Meşîet-i İlâhî ve adem âlemleri
"Meşiet" kelimesi Arapça'dır. "Şâe" fiilinin mastarı olan bu kelime "dilemek" manâsına gelir. Ve Kur'an'da en çok geçen kelimelerden biridir. Meşîet, Cenâb*ı Hakk'ın dilemesi bakımından kader mevzuu ile alâkalıdır. Bu alâka sebebiyle de kaderin ayrı bir buudunu meydana getirmektedir.
Bizim hayatımızın müspet veya menfî kareleri, bizim leh veya aleyhimize olan yönleriyle tamamen Allah'ın dileme ve meşîetine bağlıdır. Allah neyi murad buyurursa onu yapar. O yaptığını ve yapacağını hiç kimseye sorma ihtiyacında değildir. Zaten: "Allah ne dilerse o olur. O'nun olmamasını dilediği ise asla olmaz." hadîsi bir kaide*i mukarreredir.
Allah neyi dilerse o keynûnet kazanır, oluverir. Neyin olmamasını dilerse o da olmaz. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus vardır. O da Cenâb*ı Hakk'ın meşîetinin adem ve yok'a da taalluk etmesi meselesidir. Durum böyle olunca, Allah (celle celaluhu) neyin olmasını murad eder ve dilerse o olur. Neyin de olmamasını dilerse o da olmaz. Evet meşîet*i ilâhî yok'a da var'a da taalluk eder.
Yoksa, bazılarının dediği gibi, "meşîet*i ilâhi taalluk ederse o şey olur, taalluk etmezse olmaz." gibi bir düşünce doğru değildir. Yani, meşîet*i ilâhinin taalluk etmemesi gibi bir durum söz konusu olamaz. Çünkü, yokluk da aynen varlık gibi meşîetin elinde yoğrulmaktadır.
Mu'tezile ve Cebriye, Allah Rasûlü'nün ifadesindeki bu inceliği kavrasalardı, düştükleri vartaya düşmeyeceklerdi. Zira, her iki durumu da Efendimiz meşieti "Keynûnet" ile anlatmaktadır.
İman ve hidayet hususunda da meşiet her şeydir. Meseleyi bu zaviyeden ele alanlar imanı tarif ederken şöyle derler: "İman, insanın iradesini kullanmasıyla, Allah'ın onun içinde yaktığı bir ışıktır." Sen çalışacaksın, Allah da onu yaratacak. Evet o ışığı sen yakamaz ve kalbinde sonsuza dek tutamazsın. O ışık ancak Allah dilerse yanar ve içteki aydınlık da ancak Allah dilerse hâsıl olur. Başkalarının hidayetine vesile olmak isteyenler, bu hususu iyi düşünmeli ve kendi vazifelerini yapıp neticeyi, yani, muhataplarının gönlünde iman nurunun yanması sonucunu Allah'tan beklemelidir. Bu sonuç hasıl olursa da, her şeyi asıl Sahibi'ne vermeli ve şirke düşmemelidir.
Evet, bir kere daha hatırlatmalıyım ki, "Allah dilemeyince olmaz" demektense "Allah'ın olmamasını dilediği olmaz." demek daha doğrudur. Böyle söylenirse, meşiet*i ilâhînin adem âlemlerine de taalluk ettiği ifade edilmiş olur. Acaba yok olan şeyler, kudret ve iradenin taalluk etmemesi sonucu mu yoktur; onlara yok diyoruz? Öyle değilse, yokluğuna kudret ve iradenin taalluku açısından mı yok diyoruz? İşte burada o farkı ortaya koymak için hadis*i şerifi iyi anlamak ve "Allahın dilediği olur, olmamasını dilediği olmaz." şeklinde tercüme etmek gerekir.
Üstad Hazretleri de, "adem alemleri" tabirini kullanıyor. Cenâb*ı Hakk'ın ilmi muhittir. İlmi, 'vacib'e taalluk eder, 'mümkin'e de taalluk eder ve aynı zamanda 'madum'a da taalluk eder. Cenâb*ı Hakk'ın kudreti ve iradesi ise mümkine taalluk eder. Haddizatında, ademin vücuda gelmesi de mümkündür. Öyleyse, adem alemleri de Cenâb*ı Hakk'ın kudret ve iradesinin taalluk sahası sayılır.
