***
DIŞARDA
Points: 60.713, Level: 100
Level completed: 0%,
Points required for next Level: 0
Overall activity: 0%
Achievements


Kur'an-ın Sünnete Teşviki
Kur'an-ın sünnete teşviki
“(Farz, vâcib, sünnet, müstehab, âdâb adına) Rasûl size ne getirmişse onu alın ve sizi neden menediyorsa, ondan da kaçının”(Haşr,59/7) buyuruyordu.
Âyette geçen ve meçhul şey ifade eden ism-i mevsûlüyle ister vahy-i metlûv adına Kur’ân olsun, isterse vahy-i gayr-i metlûv adına kudsî hadîs ve hadîs olsun, Rasûl’ün getirip tebliğ ettiği her şeyi, edatıyla da, bunlara behemehal ittiba ve itaatin vacib olduğunu ortaya koyuyordu. Aynı şekilde, ister Kur’an yoluyla, isterse içtihadları, yorumları ve tefsirleriyle Allah Rasûlü’nün nehyettiği her şeyden de kaçınılması gerektiği sarâhatini veriyordu ki, âyetin devamında: “Allah’tan korkun!” diyerek, bunun bir takvâ mes’elesi olduğunu ve kılı kırk yaran bir hassasiyetle görülüp gözetilmesi gerektiğini hatırlatıyordu. Sahâbe bunu çok iyi anlıyor ve Rasûlullah’ın her sözüne, herfiil ve takrîrine uymakla takvânın kazanılabileceğini, yani Allah’ın vikayesine girilebileceğini düşünüyor ve hayatını hep O’nun vesayetinde sürdürüyordu. Zaten, âyetin sonu ki: “Şüphesiz, Allah’ın ikâbı çok şiddetlidir” tehdidini de gündeme getirdiğinden, sahâbi gibi kurbet kadrosunun böyle bir riske girmeleri asla söz konusu olamazdı.
Keza: “Şüphesiz, Rasûlullah’ta sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü uman ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir misâl vardır” (Ahzâb, 33/21) âyet-i nurefşanı, şu eğri büğrü yollarda, şu binbir badire içinde, şu iç içe handikaplar ağında ve gâileli yürüyüşte ancak Rasûlullah’ın sünnetine temessükle sahil-i selâmete çıkılabileceğini ilân ediyordu ki, O’nu bulan ve uğrunda seve seve can veren sahâbe-i kiram hazerâtı, ancak O’nun gemisine binmekle kurtulunacağını ve ötelerde O’nun gözlerinin içine bakılıp, O’nun işaretlerine göre hüküm verileceğini, kendisine: “Bunlar için sen ne diyorsun yâ Muhammed?” diye sorulduğunda, O’nun, başını yere koyup: “Ümmetî! Ümmetî!” diye onları isteyeceğini ve kendisine Huzûr-u İzzet’ten hitab tecellî edip: “Ya Muhammed,kaldır başını , iste verilecek, şefaat et, kabul olacak” denileceğini çok iyi biliyorlardı ve âdetâ, ellerindeki cennete girme varakalarını O’na vize ettirir gibi, O’nun kapısına yöneliyor.. berzahta, mahşerde, sıratta O’nun tanımadığı kişilerin takılıp yollarda kalacağından derin endişe duyuyorlardı. Bu itibarla, O’nun attığı her adımı, her hareketi, söylediği her sözü yüz işmizazlarına, tebessümlerine ve el işaretlerine varıncaya kadar O’nu takip ediyor, belliyor, yaşıyor ve naklediyorlardı. Zaten, bizzat O’nun fem-i mübarekinden şu müjdeyi de işitmişlerdi ki, başka türlü hareket etmeleri de mümkün değildi.
“Allah, bizden bir söz işitip onu muhafaza edenin ve sonra da bir başkasına tebliğ edenin yüzünü (bazı yüzlerin ağarıp, bazılarının kararacağı günde) ak etsin ve güldürsün.”
Bir başka rivayette ise: “Allah, benim sözümü işitip, belledikten, (ruh ve vicdanının kültürü haline getirip, mahiyetiyle bütünleştirdikten) sonra, onu tebliğ edenin yüzünü ak etsin ve güldürsün!”
alıntı
Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur...