Sâhibi, başkasının hakkı karışan vekîlini azl edemez. Başkasının hakkı karışmadı ise azl edebilir. Bu takdîrde vekîl de kendini azl edebilir. Azl olunan vekîlin azl haberini alıncıya kadar yapdığı işler, câiz olur. Kendi kendini azl eden vekîl, sâhibine bildirinciye kadar iş yapar. Alacaklı, borclunun bildiği vekîlini, borclunun haberi olmadan azl edemez.
Vekîlin işi bitince, vekîllik de biter. Sâhibin ölümü ile de, vekîllik biter ise de başkasının hakkı karışmış ise bitmez. Vekîlin ölmesi ile de, vekîllik biterek, vârisleri vekîl olamaz.
Herşeye vekîlimsin denilen (Umûmî vekîl), talâk, hediyye, sadaka ve vakfdan başka herşeyi, sâhibi adına yapabilir.
Birinden ödünc istemek için başkasını vekîl yapmak bâtıldır. Bunun için haberci göndermek sahîhdir. Ödünc istenilen malı almak için vekîl yapmak câizdir.
(Fetâvâ-i Hayriyye)de diyor ki, (Zevcesini, sefer uzaklığında bulunan babasının [veyâ mahreminin] yanından alıp getirmek için, zevcin kendi kardeşini veyâ yabancı bir erkeği vekîl etmesi câizdir. Onlar, zevcenin bu vekîl ile gitmesine mâni� olamaz. Mâni� olmaları günâhdır). Kırküçüncü sahîfesinde diyor ki: Kıtlık zemânında, bir kadın, bir bileyziğini zevcine verip, bunu sat! Parası ile bize nafaka al! Sonra, aynı değerde bir bileyzik bana verirsin diyor. Sonra bileyziğin değerinde uyuşamıyorlar. Zevcin yemîn ederek söylediğine inanılır. Çünki, satmak için, zevcesinin vekîli olmuşdur. Satış vekîlinden bileyziğin benzerini geri istemesi sahîh değildir. Sat demeseydi, ödünc olurdu. O zemân, kıymeti kadar istemesi fâsid olurdu).
(Fetâvâ-yı Hindiyye)de diyor ki, (Vekîlin, vekîl olmağı kabûl etmesi şart değildir. Red etmezse, kabûl etdiği anlaşılır. Dâr-ül-harbde bulunan mürted, Dâr-ül-islâmda bulunan malını satmak için birini vekîl etse, câiz olmaz. Çünki, mürted Dâr-ül-harbe [ya�nî, İtalya, Fransa gibi hıristiyan memleketine] gidince, malları mülkünden çıkar. Dâr-ül-islâmda bulunan müslimânın Dâr-ül-harbde bulunan kâfiri vekîl etmesi bâtıldır. Dâr-ül-harbde bulunan kâfirin Dâr-ül-islâmdaki müslimânı vekîl etmesi de bâtıldır. Dâr-ül-harbdeki kâfir, Dâr-ül-islâmdaki alacağını almak için, Dâr-ül-harbde bulunan bir müslimânı veyâ zimmîyi veyâ harbîyi, iki müslimân şâhid yanında vekîl etse, câiz olur. Bu işi alışveriş için yapması da câiz olur. Müslimân ve zimmî, Dâr-ül-islâmda bulunan harbîyi vekîl etseler câiz olur. Dâr-ül-harbe giderse, vekîl olması biter. Mürtedi de vekîl etmeleri böyledir. Alışverişde, kirâya vermekde, nikâhda, talâkda, hul�da, uyuşmak, anlaşmakda, borc ödemekde ve rehnde vekîl tutmak câizdir. Herkes için mubâh olan odun kesmekde, ot toplamakda, yerden ma�den, petrol çıkarmakda câiz değildir. Ya�nî ele geçenler vekîlin olur. Hediyye, vedî�a, âriyet, ödünc ve rehn vermeğe vekîl olanın bunları geri almağa hakkı yokdur. Mutlak olan, ya�nî (İstediğini yap!) denilen vekîl başkasını da vekîl yapabilir. Bu yenisi, vekâlet sâhibinin vekîli olur. İkinci vekîl, bir üçüncü vekîl yapamaz. [İbni Âbidîn diyor ki, (Vekîl, sâhibinin izni ile, başkasını vekîl yapabilir. Kurban satın almağa vekîl olan, başkasını, bu da başkasını vekîl edip, sonuncu vekîl satın alsa, sâhibi izn verirse câiz olur. Zekât vermek vekîli, izne bağlı olmaksızın