Cenab*ı Hakk'ın ilmi ezelîdir. Aynı zamanda da ebedîdir. Ezel aynı zamanda ebed demektir. Zamansızlık, mekansızlık demektir. Cenab*ı Hakk'ın ilmi ezelden ebede kadar her şeye belli bir noktadan bakar, her şeyi ihata eder, her şeyi belli tutar. Hiç birşey yokken, Cenâb*ı Hakk'ın ilmi, yine o yokları biliyordu. Bir kısım şeyler vardı ki, onlar sonradan meydana gelecekti, olacaktı; mümkinü'l vücuddu. Onun karşılığında zaten Vacibu'l vücud vardır. Demek ki, bugün meydana gelen şeyler kudret ve iradenin taalluk alanına girdiği gibi; şu anda yok olan şeyler de, ilerde var olabilirler; dolayısıyla, onlar da yine Kudret, İrade ve Meşietin taalluk alanına girebilir.
Akılla çok şeyi kavrayamıyoruz. Bazı meselelerde farazî olarak bir fikir yürütüyoruz. Ama zatında bu husus doğru olabilir. Zat*ı Ulûhiyetle alakalı zatında doğru olabilir. Belki meseleyi tam sağlam bir çerçeveyle ortaya koyamıyoruz. Yani, Kudret ve İrade "yok"a nasıl taalluk ediyor onu kavrayamıyoruz. Ama tamamen mümtenî de görmüyoruz.
Soru: Kudret ve İradenin taallukuyla varlık sahasına çıkan şeylerin, o taallukun kesilmesiyle yok olması söz konusu mudur?
Cevap: Meşiet*i ilâhîyle ilgili konuşurken çok dikkatli olmak lazım. Bazen sözlerimizin nerelere vardığını bilemiyoruz. "Yok olanların yok olması taallukun kesilmesiyle söz konusu mu?" gibi bir soruda "yok olan şey, sanki sebeplerin fikdanıyla yok oluyor" gibi bir manaya gelir ki yanlıştır. Her şeyde olduğu gibi yoklukta da illet*i tâmme, meşiet*i ilahinin taallukudur.
İnsanın davranışlarıyla alakalı meselelerde illet*i tâmme, irade*i külliyenin yanında irade*i cüz'iyenin taallukudur. Yaratma meselesi Allah'a mahsustur. Maturidîlerin zaten ortaya koyduğu farklılık odur; yani bir meseleyi Allah diliyor, onun olmasını murad buyuruyor. Sonra insan iradesi ona taalluk ediyor ve o oluyor. Oluyor derken de 'cebren oluyor' şeklinde anlamamak lazım; Allah yaratıyor. Orada da meşiet*i ilahi esastır. Allah'ın "ol" dediği oluyor. Esbab bi'l külliye bir araya gelse, illet*i tâmme tecelli etse, yine de meşiet*i ilahi olmayınca, Allah'ın dilemesi olmayınca o şey meydana gelmez.
Meseleyi Cebrîlerin veya Cebr*i Mutavassıtların ele aldıkları gibi ele alırsanız, "Allah'ın dilediğinden başkasını dileyemezsiniz." derseniz, bu temelde doğrudur. İtikadımız açısından öyledir. Fakat bir âdet*i ilahî vardır ki, bazan sizin dediğiniz, dilediğiniz ve kendisinin de dilediği şeyleri yapar, ama istese yapmaz. Size mesela birisi bir kötülük murad eder, Allah o kötülüğü infaz etmelerine meydan vermez. Oysa ki illet*i tâmmesi vardır onun, ama Allah o işi yaratmaz. Yani, 'sebepler olursa mutlaka o iş meydana gelir' deyip Cenâb*ı Hakk'ı muztar gibi göstermek yanlış olur. Cebrîler insanı muztar gibi gösterirken hiç farkına varmadan, bir taraftan da biz Zat*ı Ulûhiyeti öyle mecbur gibi göstermiş oluruz.
İllet*i tâmme; malulun vücudunu bizzarure iktiza eden, yani malulun kendisiyle meydana geldiği şey demektir. Fakat, "Bir şeyin illeti, Allah'ı o işi yaratmaya mecbur kılar, bir şeyin illeti varsa Cenâb*ı Hak onu yaratmaya mecburdur." demek Mutezile'nin hatalı düşüncesidir. "Siz sebepleri tamamıyla yerine getirirseniz, Allah, *haşa* neticeyi yaratmaya mecburdur." inancı çok büyük bir Mutezilî yanlışlıktır. "İnsanın, dileme gibi bir seçeneği yoktur, o yapmaya sevkedildiği şeyi yapacaktır; rüzgarın önündeki bir yaprak gibidir." sözü de Cebriye'nin çarpıklığıdır. Biri ifrat, diğeri de tefrittir.
***
Sosyal ve başarılı olmayı takdir ederim. Fakat, mahcup ve edepli olmak daha çok hoşuma gider.