3 sonuçtan 1 ile 3 arası

Konu: Haccin sÜnnetlerİ onbİrdİr

    Share
  1. #1
    ACİZKUL
    ACİZKUL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Haccin sÜnnetlerİ onbİrdİr

    1 � Temettüe niyyet etmemiş âfâkî olanların, hemen Mescid-i harâma girerek (Tavâf-ı kudûm) yapmalarıdır. Kâ�beyi görünce tekbîr, tehlîl ve düâ edilir. Erkekler, Hacer-i esvede el ve yüz sürer. Süremezse, uzakdan istilâm eder. Ya�nî ellerini kaldırıp, �Bismillâhi, Allahü ekber� deyip yüzüne sürer. Tavâf-ı kudûmdan ve iki rek�at nemâzdan sonra, Safâ ile Merve arasında sa�y yapılır. Bundan sonra, ihrâmı çıkarmadan, Mekke şehrinde oturup, Terviye gününe kadar, istenildiği mikdâr, nâfile tavâf yapılır. Müfrid olan ve kârin olan hâcılar, taş atıp traş oluncıya kadar ihrâmı çıkarmıyacağı için, ihrâmın men� etdiği şeylerden, hergün, sakınmaları lâzım olur. Bu şeylerden sakınamıyacak kimselerin, mütemetti� hâcı olması uygundur. Mescid-i harâm içinde nemâz kılanların önünden geçmek günâh değildir.
    2 � Tavâfa (Hacerül-esved)den başlamak ve burada bitirmekdir.
    3 � İmâmın üç yerde hutbe okumasıdır. Birisi, Zil-hicce ayının yedinci günü Mekkede; ikincisi, dokuzuncu günü, öğle nemâzı olunca, öğle ve ikindi nemâzlarından önce, Arafâtda; üçüncüsü, onbirinci günü, Minâda okunur. Arafâtda, hutbe bitince öğle ve hemen sonra ikindi nemâzı, cemâ�at ile kılınır. İmâma yetişemiyen, ikindi nemâzını, ikindi vaktinde kılar. Nemâzdan sonra, imâm ve cemâ�at, mescid-i Nemreden, Mevkıfe gelip, imâm hayvanda, hâcılar ise yerde, kıbleye karşı, ayakda veyâ oturarak vakfeye dururlar. Cemâ�atin de hayvanda olması efdaldir. (Cebel-i rahme) kayaları üstüne çıkmak ve vakfe için niyyet etmek lâzım değildir. [Bid�at fırkasındaki imâm ile kılınan nemâzı iâde etmek lâzımdır. Çünki, bid�at ehlinin ibâdetlerinin kabûl olmıyacağı hadîs-i şerîflerde bildirildi.]
    4 � Arafâta gitmek için, Mekkeden, (Terviye günü), ya�nî Zil-hiccenin sekizinci günü, sabâh nemâzından sonra çıkmakdır. Mekkeden Minâya gidilir.
    5 � Arefe gününden önceki ve bayramın birinci, ikinci ve üçüncü günlerinin geceleri, Minâda yatmakdır. Üçüncü gece ve günü Minâda kalmak mecbûrî değildir.
    6 � Arafâta gitmek için, Minâdan, güneş doğdukdan sonra yola çıkmakdır.
    7 � Arefe gecesi Müzdelifede yatmakdır. Arafâtdan Müzdelifeye gelip, burada, yatsı vakti olunca, akşam ve yatsının farzları birbiri ardınca, cemâ�at ile kılınır. Akşam nemâzını Arafâtda veyâ yolda kılanların Müzdelifede tekrâr cemâ�at ile veyâ yalnız olarak, yatsı ile birlikde kılması lâzımdır.