başkasını, bu da diğerini vekîl yapabilir. Sonuncu vekîlin vermesi câiz olur).] Vekîli zemân ve mekân ile sınırlamak câizdir. Müşterî, haberci olduğunu söyler, bâyı� ise vekîlsin diyerek semeni isterse, müşterîye inanılır. Bâyı�ın sözünü isbât etmesi lâzım olur. Satmak için vekîl olan, kendisi için satın alamaz. Çünki, bir kimse hem alıcı, hem satıcı olamaz. Selem satışında bâyı� vekîl tutamaz. Haberci ile sarf satışı yapılmaz, vekîl ile yapılır. Mu�ayyen bin lira ile birşey satın almak için vekîl edip, vekîl bu bin lirayı almadan önce başka bin lirasını alıp, o şeyi satın alsa câiz olur. O bin lirayı teslîm aldıkdan sonra başka bin lirası ile satın alsa câiz olmaz. İki kimse birisine para verip birşey satın alması için vekîl etseler, paraları birbiri ile karışdırırsa, vekîlliği kalmaz. [Aldığı şeyler kendinin olur. Paralarını geri vermesi lâzım olur.] Hediyye ve sadaka veren ve alan, vekîl ta�yîn edebilirler. Şerâb veyâ hınzır hediyyeleşen iki zimmîye müslimânların vekîl olması câizdir. Sendeki alacağımdan on altını benim için sadaka ver yâhud yemîn keffâretimi yap yâhud zekâtımı ver diyerek fakîri vekîl etmek sahîhdir. Bir zengin, bir fakîre, filâncada alacağım olan elli dirhemi, zekâtım olarak ondan al dese, fakîr de, o değerde altın alsa câiz olmaz. Falancadaki alacağımı sana hediyye etdim, ondan al dese, gümüş yerine altın alsa, câiz olur. Borclunun vekîli, borcu ödeyince, borcludan ister. Yemîn keffâreti veyâ zekât vermek için vekîl olan, verince, emr edenden istiyebilmesi için, emr verilirken, sonra sana öderim denilmesi lâzımdır. Filâna benim tarafımdan on altın ver dese, yâhud benim tarafımdan demeyip, ona olan borcumu dese, sonra vekîle ödemesi lâzım olur. Mâlımın zekâtı olarak veyâ sadakam olarak veyâ filâna hediyyem olarak ver dese, sonra öderim demezse, vekîl verdiğini âmirden istiyemez. Vekîl öderken Beyyine [ya�nî iki şâhid] bulunmazsa veyâ makbûz almazsa, mes�ûl olmaz. Emr verilirken, bunlar istenildi ise, mes�ûl olur. Falana olan borcumu ver diyerek vekîl etdikden sonra, alacaklı mürted olsa ve ölse, vekîl borclunun parasını öder. Çünki mürtede vermesi câiz değildir. Borcumu öde diyerek vekîline on altın verse, vekîl bunu vermeyip kendi parasından verse veyâ alacaklıya on altınlık mal satsa, yâhud ondan alacağı on altın ile takas etse [ödeşse] câiz olur. Ya�nî borclunun borcu ödenmiş olur. Dâr-ül-harbde harbînin vekîli olsa, biri veyâ ikisi müslimân olunca, vekâlet bâtıl olur. Sadaka için verilen parayı kendi ihtiyâcına sarf edip, sonra kendi parasından o kadar sadaka verse, câiz olmaz. Sarf etdiğini geri verir. Aldığı para yanında iken, kendi malından verirse câiz olur. Sendeki buğdayımı falana sadaka ver dese, falan da vekîle buğdayı sat parasını bana ver dese, buğday sâhibinin izni olmadan satamaz. Çünki, sadaka kabz edilmedikce mülk olmaz. Falandaki alacağımı alıp sadaka ver dese, vekîl de önce kendi malından sadaka verip, sonra borcludan alması câiz olur). (Fetâvâ-yı Kâdîhân)da diyor ki, (Birisine, herşeyde vekîlimsin dese, yalnız malını korumak için vekîl etmiş olur. Her şeyde vekîlimsin, emrin câizdir dese, bey� ve şirâ ve hibe, ya�nî hediyye etmek ve sadaka gibi bütün alış verişde vekîl yapmış olur).
