YAKAZA
Kelime olarak uyanıklık demek olan yakaza; tasavvuf erba*bınca, mebde itibarıyla Hakk’ın emir ve yasakları karşısında u*yanık, titiz ve duyarlı olmak; bir kısım ilâhî ihsanlara mazhari*yet mânâsında müntehâ itibarıyla da değişik makam ve mertebe*lerin bazı vâridleri karşısında her zaman fikrî, ruhî isti*kametini koruyup iltibaslara düşmemek ve hep basiret üzere bulunmak demektir.
Yakazayı; mübtedîler için, zecr ve men’ vukuunda bunlar*daki maksad-ı ilâhîyi kavrama; müntehîler için de “kıyam bil*lah” mânâsına gelen “seyr ilallah–seyr billah–seyr fillâh” gibi menzillerin hemen bütününde, her zaman Hakk’ın huzuru mü*lâhazası içinde bulunup hep temkin u istikameti kollama.. ya da konumunun gerektirdiği mârifet ve şuurla “Ben bir hakir ku*lum, her nefes muhtaç olduğum Mevlâ’dan nasıl gaflet ederim.” di*yerek, hep uyanık, hep mahviyet içinde, hep gözü Hakk’ın ka*pısının aralığında, mevsimi gelince de iltifat göreceği düşün*ce*siyle sürekli ümitli; herhangi bir itaba uğrayacağı endişesiyle de, kalbi güvercinlerin kalbi gibi tir tir ve her zaman İbrahim Hakkı gibi:
“Gafletle uyumak ne revâdır abd-i hakîre
Şefkatle nidâ eyleye Rahmân gecelerde”
deyip muttasıl teyakkuzda bu*lunma olarak yorumlayanlar da olmuştur.
Yakaza ehli, seyr u sülûk-i ruhânînin hemen her mertebe*sinde basiret üzere hareket eder ve her davranışıyla:
قُلْ هذِه سَبيلي أَدْعُوا إِلَى اللهِ عَلى بَصيرَةٍ أَنَا وَمَنِ اتَّبَعَني
“De ki: İşte benim yolum budur! Ben basiret ve idraklerine seslenerek insanları Allah’a çağırıyorum.” hakikatini temsil e*der.. duyup işittiği her şeyden kendine göre bir nasihat çıkarır.. gördüğü her nesne ve her hâdiseyi farklı bir ibret levhası gibi değerlendirir ve sürekli tezekkür, tefekkür ve tedebbür ufukla*rın*da dolaşır. Sözlerinde hikmet, sükûtunda ibret, tavırlarında da mehâbet vardır.. karşılaştığı her çehrede Hakk’ı hatırlar ve ürpe*rir, onun sîmâsının müşahedesinde de hep Hak hatırlanır.
Bu mânâdaki yakazaya, basiret üstü istibsar demek de müm*kündür ki, bu aynı zamanda sâlikin “akl-ı meâd” itibarıyla diriliş ufku sayılır –bazıları bunu kalbin bir buudu olarak da yo*rumla*mışlardır– bu ufku ihraz etmenin önemli bir vesilesi
يَا حَيُّ يَا قَيُّومُ لا إِلهَ إِلاَّ أَنْتَ hakikatinin tekrarı, diğer bir yolu da لا إِلهَ إِلاَّ أَنْتَ بِرَحْمَتِكَ أَسْتَغِيثُ nûrânî cümlesinin vird-i zeban edil*mesidir.
Bu ufku ihraz etmede, “eyyâmullahın mârifeti” sözcüğüyle ifade edeceğimiz, Allah’ın geçmişte mutî kullarına iltifat ve te*vec*cühlerinin, nankörlere de itap ve cezalarının hatırlanmasının da, bir müeyyide olarak tesiri büyük olsa gerek.
Niyet ve nazar sağlamlığı, bakış zaviyesinin sıhhat ve istika*meti ve şartlanmışlıktan uzak kalabilme mânâlarına gelen “ağ*razdan selâmet” de bu ufku koruyabilmenin ehemmiyetli kâidelerindendir.