    8 � Müzdelifede, vakfeye, fecr ağardıkdan sonra durmakdır. Gece Müzdelifede yatıp, fecr açılırken, sabâh nemâzını hemen kılıp, sonra, (Meş�arilharâm) denilen yerde, ortalık aydınlanıncaya kadar, vakfeye durulur. Güneş doğmadan önce, Minâya hareket edilir. Yolda (Muhasser) denilen vâdîde durmamalıdır. Burası (Eshâb-ı fîl) durak yeridir. Minâya gelince (Mescid-i Hîf)e en uzak olan ve (Cemre-i Akabe) denilen yerde, sağ elin baş ve şehâdet parmakları ile, iki buçuk metreden veyâ dahâ uzakdan, Cemre yerini gösteren dıvarın dibine nohud kadar yedi taş atılır. Dıvarın üstüne veyâ insana, hayvana çarpdıkdan sonra dibine düşerse câiz olur. Ertesi fecre kadar câiz ise de, o gün öğleden önce atmak sünnetdir. Sonra, hiç durmadan buradan gidilip, isterse kurban keser. Çünki, seferî olana kurban kesmek vâcib değildir. Seferî olan hâcıların, müfrid oldukları zemân kurban kesmeleri vâcib değildir. Kurbandan sonra traş olur ve ihrâmdan çıkar. Bayramın birinci günü Minâda olanlar ve bütün hâcılar, bayram nemâzı kılmaz. Sonra, o gün veyâ ertesi gün veyâ dahâ ertesi gün Mekkeye gidip, Mescid içinde ve niyyet ederek (Tavâf-ı ziyâret) yapar. Buna (Tavâf-ül ifâda) da denir. Tavâf-ı ziyâreti ve traşı bayramın üçüncü günü güneş batdıkdan sonraya bırakmak mekrûhdur ve kurban kesmek lâzım olur. Yalnız baygın olanın yerine başkası tavâf yapabilir. Tavâf-ı ziyâretde, önceden bu tavâf için sa�y yapdıysa, artık bir dahâ (Remel) ve (Sa�y) yapmaz. Yapmadıysa, sa�y yapması vâcibdir. Bu tavâfda (Iztıba�), ya�nî ihrâmın üst kısmını sağ koltuk altından geçirip, sol omuz üzerine koymak yokdur. Tavâf nemâzından sonra Minâya gelir. Öğle nemâzını Mekkede veyâ Minâda kılar. Bayramın ikinci günü, öğle nemâzından sonra Minâda hutbe okunur. Hutbeden sonra, üç ayrı yerde, yedişer taş atılır. (Mescid-i Hîf)e yakın olandan başlanır. Üçüncü günü de böyle yedişer taş atılır ki, hepsi kırkdokuz taş olur. Bunları öğleden önce atmak câiz değildir veyâ mekrûhdur. Üçüncü günü güneş batmadan önce, Minâdan ayrılır. Dördüncü gün de Minâda kalıp, fecrden güneşin gurûbuna kadar dilediği zemân yirmibir taş dahâ atmak müstehabdır. Dördüncü günü fecre kadar Minâda kalıp da taş atmadan ayrılırsa, koyun kesmek lâzım olur. Birinci ve ikinci yerlerinde taş atdıkdan sonra, kollar omuz hizâsına kaldırılarak ve el ayaları semâya veyâ kıbleye çevrilerek düâ edilir. Atılacak yetmiş taş, Müzdelifede veyâ yolda toplanır. Hayvan üstünde taş atmak câizdir. (Tavâf-ı sadr)dan sonra, zemzem suyu içilir. Kâ�benin kapı eşiği öpülür. Göğüs ve sağ yanak (Mültezem) denilen yere sürülür. Sonra, Kâ�be perdesine yapışıp, bildiklerini okur ve düâ eder. Ağlıyarak Mescid kapısından dışarı çıkar.
    Minâ, Mekkenin; Müzdelife, Minânın; Arafât da, Müzdelifenin şark cihetindedir. Son yapılan asfalt caddelere göre, Minâ ile Mekke arası dörtbuçuk, Minâ ile Müzdelife arası 3,3 ve Müzdelife ile Arafât arası 5,4 kilometre, Safâ ile Merve arası üçyüzotuz metre, Safâ tepesindeki kemer ile Kâ�be arası yetmiş metre oldu.

  2. #2
    ACİZKUL
    ACİZKUL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Haccin sÜnnetlerİ onbİrdİr

    9 � Arafâtda, vakfeden önce gusl etmekdir.
    10 � Minâdan Mekkeye son dönüşde, önce Ebtah denilen vâdiye gelip, burada bir mikdâr durmakdır. Buradan Mekkeye gelip dilediği kadar kalır.
    11 � Hacca giderken, muhtâc olmıyan ana, babadan, alacaklılardan, kefîlinden izn almak sünnetdir. Ana baba muhtâc ise, iznsiz gitmek harâmdır. Nafaka bırakmadı ise, zevcesinden iznsiz gitmesi de harâm olur. Mekke şehrine (Mu�allâ) kapısından, Mescide (Bâbüsselâm)dan ve gündüz girmek müstehabdır.
    Haccın sünnetini yapmıyana cezâ lâzım gelmez. Mekrûh olur. Sevâbı, azalır. Arefe günü Cum�aya rastlarsa, yetmiş hac sevâbı hâsıl olur. Halk arasında buna hacc-ı ekber deniliyor. Bu söz doğru değildir.
