fekat, sevgiliye kavuşmak, başkalarından kesilmekden sonra hâsıl olur. Şu hâlde, tesavvuf büyüklerinden, kavuşmak [peyvesten] öncedir diyenler, bir zılle kavuşmağı demek istemişlerdir. Kavuşmak sonradır diyenler ise, asla kavuşmağı bildirmişlerdir. Böylece, her iki tarafın ayrılığı, yalnız kelimededir. Şeyh Ebû Sa�îd-i Harrâz �kuddise sirruh� burada başka dürlü söylüyor ve (Kurtulmadıkca bulamazsın ve bulmadıkca kurtulamazsın! Hangisi önce olduğunu bilmiyorum) demişdir. Anlaşılıyor ki, zılli bulmak, kurtulmakdan öncedir. Aslı bulmak kurtulmakdan sonradır. Burada şübhe edecek birşey yokdur. Nitekim sabâh vakti güneş doğmadan evvel, güneş ışınlarının zılleri görünüp, yer yüzünü karanlıkdan temizler. Zulmetler gidip, her taraf tasfiye buldukdan sonra, güneşin kendi doğar. Burada da, güneşin zıllinin görünmesi, zulmetlerin gitmesinden öncedir ve güneşin doğması, zulmetlerin tahliyesinden ve zıllin tasfiyesinden sonradır. Fekat, burada zulmetlerin tahliyesi ve ortalığın tasfiyesi, zıllerin zuhûrundan önce olmuyor.