Peygamberlerin �aleyhimüssalevâtü vetteslîmât� ve kitâbların gönderilmesine sebeb ve bildirilmesi en lüzûmlu olan emr, yerlerin, göklerin yaratanının varlığını, Onun bir olduğunu, ilm ve başka üstün sıfatları bulunduğunu, kudret ve büyüklüğünün sonsuz olduğunu kullara bildirmekdir. İnsanların çoğu, gördüklerine, duyduklarına, göründüğü gibi inanıp, içlerini, inceliklerini anlıyamadıklarından, Allahü teâlâ, kitâblarında, varlığına, büyüklüğüne alâmet olan, mahlûklarının en büyükleri ve en açıkda bulunan ve insanların çok şaşdığı her bakımdan düzgün görünen ayı, güneşi ve yıldızları, her çeşid insanın anlıyabilmesi için, göründükleri gibi ta�rîf buyurmuşdur. Bunların hesâblarını, kanûnlarını, iç yüzlerini açıklamıyarak, câhil olan çoğunluğu, anlıyamıyacağı şeylerle uğraşmağa zorlamamış, bunları her asrdaki zekî, akllı, seçme kimselerin çalışarak anlamalarını teşvîk buyurmuşdur. İnsanların buluşları, zemânla değişmekde, bir vaktler doğru, güvenilir sanılan buluşların, sonradan yanlış olduğu anlaşılmakdadır. Her asrın insanları, zemânlarındaki son buluşların doğru olacağına inandıkları için, muhtelif asrlardaki insanların inanışları başka başka olmuş, bu inanışlar, günâh, küfr olmamışdır. Çünki, Peygamberlerin �aleyhimüsselâm� kitâblarına uymıyan, bunlarda bildirilenleri inkâr eden inanışlar, suç olur. Cenâb-ı Hak, kullarını küfrden, suçdan korumak için, herkesin anlıyamıyacağı, inanamıyacağı fen bilgilerini, kitâblarında açıklamayıp, bunlara işâret buyurmuş, yer küresini, güneşi, gökleri göründükleri gibi anlatarak, bunlardan ibret alınmasını, varlığının, büyüklüğünün anlaşılmasını emr eylemişdir.
Kâdî Beydâvî �rahmetullahi aleyh�, Nahl sûresinde, (Kullarıma hikmet ile ve güzel va�z ile beni tanıt!) meâlindeki yüzyirmibeşinci âyet-i kerîmeyi tefsîr ederken, (Anlayışlı, tahsîlli olanlara, fen bilgileri ile; hislerine tâbi� olan câhil halka da, görünenleri anlatmakla bildir, demekdir) buyuruyor.
Yehûdî ve hıristiyanlar, kitâblarında, görünüşe göre bildirilenleri okuyunca, hakîkatleri de böyle sanarak, yeryüzünü düz ve hareketsiz, güneşin bunun etrâfında döndüğünü, göklerin yer üzerine çadır gibi kapatılmış olduğunu, Allahü teâlânın, insan gibi, kürsîde oturup, işleri yürütdüğünü sanmışlar, tecribe ile bulunan fen bilgileri, bu inanışlarına uymadığından, fen adamlarına dinsiz demişlerdir. Fen adamları, bu haksız hükm karşısında, yehûdîliğe ve hıristiyanlığa saldırmışdır. Meselâ, din düşmanlığı ile tanınan William Draper (İlm ile dînin çatışması) adlı kitâbında, (Kâ�inâtdan ayrı, kâ�inâta hâkim, dilediğini yapabilen bir insan yokdur) diyor ki, bu sözü, Allahü teâlâyı bir insan sanıp bunu inkâr etmekde olduğunu göstermekdedir. Bir yerinde de, (Kâ�inâtda herşeye hâkim bir kuvvet varsa da, bu papasların inandığı ilâh değildir) diyerek, Allahü teâlânın, fizik, kimyâ kuvvetlerinin en büyüğü olacağını zan etdiğini göstermekdedir.
Görülüyor ki, fen adamları arasında dinsiz olanlar, yâ papasların ve câhil halkın yanlış anladıkları şeylere haklı olarak saldırmış, yâhud zemânlarının fen bilgileri arasına sıkışıp kalmış olan kafaları ile düşündüklerini, hayâlî inanışlarını inkâr etmişlerdir. Eğer, islâm âlimlerinin, Kur�ân-ı kerîmden çıkardıkları fenne bağlı bilgileri, bunların inceliğini, doğruluğunu okuyup anlasalardı, hepsi hakîkati görüp, seve seve müslimân olurdu.
Neml sûresindeki, meâl-i şerîfi, (Dağları, yerinde duruyor görüyorsun, hâlbuki bunlar bulut gibi hareket etmekdedir) olan seksensekizinci âyet-i kerîmesini Kâdî Beydâvî tefsîr ederken, (Yerinde duruyor gördüğün dağlar, bulut gibi, boşlukda hızlı gitmekdedir. Büyük cismler, bir cihete doğru hızlı gidince, üstündekiler, bunun hareket etdiğini duymaz) buyurmakdadır. Fahreddîn-i Râzî, Enbiyâ sûresi, otuzüçüncü âyetinin tefsîrinde, ayın, güneşin, yıldızların felekde, ya�nî mihverleri ve yörüngeleri [mahrekleri] etrâfında döndüklerini, Dahhâk ve Kelbînin söylediğini yazmakdadır. Fahreddîn-i Râzî �rahmetullahi teâlâ aleyh�, Bekara sûresi, yirmidokuzuncu âyetini tefsîr ederken diyor ki, (Hidâye) fizik kitâbının ve (Îsâgucî) mantık kitâbının yazarı olan Esîrüddîn-i Ebherî �rahmetullahi teâlâ aleyh�, Batlemyus [Ptolemé]nin (Mecistî) adındaki astronomi kitâbını okuturdu. Bunu okutmasını hoş görmiyen biri, müslimân çocuklarına böyle ne okutuyorsun diye sorunca, meâl-i şerîfi, (Yerleri, gökleri, yıldızları, bitkileri ne güzel yaratdığımızı görmiyorlar mı?) olan Kaf sûresinin altıncı âyetini tefsîr ediyorum diyerek, cevâb vermişdir. İmâm-ı Râzî, Ebherînin bu cevâbının doğru olduğunu, tefsîrinde yazmakda ve Allahü teâlânın mahlûklarını inceliyen fen adamları, Onun büyüklüğünü, iyi anlar demekdedir. [Birinci kısmda, yirmidördüncü maddeyi okuyunuz!]
Aynalarda ışıkların yansıması kanûnlarını bulan, Muhammed bin Hasen ibni Heysemdir. Avrupalılar buna (Alhazem) derler. 354 [m. 965] de Basrada tevellüd ve 430 [m. 1039] da Mısrda vefât etmişdir. Matematik, fizik ve tıb ilmlerinde yüze yakın kitâb yazmış, eserlerinin çoğu Avrupa dillerine terceme edilmişdir. Türkistânlı Alî bin Ebilhazm doktor idi. Tıb ilmindeki buluşlarını bildiren kitâbları, bu ilmde kıymetli kaynak olmuşlardır. Akciğerlerdeki kan deverânının şemasını ilk çizen budur. Din bilgilerinde de derin âlim idi. İbn-ün-Nefîs ismi ile meşhûr olup, 607 [m. 1210] de Türkistânda Karş şehrinde tevellüd, 687 [m. 1287] de Mısrda vefât etdi.