    Mekke şehri, şimâlden cenûba doğru uzanan karşılıklı iki sıra dağ arasında olup, şehrin uzunluğu üç, genişliği bir kilometre idi. Evleri kârgir olup, üç dört katlı idi. Şehrin ortasında (Harem-i Kâ�be) veyâ (Mescidülharâm) denilen büyük câmi� vardır. Mescidül harâmın üstü açıkdır. İstanbul câmi�lerinin avlularında olduğu gibi, avlu etrâfında üç sıra kubbe vardır. Kubbeleri beşyüz adeddir. Kubbelerin altında 462 direk vardır. Direklerin 218 adedi mermer olup, yuvarlakdır. 224 adedi (Hacer-i şemis) taşından yontmadır ve altı veyâ sekiz köşeli ve sarı renklidir. Mescid-ül harâm, dikdörtgen (Müstatîl) gibi olup, şimâl dıvârı 164, cenûbu 146, şark dıvârı 106, garbı 124 metre uzunluğunda idi. Vehhâbîler 1375 [m. 1955] de, dört dıvarı da uzatdı. Safâ ve Merveyi de, Mescid dâhiline aldılar. Yüzaltmışbin metre kare oldu. İstanbuldaki Ayasofya câmi�-i şerîfinin uzunluğu ise 77 metre ve genişliği 72 metredir. Sultân Ahmed câmi�-i şerîfinin uzunluğu 72, genişliği 64 metredir. Mescidül harâmın 19 kapısı olup, şark dıvârında dört, garbda üç, şimâlde beş, cenûbda yedi idi. Yedi minâresi vardır. Osmânlılar zemânında, Mekke ile Cidde iskelesi arasındaki yol 75 km., Medîne ile Cidde arası 424 km., Medîne ile Bedr arası 150 km. idi. Mekke ile Medîne arasında en kısa yol 335 km. idi. Resûlullahın hicret buyurduğu sâhil yolu 400 km. idi. Mekke, denizden 360 metre yüksekdir. Medîne, denizden 160 km. uzakdır. Mescid-i harâma sığınan kâtile, hanefîde, çıkıncaya kadar, cezâ yapılmaz.
    Ömer �radıyallahü anh� zemânından önce, Mescidül harâmın dıvarları yokdu. Kâ�benin etrâfında, bir meydâncık ve sonra evler vardı. Halîfe Ömer �radıyallahü anh�, evlerin bir kısmını yıkdırıp, Kâ�be etrâfına, bir metreye yakın yükseklikde dıvar çevirerek, Mescidülharâm meydâna geldi. Mescidülharâm, muhtelif zemânlarda yenilenmişdir. Son şekli, Kâ�be-i mu�azzamanın onbirinci ta�mîri ile birlikde, 17.ci Osmânlı pâdişâhı dördüncü sultân Murâd hân �rahmetullahi teâlâ aleyh� tarafından 1045 [m. 1635] de yapılmışdır. Şimdi Vehhâbîler, genişletmek behânesi ile, o târihî islâm eserlerini yıkıp, yok edip, yalnız maddî kıymeti fazla şeyler yapıyorlar. Kâ�be-i mu�azzamaya saygısızlık edip, ondan dahâ yüksek binâlar, oteller yapıyorlar.
    Kâ�be-i mu�azzama, Mescidül harâm ortasında, dört köşe taşdan bir oda olup 11,4 metre yüksekdir. Şimâl dıvarı 9,25 metre, cenûbu 8,5 metre, şark dıvarı 13,5; garbı 13,3 metredir. Şark ve cenûb dıvarları arasındaki köşede (Hacerül-esved) taşı vardır ve yerden bir metreden ziyâde yüksekdir. Peygamberler ve hâcılar öpdükleri için, çukurlaşmışdır. Kâ�benin şark dıvarında, bir kapısı vardır. Kapısı, yerden 1,88 metre yüksekdedir ve genişliği 1,7, yüksekliği 2,6 metredir. Dıvarlarının iç yüzü ve zemîni renkli mermerlerle kaplıdır. Rükn-i Irâkî hizâsında yedisi mermer, diğer basamakları ağacdan, 27 basamaklı, minâre merdiveni gibi yuvarlak merdiveni, ikinci Mustafâ hân yenilemişdir. Kapının sağ tarafında bir de çukur ve tavana kadar yükselen üç direk vardır. Kâ�benin dış yüzü siyâh, ipek perde ile örtülüdür. Kapısının perdesi, yeşil atlasdır.
    Zemzem kuyusu, Mescidül harâm içinde, Hacer-i esved köşesi karşısında ve köşeden ondörtbuçuk metre uzakda bir odada olup, 1,9 metre yüksek olan taş bileziği vardır. İkibuçuk metre kutrunda ve otuz metre umkundadır. Bu odayı, İstanbulda Beğlerbeği câmi�ini yapdırmış olan, birinci sultân Abdülhamîd hân yapdırmış olup, zemîni mermer döşeli ve dıvarlara doğru meyillidir. Dıvar diblerinde olukları vardır. Kuyuya su sızmıyacak şeklde ustalıklı yapılmışdır. Kuyu ağzı, bu hizâdan bir buçuk metre kadar yüksekdir. Târîhin kıymetli yâdigârı olan bu güzel san�at eseri 1383 [m. 1963] yılında, yıkdırıldı. Kuyu ağzını ve birkaç metre çevresini, yer yüzünden birkaç metre aşağı indirdiler.