İbni Âbidîn (Hibe)yi anlatırken diyor ki, (Hibe, ya�nî teberru� ve hediyye, karşılık beklemeden, ayn olan malını, zengine vermekdir. Menfe�at hediyye edilmez. İ�âre edilir. Deyn, ya�nî alacak, ancak borcluya veyâ bundan almasını emr etmek şartı ile, başkalarına hediyye edilebilir. Verdiği malın, kendi malı ile meşgûl olmaması ve hisse-i şâyı�alı olmıyacak sûretde ayrı olarak kabz olunması lâzımdır. Verenin, hediyye etdim, hibe etdim gibi âdet olan sözü söylemesi, alanın kabûl etdim demesi veyâ kabz etmesi ile temâm olur. Kabz edince, mülkü olur. Tabağı, hayvanı, evi hediyye ve teslîm edip de, yemeğini, semerini, evdeki eşyâyı hediyye etmez ise, câiz olmaz. Bunların aksi câiz olur. Çünki, yemek, semer ve eşyâ, verenin mülkü ile meşgûl değil, şâgildirler. Kısaca, şâgil hediyye edilir. Meşgûl hediyye edilmez. Yalnız, tarladaki ekin, ağaç şâgil oldukları hâlde, hibe edilemezler. Sadakanın ve rehnin kabz edilmeleri de böyledir. İki kimse, ortak oldukları bir evi birine hediyye etseler, câiz olur. Bir kimse, evini iki kişiye hediyye etse, câiz olmaz. Çünki, taksîmi mümkin olan şeyi, hisse-i şâyı�alı olarak vermek câiz değildir. On lirayı iki fakîre sadaka veyâ hediyye etmek câiz olur. Çünki, fakîre hediyye olarak verilen şey sadaka olur. Ya�nî, sadaka ahkâmına uymak lâzım olur. Sadakanın hisse-i şâyı�alı verilmesi câizdir ve sadakayı geri almak câiz değildir. On lirayı iki zengine sadaka veyâ hediyye etmek câiz değildir. Çünki zengine sadaka diyerek verilen şey hediyye olur ve hediyye ahkâmına uymak lâzım olur. Şüyû� olmaması için, on lirayı ikiye ayırıp, herbirine beşer lira vermek lâzımdır. Hediyye verirken belli olmıyan birşey karşılık isterse, bu şart bâtıl olur. Belli birşey isterse, ikisinin de birlikde kabz etmesi lâzım olur. Kabzdan evvel hibe ahkâmı, kabzdan sonra bey� ahkâmı cârî olur. Bunun için, kabzdan sonra, yalnız birisi vazgeçemez. Birisi kabz etmezse, herbiri vazgeçebilir).
(İhtiyâr)da diyor ki, (Ömrî) denilen hibe câizdir. Ya�nî, ömrün boyunca evim senin olsun deyince, öldükden sonra ev, sâhibine, sâhibi ölmüş ise, vârislerine geri verilir. (Rukbî) denilen hibe, tarafeyne göre bâtıldır. Ya�nî, sen ölürsen benim olsun. Ben ölürsem senin olsun diyerek evini birisine vermek bâtıldır. Herbiri, ötekinin ölümünü terakkub etdiği, beklediği için, rukbî denilmişdir. Mülk edinmeği hatara, zarara ta�lîk etmek sahîh değildir. Bir kimseye giyecek gönderilse, hediyye olur. Kabz edince mülkü olur. Başkalarına verebilir. Bir kimseyi yemeğe çağırınca, önüne konan şey, hediyye edilmiş olmaz, (ibâha), yimesine izn vermek olur. Ancak yidiği mülkü olur. Ondan izn almadan, başkalarına veremez.
