HİZMET ERİ OLABİLMEK
Soru: “Ben ne şanlı geçmişten, ne de muhteşem gelecekten biri olmayı değil de günümüzdeki hizmet erlerinden biri olmayı isterim” sözünü izah eder misiniz?
Cevap: Şanlı geçmişimizi arzulamamak, hatta onun küçük bir neferi olmayı temenni etmemek mümkün mü? O muhteşem geçmiş dile getirildiğinde hepimizin zihni, bir yönüyle, gayr-i ihtiyarî olarak oraya kayar. Onun için felaket günlerimizin felâketzede şairi Merhum Akif -ki kadimden bu yana gelmiş geçmiş şairlerimiz arasında, acısıyla-tatlısıyla yaşadığı dönemi o ölçüde içten terennüm eden bir-iki şair varsa bunlardan biri, belki de birincisidir o- diyor ki:
Viranelerin yascısı baykuşlara döndüm.
Gördüm de hazânında bu cennet gibi yurdu.
Gül devrini bilseydim onun, bülbül olurdum.
Ya Rabb beni evvel getireydin ne olurdu!
Evet, hangimiz Kanuni dönemini paylaşmayı düşünmeyiz? Hangimiz Yavuz Selim’in yanında, onunla beraber yeniçeri türküsünü mırıldanmayı istemeyiz? Hangimiz, Mercidabık’ta, Ridaniye’de veya Çaldıran’da o hünkâr-ı âzâmın sağında veya solunda, demirden bir kalkan gibi, göğsümüzü siper edip ona kalkan olmayı düşünmeyiz? Evet bu muhteşem tarih, her zaman bizim içimizde gayr-i iradî bir alâka odağıdır.
Bir diğer taraftan nebinin va’dinde, velinin yâdında, güvercinin kanadında, ümit dolu bir intizarla beklediğimiz mutlu geleceği düşünürken içinde bulunduğumuz bir kısım karamsar şeylerden sıyrılarak hep geleceğe de akmak isteriz.
Bu tarz bir düşünceye, “nostaljik yaklaşım” denebileceği gibi, içinde bulunduğumuz dar ve sıkıcı zaman diliminin yetmezliğine isyan ederek, tabir-i diğerle, bir sanatkâr, bir ressam, bir şair gibi sübjelere, objelere başkaldırarak, ya mâziye, ya da gelecek zamana sığınma da diyebiliriz.
Evet, hepimizin bazen bu türlü mülâhazaların içine girdiği olur. Vazife ve sorumluluğumuzun içinde olmasa da, hatta Allah’la pazarlık yapma mânâsına gelse de, bu tür şeyler aklımıza gelebilir. Ama sonra, ihlasımızla, samimiyetimizle bu yanlış anlayışımızı ta’dil eder, “estağfirullah ya Rabbi, bu bizi alâkadar etmez.. bize ne! Biz vazifemizi yapar, şe’n-i Rubûbiyetin gereğine karışmayız” deriz ama, ne kadar istikamet üzere olsak ve ayağımızı sağlam bassak da hayal ve düşünce dünyamız yer yer bizi bu eğri-büğrü düşüncelere götürüp kalbimizi kaydırabilir. Hemen arz edeyim ki: bu, imân adına kalbin kayması gibi affedilmeyen bir günah değil, belki masum bir seyyiedir.
Aslında, bizim için de, başkaları için de, o şanlı geçmişimiz, arzu edilmeyecek gibi değildir. Geleceğimiz de inşâallah o şanlı kökün sürgünleriyle geçmişe denk muhteşem olacaktır.
Ancak kıtmirce bir yaklaşım ile ben, ne geçmişin o şanlı Yavuzları, Kanunileri olmayı, ne de geleceğin çok üst seviyede bu işi temsil edecek kudsîleri olmayı arzu ederim. Buna bedel günümüzde hizmet eden, sade ve basit bir nefer olmayı tercih ederim.
Neden? Çünkü;
1. Gelecekteki başarılar, muvaffakiyetler beraberinde gıybeti, hasedi, nefreti de getirecek. Paylaşılması zaruri görünen ganimetler olacak. Makam ve mevki sevdası insanların ruhunu saracak. Hırslar, kinler, nefretler kabaracak. Nerden mi biliyorsun? Biliyorum, zira bunlar insanın tabiatında var... Beşer tarihi şahittir ki, hemen her zaman, çile ve ızdırabı takip eden refah ve saadet dönemlerinde, insanlar eski safvetlerini, samimiyetlerini koruyamamışlardır. Dün aynı saflarda beraber mücadele edenler, böyle bir dönemde menfaat veya makam uğrunda birbirleri ile kıyasıya vuruşmuş ve sıkıntıda kazandıkları her şeyi rahat ve rehavete erince har vurup harman savurmuşlardır. İşin doğrusu ben, hizmet döneminden sonra, böyle dağdağa, yıkım ve döküntü devresini yaşamak istemem vesselâm..! Allah bize hizmet ettirsin; parsayı da kim paylaşırsa paylaşsın; hiç önemli değil. Muştusu çokları tarafından verilen o mutlu gelecek, gelsin de, bizi ister alsın bostancı yapsınlar, ister tutup sürgün etsinler; hiç fark etmez. Gider dağ başlarına çekilir ve hayatımızı zâhidane sürdürmeye çalışırız. İşte işe, bu açıdan bakınca, “ben ne mâzide, ne de gelecekte değil de, günümüzde hizmet eden sade, tekdüze bir nefer olmayı her şeye tercih ederim” demiştim.
2. Bizler günümüzün çocuklarıyız. Ne geçmişe hulûl, ne de geceğe nüfuz etmemiz mümkün değildir. Belki içimizden bazıları geleceğe kavuşacaktır ama, esas, dolu dolu yaşanması gerekli olan hal-i hazır ve şimdiki zamandır. Yani geçmişe masal demeyeceğiz, geleceği de hülya görmeyeceğiz. Bir başka ifadeyle geçmiş bir “mezar-ı ekber”; gelecek de gulyabaniler ülkesi değildir; değildir ama, o şanlı geçmişimize denk bir geleceğin hazırlanması da ancak şimdiki zamanı iyi değerlendirmeye bağlıdır. Onun için bu mülâhazalarla, günümüzde sadece hizmet düşüncesiyle oturup kalkan, gözlerini onunla açıp onunla kapayan ve başka hiçbir şey düşünmeyen nefer, başka dönemlerin şahlarından, meliklerinden, hatta veli, kutub ve gavslarından daha hayırlıdır denilebilir.
3. Belli bir dönemde hizmet etmiş ve şart-ı âdî ölçüsünde bu işe iştirakta bulunmuş insanlar -hafizanallah- bunun gururunu ruhlarında taşıyabilirler. Bu ise, onların mükâfat adına bütün varını yoğunu alır götürür. Onun için, Müslümanların başarısından bir gün evvel, ikindi sonrası göçüp gitme gibi, bu dünyadan ayrılmak en güzelidir. Evet işte o zaman, “Allah’ım emanetini al” demenin tam zamanıdır.
İşte bu mülâhazalarla “ne mâzi, ne müstakbel.. belki günümüzün hizmet eri olmayı isterim” demiştim, bugün de diyorum. Ama yine de hakikat-ı hali tam bilemiyoruz.. bilemiyor ve bu düşüncenin şeytanî mi, Rahmanî mi olduğuna karar veremiyorum. Zira nefis çok mekkârdır ve şeytan insana bazen sağdan gelir; böyle bir düşünce, şeytanın insana sağdan yaklaşmasının ürünü de olabilir. Allah doğruyu en iyi bilendir.