Aklı hevâsına teslim, gözleri “eyyâmullah”a kapalı ve ba*kış*larında inhiraf bulunanların istibsarı söz konusu olamayacağı gi*bi, böylelerinin teyakkuzu da bahis mevzuu değildir. Şâyet te*yakkuz, görme, gözetme; görüldüğünün ve gözetildiğinin far*kın*da olmak ise bu, teyakkuz erinin sürekli istibsar yolunda bu*lun*masına ve hayatını da her zaman hukukullahı görüp gözetmeye, ayrıca Hak tarafından da görülüp gözetildiğine bağlama*sına vâbestedir. Gözlerini ağyar rüsûmundan, gönlünü de ya*bancı hatıralardan sıyânet edemeyen uyanık sayılmaz ve böyle birinin hangi mertebede olursa olsun güvende olduğu da söyle*nemez. Aslında güven, güven telâşı içinde ömürlerini geçi*ren*lere Hakk’ın hususî bir atıyyesidir; dolayısıyla da kendini mut*lak güvende sa*yanların emniyeti söz konusu değildir. Göz ve gön*lün yakazası, Hakk’ın her ân, her hâlimize nigehbân bu*lunması şuuruyla, his, idrak, irade ve kalblerimizle O’na tahsis-i nazar ederek ömrü*müzü hep O’nun huzurunda bulunma âdâ*bıyla sürdürmektir.
Nazmu’l-makamât Sahibi bu mülâhazayı şöyle resmeder:
تَوَجَّهْ إِلَـى الذَّاتِ الْعَلِيَّةِ دَائِمًا بِـغَـايَـةِ فَـقْرٍ وَابْـتِـهَالٍ تَـذَلُّلاَ
إِلَى أَنْ غَدَا هَذَا التَّوَجُّهُ لاَزِمًا لِقَلْبِـكَ لَـوْ تَنْفِيهِ لَـنْ يَتَزَيَّـلاَ
وَهَذَا يُسَمَّى بِالْحُضُورِ لِعُرْفِهِمْ وَهَذَا هُوَ الْمَقْصُودُ مِنْ ذِكْرِهِ الْعُلاَ
“Her zaman Yüceler Yücesi O Zât’a tezellül göstererek iki büklüm ol; ol ve fevkalâde bir fakr u ibtihalle O’na yönel!. Hem öyle bir yönel ki, bir gün sen o teveccühten vazgeçsen bile, kalbin kat’iyen sarsılmamalı ve yerinde kalakalmalıdır. İşte, hakikat erlerinin kendi aralarında huzur dedikleri de budur.. ve o Yüce Zât’ı zikirden maksat da bu olsa gerek.”
Evet, dikkatleri belli bir noktaya toplayarak “Hak, benim bütün davranışlarıma nigehbân bulunuyor” şuuru ve idraki için*de bulunma, “O her zaman beni gördüğüne göre –bir öl*çüde “ihsan” mânâsıyla da irtibatlı görünüyor– ben de her za*man temkinli ve tetikte olmalıyım” mülâhazasıyla, avını bekle*yen bir avcı gibi, göz kırpmadan, sürekli O’ndan gelecek vâri*datı bekle*me; dahası (Buhari, Müslim) لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللهِ hakikatine tam itimatla, O’ndan başkasına kat’iyen arz-ı hâcette bulunmama; her yerde ve her zaman O’nu arama, O’nu sorma ve O’na ulaştıra*cak yolları kollama, müteyakkız bir sâlikin her zamanki hâlidir ve böyle bir hak yolcusu ömür boyu Cenâb-ı Hakk’ın riayet ve inâyeti altın*dadır.
Bu mansıbın en büyük kahramanı Hazreti Sultanu’l-müte*yakkızîn: “Benim gözlerim uyur kalbim uyumaz” buyura*rak böyle bir yakaza-i dâimîye işaret buyururlar. Dünyada bu ha*ki*kate kapalı yaşayanlara tembih sadedinde, o nûr medrese*nin en mümtaz talebelerinden biri sayılan Hazreti Ali de: “İnsan*lar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar.”(Keşfu’l-Hafa) sözleriyle yakazanın ayrı bir buuduna dikkatleri çeker.
اَللَّهُمَّ عَفْوَكَ وَعَافِيَتَكَ وَرِضَاكَ وَتَوَجُّهَكَ وَنَفَحَاتِكَ وَأُنْسَكَ وَقُرْبَكَ،
وَصَلِّ اللَّهُمَّ عَلَى سَيِّدِ الْمُقَرَّبِينَ مُحَمَّدٍ حَبِيبِكَ وَرَسُولِكَ وَعَلَى آلِهِ وَأَصْحَابِهِ الْمُشْتَاقِينَ إِلَيْكَ.