Uşr ve kırda otlıyan hayvanların zekâtı, fakîrlere verileceği gibi, beyt-ül-mâla da teslîm edilmesi câizdir. Beyt-ül-mâla verilmesi lâzım olan bir şeyi eline geçiren kimse, beyt-ül-mâldan hakkı varsa, bu şeyi kendi kullanır. Kendi hakkı yoksa, beyt-ül-mâldan hakkı olan bir müslimâna verir. Bu şeyi, beyt-ül-mâla vermez. İbni Âbidîn, ikinci cild, ellialtıncı sahîfede buyuruyor ki, (Beyt-ül-mâldan hakkı olan fakîrler, zekât me�mûrları, âlimler, mu�allimler, vâ�ızlar, din dersi öğrenen talebe, borclular, Ehl-i beyt-i nebevî, ya�nî seyyidler ve şerîfler, askerler, beyt-ül-mâl parası ellerine geçerse, hakları kadar almaları câizdir).
(Bezzâziyye) fetvâsının sâhibi �rahmetullahi teâlâ aleyh�, Halvânîden alarak diyor ki, (Elinde emânet bulunan kimse, sâhibi ölürse, emâneti vârislerine verir. Vârisleri yoksa, beyt-ül-mâla verir. Beyt-ül-mâla verince zâyı� olacak ise, kendi kullanır veyâ beyt-ül-mâldan nasîbi olanlara verir).
Zekât, fakîrlerin hayâtını, ihtiyâclarını, cem�ıyyetin tekeffül eylemesi, garanti etmesi demekdir. Bir şehrin bir köşesinde, bir müslimân, açlıkdan ölse, şehrdeki zenginlerden birinin, az bir zekât borcu kalsa, onun kâtili olur. Zekât, müslimânlar arasında, sigorta teşkilâtıdır. İslâmiyyet (beyt-ül-mâl) denilen sigortayı, şahsların, açık gözlerin, kendi menfe�atlerini düşünenlerin eline bırakmamış, devletin emrine vermişdir. Bu sigorta, başka sigortalara benzemez. Fakîrlerden para istemez, zenginlerden alır. Zekât veren zenginlerin dünyâda malı artar. Âhıretde de, bol sevâb verilir. İslâm sigortası, her fakîre yardım eder. Bir âile reîsi ölünce, fakîr âilesine ma�âş bağlayıp, herkesi mes�ûd eder. İşte islâmiyyet, zekât ile, böyle sosyal bir sigorta kurmuşdur.
İbni Âbidîn �rahmetullahi aleyh� buyuruyor ki: (Dört nev� zekât malından ikisine, ya�nî zekât hayvanları ile toprakdan elde edilen mallara (Emvâl-i zâhire) denir. Bunların zekâtlarını, halîfenin me�mûrları gelip toplar. Bu me�mûrlara (Sâ�î) denir. Devlet, bu toplanan malı [ve (Âşir) denilen me�mûrların, yolcu tüccârdan aldıkları emvâl-i bâtına zekâtını] beyt-ül-mâlda saklayıp, yedi sınıfdan herbirine sarf eder. Zekât mallarından altın, gümüş ve ticâret eşyâsına (Emvâl-i bâtına) denir. Bunların mikdârını sâhibine sormak câiz değildir. Bunların zekâtını mal sâhibi, yedi sınıfdan dilediğine, kendi verir. Böyle verilmiş olan zekâtları, devlet ayrıca istiyemez. Bir şehrdeki zenginlerin hiç zekât vermedikleri anlaşılırsa, emvâl-i bâtınalarının zekâtını da devlet toplıyabilir. (Dıyâ-ul-ma�nevî) ve (Îzâh)da diyor ki, (Devlet beş malı alamaz: Emvâl-i bâtına zekâtı, fıtra, kurban, nezr ve keffâret).