    Kâ�benin dört köşesine, dört rükn denir. Şâma karşı olana (Rükn-i şâmî), Bağdâda karşı olana (Rükn-i ırâkî), Yemen cihetinde olana (Rükn-i yemânî), dördüncü köşeye de (Rükn-i hacer-il esved) denir.
    Her tavâfdan sonra zemzem içmek müstehâbdır. Yüzbinlerce hâcı, içdiği ve yıkandığı ve memleketlerine götürdüğü hâlde, kuyudaki zemzem tükenmiyor. Şimdi hergün, motorla ve bir geniş hortum ile, gece gündüz çekildiği hâlde, bitmek bilmiyor.
    Kâ�benin şimâl dıvarı üzerinde (Altın oluk) vardır. Yerde bu oluk hizâsında kavs şeklindeki dıvarcık ile Kâ�be-i mu�azzama arasında kalan yere (Hatîm) denir. Tavâf ederken, bu Hatîm dıvarının dışından dolaşmak lâzımdır.
    Yer yüzünde, bir dâne Kâ�be vardır. O da, Mekke-i mükerreme şehrindedir. Mü�minler, hac etmek için Mekke-i mükerreme şehrine gider ve orada, Allahü teâlânın emr etdiği şeyleri yaparak hâcı olurlar. Kâfirler, başka memleketlere giderek, başka yerleri dolaşır. Bunlara hâcı denmez. Müslimânların ibâdetleri başkadır. Kâfirlerin gâvurlukları başkadır.
    Hilde oturup da Mekkeye ihrâmsız girenlerin hac veyâ ömre yapması vâcib olur.
    Hac yapdıkdan sonra, Medîne-i münevvereye gidip, Resûlullahın mubârek kabrini ziyâret etmek lâzım olduğu, (Eshâb-ı Kirâm) kitâbının (Müslimânların iki gözbebeği) kısmının son sahîfesinde uzun yazılıdır. (Hucre-i se�âdet), mescid-i şerîfin kıble dıvarının şark köşesine yakın olup, mihrâbda kıbleye dönen kimsenin sol tarafında kalır. Minber ise, bu kimsenin sağ tarafındadır. Hucre-i se�âdet ile minber arasına (Ravda-i mutahhera) denir. Hucre-i se�âdet, iç içe iki dıvarla çevrilmişdir. İç dıvarın tavanının ortasında bir delik vardır. Dış dıvar, mescidin tavanına kadar yüksek olup, üzerindeki yeşil kubbe uzaklardan görünür. Dış dıvarların ve dışardaki yüksek parmaklığın etrâfı (Sitâre) denilen birer perde ile örtülüdür. Dıvarların içine kimse giremez. Çünki, kapıları yokdur. (Mir�ât-i Medîne)nin 384. cü sahîfesinde diyor ki, Mescid-i se�âdet yapılırken, eni 60 zrâ� [25 metre], boyu 70 zrâ� [29 metre] idi. Bedr gazâsından iki ay evvel, ya�nî ikinci senenin Receb ayında, Kıblenin Kâ�be cihetine tahvîli emr olununca, kapısı cenûb dıvarından şimâl dıvarına alınırken, mescidin tûlü ve arzı yüzer zrâ� [42 metre] yapıldı. Bu kapıya (Bâb-üt-tevessül) denir. Velîd bin Abdülmelikin ve üçüncü Abbâsî halîfesi Mehdînin �rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma�în� 165 [m. 781] de yapdırdıkları ta�mîrde mescidin tûlü 126, arzı da 76 metre oldu. Vehhâbîler 1375 [m. 1955] senesinde genişletip, tûlü 128, arzı 91 metre oldu. Mescid-i Nebîdeki târihî ismleri değişdirip, Vehhâbîlerin ismlerini koydular.
    Mescid-i Nebînin şimdi beş kapısı vardır. Bunlardan: İkisi garb dıvarında olup kıbleye yakın olana, (Bâbüsselâm), şimâl köşesine yakın olana, (Bâbürrahme) denir. Şark dıvarının, kıble tarafında kapı yokdur. Şark dıvarında, Bâbürrahme karşısında (Bâbül Cibrîl) vardır. (Fâideli Bilgiler) kitâbının 1. ci kısmının sonundaki resme bakınız!