(Fetâvâ-yı Bezzâziyye)de diyor ki, (Bunu sana hediyye etdim dese, o da kabûl etdim demeyip onun yanında alsa, yâhud almayıp, kabûl etdim dese sahîh olur. Falancadaki alacağımı sana hediyye etdim, ondan al derse câiz olur. Sana zekât verdim. Ondan al dese, câiz olmaz. Çünki zekât ayn olan maldan verilir. [Bunun için, zekât olarak kâğıd para vermek câiz olmaz. Çünki kâğıd paralar ayn olan mal değildir. Değerleri kadar mal ile değişdirilecek senedlerdir. Kâğıd paraların zekâtları altın verilir.] Sana borcum olan mehrini bana hediyye etmezsen, babanın evine hiç gidemezsin dese, zevcesi de hediyye etse, sahîh olmaz. Çünki kerhen, zor ile hediyye vermek sahîh olmaz. Mehri zevcine hediyye etmeği şarta bağlamak, meselâ şu işi yaparsan mehrim sana halâl olsun demek sahîh değildir. (Fetâvâ-yı Feyziyye)de diyor ki, (Eğer diyerek şarta bağlanan hibe, bâtıl olur. Üzere diyerek şarta bağlanan hibe sahîh olup, şartı mülâyım ise sahîh, muhâlif ise bâtıl olur. Bir işi yapmasını şart ederse, hibe olmaz. Onu ecîr yapmış olur). Küçük çocuğa verilen hediyyeyi babası kabz eder. Babası yok ise, babanın vasîsi, o da yoksa, dedesi kabûl eder. Dedesi de yoksa, dedesinin vasıyyet etdiği kabûl eder. Bu dördünden biri varken, çocuğa bakan akrabâsı bile alamaz. Bu dördünden biri yoksa, çocuğa evinde bakan kabûl eder. Aklı başında çocuğun kendisi kabûl edebilir. Sâlih olan oğlan ve kızlarına hediyyeyi, müsâvî mikdârda vermek efdaldir. Ölüm hastası olmıyanın malının hepsini oğluna hediyye etmek câiz olur ise de günâhdır. Çocuğun mülkü olur ise de babaya günâh olur [Hindiyye]. Reşîd ve sâlih veyâ ilm tahsîlinde olan çocuklarına dahâ çok vermek câizdir. Salâhları müsâvî ise, müsâvî dağıtmalıdır. Çocukları fâsık olanın mîrâs bırakmayıp, sâlihlere, hayrâta vermesi efdaldir. Çünki, günâha yardım etmemiş olur. Fâsık çocuğa nafakadan fazla yardım yapmamalıdır. Çocuğa gelen hediyyeden ananın babanın yimesi câizdir. Çocuğun yapdığı iyiliklerin sevâbı kendisinedir. Anasına babasına, öğretmek ve yapdırmak sevâbı verilir. Satılan malı teslîm etmek, hediyye olunanın ise kabz olunması da lâzımdır).
Ey nazlı yavrum, unutmam seni,
aylar, günler değil, geçse de yıllar!
Yakdı, mahv eyledi, ayrılık beni,
çıkar mı gönülden, o tatlı diller?
Kıyamaz iken hiç, öpmeğe tenin,
şimdi ne hâldedir, nâzik bedenin?
Andıkca her zemân, gonca dihenin,
yansın âhım ile, kül olsun güller!
Tegayyürler gelip, güzel cismine,
döküldü mü, siyâh kaşlar yüzüne?
Sırma saçlar, dağıldı mı üstüne,
sarardı mı, kokladığım sünbüller?
Temiz rûhun, Cennetine uçdu mu?
gül yanağın, tatlı yüzün soldu mu?
Çürüyüp de, şimdi toprak oldu mu,
öpüp kokladığım, o pamuk eller.