[Son zemânlarda, Ehl-i sünnet âlimlerinin �rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma�în� büyüklüklerini anlıyamıyanlar çoğalmakdadır. Çünki, âlimi âlim anlar. Câhiller anlıyamaz. Din adamı geçinen câhiller, kendilerini âlim sanıyorlar. Birbirlerini, millete, islâm âlimi diye tanıtıyorlar. Biz, yalnız Kur�âna ve hadîslere inanırız diyerek, Selef-i sâlihînin ictihâdlarını beğenmiyorlar. Kur�ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden, kısa görüşlerine ve kısır düşüncelerine uygun yeni yeni ma�nâlar çıkarıyorlar. Hadîs-i şerîfde öğülmüş olan ikinci yüzyılın büyüklerine, din imâmlarımıza dil uzatıyorlar. Onların kıymetli kitâblarını lekelemeğe uğraşıyorlar. İbni Teymiyye, Mevdûdî, Reşîd Rızâ, Seyyid Kutb, Hamîdullah, fizikci Abdüsselâm ve Ahmed Didad gibi mezhebsizlerin kitâbları, islâm âlimlerinin sözbirliği ile bildirdiklerine uymıyan bilgileri yaymakdadır. Meselâ, (Cihân Sulhu ve İslâm) ve (İslâma Giriş) kitâblarında, (Zekât devlete verilen vergi demekdir. Zenginlerin, diledikleri fakîrlere verdikleri paraya zekât denmez. Zekât yalnız devlete verilir. Devlet, bunu kâfirlerin fakîrlerine de verebilir. Çünki (Miskîn), kâfirlerin fakîrleri demekdir) yazılıdır. Mezhebsizlerin yanlış yolda oldukları, (Fâideli Bilgiler) kitâbının (Din Adamı Bölücü Olmaz) ve (Doğru Söze İnan, Bölücüye Aldanma) kısmlarında uzun bildirilmekdedir.]
Zâlim olan sultânlar, (Emvâl-i zâhire)den vergi alırken, zekât niyyeti ile verilirse, kabûl olur diyen âlimler vardır. (Emvâl-i bâtına)dan alırlarsa veyâ kâfir ve mürted olanların aldığı her nev� vergi verilirken, zekât olarak niyyet edilse de, zekât yerine geçmez. Ayrıca zekât vermek lâzım olur.
Beyt-ül-mâlda, birbirlerinden ayrı dört cins mal bulunur:
1 � Hayvânlardan, toprak mahsûllerinden alınan ve (Âşir)in, ancak yolda rastgeldiği müslimân tüccârdan aldığı zekâtlar olup, yukarıdaki yedi sınıfa verilir.
2 � Ganîmetin ve yerden çıkarılan ma�denlerin beşde biri olup, yetîmlere, miskînlere ve parasız kalan yolculara verilir. Bunların üçünde de, önce (Benî Hâşim) ve (Benî Muttalib) olanlara verilir. Petrol gibi sıvılardan ve oksidler, tuzlar gibi ateşde erimiyen filizlerden ve denizden çıkarılanlardan birşey alınmaz.
3 � Gayr-i müslimlerden alınan, harâc ve cizye ve âşirin bunlardan aldığı maldır. Bunlar, yol, köprü, han, mekteb, mahkeme gibi umûmî ihtiyâclara ve millî müdâfe�aya sarf edilir. Memleket hudûdunu bekliyen, memleket içindeki yolları bekliyen müslimânlara, köprü, mescid, havuz, nehr yapmağa ve ta�mîrlerine, imâma, müezzine, hademe-i hayrâta, islâm ilmlerini, ya�nî din ve fen bilgilerini okutanlara ve okuyanlara, kâdîlara, müftîlere, vâ�ızlara ve dîni ve milleti, devleti yaşatmak için çalışanlara verilir. Bunlar, zengin olsalar bile, çalışmaları, hizmetleri karşılığı, âdete ve ihtiyâc eşyâsının değerine göre, uygun bir pay verilir. [(Hadîka) el âfetlerinde, beyt-ül-mâldan hakkı olanları geniş anlatmakdadır.] Öldükleri zemân, çocukları değerli ise, başkalarına tercîh olunur. Çocukları câhil, fâsık iseler, babalarının yerine ta�yîn edilmez. (Eşbâh) sâhibi �rahmetullahi teâlâ aleyh� diyor ki, (Sultân, câhil birini, mu�âllim, hatîb, vâ�ız ta�yîn ederse, sahîh olmaz. Zulm etmiş olur).