    (Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, (Farz olan hac önce yapılmalı, sonra Medîne ziyâret edilmelidir. Ziyâreti önce yapmak da câizdir. Nâfile hac yaparken, önce, yolun düşdüğü şehre gidilir. Medîneye girince, yalnız kabr-i Nebîyi �aleyhisselâm� ziyâreti niyyet etmelidir. Mescid-i Nebîde bir nemâz, başka yerlerdeki bin nemâzdan dahâ üstündür. Oruc, sadaka, zikr ve Kur�ân-ı kerîm okumak gibi ibâdetler de böyledir. Medîneye girerken ihrâma girilmez. Mekkede ihrâmlı iken olan yasaklar, Medînede yasak değildir. İbni Teymiyye, kabr-i Nebîyi ziyâret için Medîneye gidilmez dedi ise de, Ehl-i sünnet âlimleri buna cevâb vermişlerdir. İmâm-ı Ebû Hasen Alî Sübkî �rahmetullahi teâlâ aleyh� [(Erreddü li-İbni Teymiyye) ve (Şifâ-üs-sikâm fî ziyâret-i Seyyid-il enâm) kitâblarında] İbni Teymiyyenin sapık sözlerini kuvvetli delîllerle çürütmekdedir. Kadınların da, tenhâ zemânlarda, örtülü olarak ziyâret etmeleri câizdir). İmâm-ı Sübkînin ve başka âlimlerin, İbni Teymiyyeyi red eden yazıları, (İslâm Âlimleri) kitâbında arabî olarak neşr olunmuşdur.
    (Merâkıl-felâh)da ve hâşiyesinde diyor ki, (Medîne şehri uzakdan görülünce, salât ve selâm getirilir. Sonra, (Allahümme hâzâ harem-ü Nebiyyike ve mehbıt-ü vahyike femnün aleyye biddühûl-i fîhi vec�alhü vikâyeten lî minennâr ve emânen minel azâb vec�alnî minelfâizîne bi-şefâ'atil-Mustafâ yevmelmeâb) denir. Şehre veyâ mescide girmeden önce gusl abdesti alınır. Güzel ve alkolsüz koku sürünülür. Yeni, temiz elbise giyilir. Şehre yürüyerek girmek iyi olur. Eşyâlarını bir yere yerleşdirdikden sonra, o yerlerin kıymetini ve yüksekliğini düşünerek, boynu bükük, kalbi kırık olarak; (Bismillah ve alâ Milleti Resûlillah) der ve hicret gecesi gelmiş olan (İsrâ) sûresinin sekseninci âyetini ve nemâzda okunan salevât-ı şerîfleri okuyarak ve (Vagfir lî-zünûbî veftah lî ebvâbe rahmetike ve fadlike) diyerek mescide gelir. Bâb-ı selâmdan veyâ bâb-ı Cibrîlden mescide girip, minber yanında iki rek�at (Tehıyyetül-mescid) nemâzı kılar. Minberin direği sağ omuzu hizâsına gelmelidir. Resûlullah �sallallahü aleyhi ve sellem� burada kılardı. İki rek�at da şükr nemâzı kılar. Düâdan sonra, kalkıp edeble Hucre-i se�âdete gelir. Muvâcehe-i se�âdet dıvarına karşı, arkasını kıbleye dönerek, Resûlullahın mubârek yüzüne karşı, iki metre kadar uzakda, edeble durur. Resûlullahın kendisini gördüğünü, selâmını, düâlarını işitdiğini ve cevâb verdiğini, âmîn dediğini düşünür. (Esselâmü aleyke yâ seyyidî, yâ Resûlallah...) diyerek kitâbdaki uzun düâyı okur. Emânet olan selâmları söyler. Sonra salevât okuyup, dilediği düâyı yapar. Sonra yarım metre sağa gelip, (Esselâmü aleyke yâ halîfete Resûlillah...) diye başlıyan kitâbdaki uzun düâyı okuyarak hazret-i Ebû Bekre selâm verir. Sonra, yarım metre sağa gidip, hazret-i Ömere de kitâbdaki uzun düâyı okuyarak selâm verir. Sonra kendine ve ana babasına ve düâ etmesini istemiş olanlara ve bütün müslimânlara düâ eder. Sonra yine Resûlullahın mubârek yüzü karşısına gelir. Kitâbdaki düâyı okur ve dilediği düâları da yapar. Sonra Ebû Lübâbe hazretlerinin kendini bağlayarak tevbe etmiş olduğu direğe gelir. Burada ve Ravda-i mutahherada nâfile, kazâ kılar. Tevbe ve düâ eder. Dilediği zemânlarda (Mescid-i Kubâ) ve (Mescid-i kıbleteyn), Uhud şehîdleri ve Bakî�deki mezârları ve birçok meşhûr mübârek yerleri de ziyâret etmelidir).