4 � Vârisi olmıyan zenginlerin bırakdığı mal ve (lukata), ya�nî yerde bulunup sâhibi çıkmayan şeyler; hastahânelere ve fakîrlerin cenâzelerini kaldırmağa sarf edilir ve çalışamıyacak hâlde olan kimsesiz fakîrlere verilir. Bu dört sınıf malı, hakkı olanlara ulaşdırmak, devletin vazîfesidir.
Hükûmet şehr dışına (Âşir) adında me�mûr koyar. Bunlar, tüccârı hırsızdan ve her tehlükeden korur. Bu âşir, yoldan geçen tüccârdan, yanındaki malın mikdârını sorar. Nisâb mikdârı ise ve yanında bir sene kaldı ise ve ticâret malı ise, her çeşid maldan, müslimândan kırkda birini, zimmîden yirmide birini, harbîden onda birini alır. Müslimândan alınan bu mal, onun zekâtı yerine geçer. Şehrde zekâtını vermişdim veyâ bir yıl olmadı diyenden birşey almaz. Müslimân tüccârdan birşey almayan kâfir memleketin tüccârından birşey alınmaz. Onların müslimân tüccârlardan ne kadar aldıkları bilinirse, o kadar alınır. [Kâfir memleketlerinde çalışanların, o devlete vergi vermelerinin lâzım olduğu buradan da anlaşılmakdadır.]
İbni Âbidîn �rahmetullahi teâlâ aleyh� ikinci cild, elliyedinci sahîfede buyuruyor ki, (Beyt-ül-mâlın dört hazînesinden birinde mal tükenir ise, diğer üç hazînesinde bulunan maldan buraya ödünc olarak aktarılıp, bu hazîneden hakkı olan yerlere dağıtılır). Buna göre de, üçüncü hazînede harâc, cizye malı bulunmadığı zemân, din adamlarına ve cihâd edenlere birinci hazînedeki zekât ve uşr mallarından verilir. Din düşmanlarının yazı ile, her çeşid propaganda ile islâmı yıkmağa, müslimân yavrularını dinden çıkarmağa saldırdıkları zemân, bunlara cevâb veren ve müslimânları aldanmakdan koruyan yazarlar, dernekler, Kur�ân-ı kerîm kursları, matba�a ve kitâblar ve gazeteler hep mücâhid ve islâm kahramanıdırlar. Böyle soğuk harbde, islâmiyyeti ve müslimânları koruyan bu mücâhidlere, beyt-ül-mâlda bulunan uşr ve zekât mallarından vermek farzdır. Sultân uşru kaldırsa, müslimânların uşr vermesi afv olmaz. Uşru kendilerinin vermesi farzdır. Bu mücâhidlere vermelidirler. Hem farz yapılmış olur, hem de cihâd sevâbı kazanılır.
İbni Âbidîn �rahmetullahi teâlâ aleyh� beşinci cild ikiyüzkırkdokuzuncu sahîfede diyor ki, (Beyt-ül-mâl, halâl olarak, hak üzere toplanmayıp, zulm ile alınmış ise, böyle haksız alınan malları sâhiblerine geri vermek farz olur. Beyt-ül-mâldan hakkı olanlara verilmez. Bunların alması harâm olur. Mal sâhibleri ma�lûm değilse, beyt-ül-mâlın dördüncü kısmına konur. Buradan hakkı olanlara verilir).