    İbni Kayyım, (Resûlullahın kabrine arka çevirerek düâ edilir. Ebû Hanîfe de böyle söylüyor) diyor. Âlûsînin de, tefsîrinde böyle dediği, (Dürer-üs-seniyye)de yazılıdır. Hâlbuki, bütün Ehl-i sünnet âlimleri, Kabr-i se�âdete dönmüş, kıble dıvarı arkada kalmış olarak düâ edileceğini yazmakdadırlar. Âlûsînin oğlu Nu�mân bile, İbni Teymiyyenin ve İbni Kayyımın yolunda olduğu hâlde, insâf ederek, bu hakîkati saklıyamayıp, (Gâliyye)sinde, (Mescidde iki rek�at nemâz kıldıkdan sonra, hucre-i se�âdete gelip, mübârek yüzüne karşı döner. Diri iken olduğu gibi huzûrunda edeb ile durup, salât ve selâm verir ve islâmiyyetin bildirdiği düâları okur. Çünki, Resûlullah, kabrinde de diridir. Âlimlerin çoğu, yalnız kabr-i se�âdeti ziyâret için uzaklardan gelmek de sünnetdir dediler. Çünki, hadîs-i şerîfde, (Beni ziyâret için gelip, başka bir iş yapmıyarak, yalnız ziyâret edene kıyâmetde şefâ�at etmek, bende hakkı olur) ve (Bana selâm verene ben de selâm veririm) buyuruldu) demekdedir.
    Abdülhak-ı Dehlevî �rahmetullahi teâlâ aleyh�, (Cezb-ül-kulûb) kitâbında, fârisî olarak diyor ki, (Mescid-i şerîf) yapılırken, Âişe ve Sevde �radıyallahü anhümâ� için birer oda yapıldı. Sonra, her evlendikce bir oda yapılarak, adedleri dokuz oldu. Odalar, arab âdeti üzere, hurma dalından idi. Üstleri kıldan keçe ile örtülü idi. Kapılarında yalnız perde asılı idi. Odalar mescidin cenûb şark ve şimâl taraflarında idi. Kerpiçden yapılmış olanı da vardı. Çoğunun kapısı mescide açılırdı. Tavanlarının yüksekliği, orta boylu insan boyundan bir karış fazla idi. Hazret-i Fâtıma ile hazret-i Âişenin odaları arasında kapı vardı. Vefâtından birkaç gün önce, Ebû Bekrden başka eshâb odalarının mescide açılan kapılarını kapatdırdı.
    Hazret-i Ömer �radıyallahü anh�, hicretin onyedinci senesinde, mescid-i şerîfi garb ve şimâlden genişletdi. Zevcât-i tâhirâtın �radıyallahü teâlâ anhünne� odaları bulunduğu için, şark tarafını genişletmedi. Şimâl-cenûb arası, yüzkırk zrâ� [yetmiş metre] ve şark-garb dıvarları arası yüzyirmi zrâ� oldu. (Mescidimi genişletmek lâzımdır!) emrini işitmeseydim, genişletmezdim dedi. Yeni dıvarları, eskisi gibi kerpiç ile hurma ağaçlarından yapdırdı. Hazret-i Abbâs, garb dıvarına bitişik odasını hediyye etdi. Bu oda ve buna bitişik, Ca�fer Tayyârın evinin yarısı satın alınıp mescid-i şerîfe katıldı. Hazret-i Ömer, bu arada, (Hücre-i se�âdet)i de, kerpiçden yeniledi. Hazret-i Osmân �radıyallahü anh� hicretin otuzuncu senesinde, bunları ve şimâl dıvarını yıkıp genişletdi. Yeni dıvarları ve direkleri taşdan, tavanını sac ağacından yapdı. Ebû Hüreyrenin haber verdiği hadîs-i şerîfde, (Mescidimi Yemendeki San�â şehrine kadar genişletseler, hepsi mescidim olur) buyuruldu.

  3. #3
    ACİZKUL
    ACİZKUL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Haccin sÜnnetlerİ onbİrdİr

    Halîfe Velîd, seksensekiz senesinde, Medîne vâlîsi Ömer bin Abdül�Azîze emr vererek, dört dıvar da yıkılıp, şark tarafındaki zevcât-ı tâhirât odaları mescide katıldı. Hucre-i se�âdetin dört dıvarı yıkılıp, temelden yontma taşlarla yeniden yapıldı. Temel açılırken hazret-i Ömerin bir ayağı görüldü. Hiç çürümemişdi. Hücrenin etrâfına ikinci bir dıvar dahâ yapıldı. Hiç kapısı yokdu. Hücrenin tavanı mescidden yarım metre dahâ yüksek oldu. Uzunluk ikiyüz, genişlik yüzaltmışyedi zrâ� oldu. Rum Kayserinden kırk usta getirilip, dıvarlar, direkler, tavan altın ile süslendi. İlk olarak mihrâb ve dört minâre yapdırdı. Bu iş üç sene sürdü. Abbâsî halîfelerinden Mehdî, yüzaltmışbir senesinde, yalnız şimâl tarafına on direk dikerek genişletdi. Halîfe Me�mûn da ikiyüziki 202 [m. 817] senesinde biraz genişletdi. Beşyüzelli senesinde, Cemâleddîn-i İsfehânî, ikinci dıvar etrâfına sandal ağacından parmaklık yapdı. Bu parmaklığa (Şebeke-i se�âdet) denir. O sene Mısrdan gönderilen, üzerinde kırmızı ipekle Yasîn sûresi yazılı beyâz ipek perde, Şebeke etrâfına asıldı. Bu perdeye (Sitâre) denir. Mısr Türkmen sultânı Seyfeddîn Sâlih Klavûn �rahmetullahi teâlâ aleyh�, altıyüzyetmişsekiz 678 [m. 1279] senesinde, Hucre-i se�âdet üzerine bugünkü (Kubbe-i hadrâ)yı ilk olarak yapdırıp kurşun ile kaplatdı. Mescidin bugünkü binâsı, Mısrdaki Çerkes sultânlarından Eşref Kaytebay �rahmetullahi teâlâ aleyh� tarafından 888 [m. 1483] senesinde yapdırılmış ve Osmânlı sultânları tarafından ta�mîr ve tezyîn edilmişdir. (Cezb-ül-kulûb)dan terceme temâm oldu.
    Pâkistânda Mîrpûr şehrinde bulunan (Da�vet-ül-islâmiyyet-ül-âlemiyye) merkezinin 1398 [m. 1978] de, bütün müslimân memleketlerine gönderdiği bildiride diyor ki: Sü�ûdî Arabistânda çıkan (Ed-da�ve) mecmû�asının 1397 [m. 1977] Şa�bân nüshâsında, Sa�dülharemeyn ismindeki bir vehhâbînin (Kubbet-ül-hadrâ)nın yıkılmasını istiyen yazısını, (Da�vet-ül-islâmiyyet-ül-âlemiyye) merkezimiz nefretle karşılamışdır. Üyelerimiz Pâkistânın Mîrpûr şehrinde, bu yazıyı protesto etmek için toplandı. Allâme Muhammed Beşîr �rahmetullahi teâlâ aleyh� başkan idi. Pek çok dinleyici arasında konuşan hatîblerin sözlerinin özeti şöyledir:
    Kubbet-ül-hadrâ, bütün müslimânların gözbebeğidir. Müslimânlar, bu mübârek hucreyi ziyâret etmeği, kurtulmalarına sebeb bilirler. Çünki, Peygamberimiz �sallallahü aleyhi ve sellem�, (Kabrimi ziyâret edene şefâ�atim vâcib olur) buyurdu. Sa�dül-haremeynin bu çok çirkin yazısı, büyük fitne ve islâm düşmanının gizli bir hiylesidir. Bir müslimân böyle düşünebilir mi? İslâm dîninin şi�ârını yok etmeğe önayak olabilir mi? Vallahi olamaz! Bu çirkin yazının arkasında gizli ellerin, yehûdî güçlerinin bulunduğuna inanıyoruz. Eshâb-ı kirâmın mubârek cesedlerini ve Resûlullahın babası Abdüllahın cesedini kabrlerinden çıkarmaları, Kubbe-i hadrâyı yıkmak çirkin düşüncesine cesâret verdiğinde hiç şübhe yokdur. Bu çirkin yazı, büyük fitnelere yol açacakdır. Bunda hiçbir fâide yokdur. Kalbleri Resûlullahın �sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem� sevgisi ile ve Kubbet-ül-hadrânın sevgisi ile dolu olan müslimânları yaralıyan bu çirkin yazıya nasıl cesâret olunduğunu Sü�ûdî arab hükûmetinin açıklaması lâzımdır. Müslimânların, Haremeyn-i şerîfeyne ve Kubbet-ül hadrâya hizmet etdikleri için, arabları sevdikleri şübhesizdir. Arablar bu mübârek makamlara saygısızlık ederlerse, müslimânların kalblerinde, onların sevgisi kalır mı? Bu çirkin oyundan meydâna gelen üzüntünün dehşetini Sü�ûdî Arabistân hükûmetine bildirmeleri ve bu kötü hîlenin yok edilmesi için çalışmaları için bütün dünyâ müslimânlarına çağrıda bulunuyoruz!
    Yukarıdaki çağrının arabî olan aslı, (El-medâric-üs-seniyye) kitâbının 1978 baskısının sonuna eklenmişdir.
    İbni Âbidîn, hac bahsinin sonunda buyuruyor ki, (Hacca giden fakîr, Mekkeye gidinceye kadar nâfile ibâdet yapmakdadır. Nâfile sevâb almakdadır. Mekke şehrine girince, hac etmesi farz olur. Zengin ise, memleketinden hac için çıkdığı ânda farz sevâbı kazanmakdadır. Farzın sevâbı, nâfilenin sevâbından dahâ çokdur. Fakîr, memleketinde ihrâma girerek yola çıkarsa, yolda da farz sevâbı kazanarak, zenginin sevâbına kavuşur. Anası veyâ babası kendisine muhtâc olmıyan bir kimse, onlardan iznsiz farz olan hacca gidebilir. [Fekat nâfile olan hacca iznsiz gidemez. Câmi�, Kur�ân-ı kerîm kursu ve benzeri, islâma fâidesi olan şeyleri yapmak, nâfile hacdan ve ömreden dahâ sevâbdır. Nâfile hac ve ömre yaparken sarf edilen paralar, müslimânların muhtâclarına veriliyorsa, nâfile hac ve ömre yapmak, kendi memleketinde sadaka vermekden dahâ efdal olur. Çünki, hem mal ile, hem beden ile ibâdet yapılmakdadır. (Makâmât-i mazheriyye)de, 26. cı mektûbda diyor ki, (Hacda bir farzı veyâ vâcibi özrsüz terk etmemek veyâ harâm, mekrûh işlememek lâzımdır. Aksi hâlde, nâfile hac ve ömre yapmak sevâb değil, günâh olur). Birinci kısmda, 74. cü madde sonuna ve kırkaltıncı maddenin zekât kısmına ve (Müjdeci mektûblar)da 29 ve 123 ve 124. cü mektûblara bakınız!] Asker olarak veyâ yazı ve propaganda ile islâmiyyete hizmet etmek, nâfile hacdan ve ömreden dahâ sevâbdır. Böyle cihâd hizmeti olmıyan için, memleketinde fakîr, muhtâc ve sâlihlere yâhud seyyidlere ve Ehl-i sünnet bilgilerini yayanlara para yardımı etmek, nâfile haclardan ve câmi�, Kur�ân-ı kerîm kursu ve benzeri hizmetleri yapmakdan dahâ sevâbdır).
    Hak teâlâ, ilmi çok yerde övdü, Kur�ânda,
    Resûlün, ilmi emr eden sözleri, meydânda.
    İslâmın en büyük düşmanıdır, bil, cehâlet,
    çünki, cehl mikrobunun hastalığı, Felâket!
    Cehâlet olan yerden, din gider dedi, Nebî,
    Dîni seven, o hâlde ilmi, fenni sevmeli!
    Cennet, kılınc gölgesinde, demedi mi hadîs,
    atom gücü, jet uçuşuna bu emr, pek vecîz!
    İslâmın zilletine cehldir, bütün illet!
    Ey derdi cehâlet, sana düşmekle, bu millet!
    Bir hâle getirdin ki, ne din kaldı, ne nâmûs,
    ey sine-i islâma çöken, kapkara kâbus.
    Ey, biricik düşman, seni öldürmeli evvel,
    sensin, bize kâfirleri, üstün çıkaran el!
    Ey, millet, uyan cehline kurban gidiyorsun!
    İslâm gerilikdir, diye bir damga yiyorsun!
    Allahdan utan, bâri bırak, dîni elinden,
    gir, leş gibi, topraklara kendin, gireceksen!
    Lâkin bu sözüm de, te�sîr etmez ki câhile,
    Allahdan utanmak da, olur elbet, ilm ile.

Benzer Konular

  1. Haccin Şartlari
    By ACİZKUL in forum Fıkıh ve Akaid
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 22.05.09, 12:30
  2. Peygamber efendİmİzİn sÜnnetlerİ
    By Zümrüt in forum Hz. Muhammed (S.A.V.)
    Cevaplar: 4
    Son Mesaj: 21.05.09, 20:35
  3. Efendİmİzİn(s.a.v.)sÜnnetlerİ
    By ACİZKUL in forum Hz. Muhammed (S.A.V.)
    Cevaplar: 5
    Son Mesaj: 03.02.09, 22:39
  4. NAMAZIN VACİB ve SÜNNETLERİ
    By SiLa in forum Namaz ve Abdest
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 22.10.08, 08:30
  5. ''''' Su İÇmenİn SÜnnetlerİ'''''
    By Konyevi Nisa in forum Sünnet-i Seniyye
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 15.06.08, 08:44

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •