Son Şahitler 1.Cild s. 187
H.HASAN SARIKAYA
"Resulullah sanki yanıbaşındaydı"
Hasan Efendi H. l287'de Çankırı'nın 30 kilometre uzaklıkta Yapraklı köyünde doğmuş, doğduğunda ezan okur gibi eli kulağındaymış. Bunun üzerine, ebesi ve âlim zatlar onun bu halinin iyi bir hoca olacağına delâlet ettiğini söylemişler.
Sekiz yaşında Kur'ân-ı Kerim'i hatmeden, on beş yaşında da hıfzını ikmal eden Hacı Hafız Efendi dayısından ders okumaya başlamış. Yirmi yaşında Hicaz'a gitmiş. O zamanın Mekke Şerifinin evine dâvet edilmiş. Gayet güzel Kur'ân-ı Kerim okuduğunu gören Mekke Şerifi kendisine hususi iltifatlarda bulunmuş.
Daha sonra İstanbul'a dönüp çeşitli medreselerde dinî, ilmî tahsiline devam etmiş. Bilhassa Tokatlı Hacı Şakir Efendiden uzun uzun dersler okumuş ve icazetini ondan almış. Güzel sesinden dolayı İstanbul'da o zamanlar "Altın Sesli Hafız" diye tanınmış. Bu arada Sultan Abdülhamid Han'a sabah namazı imamlığı yapıyormuş. Menhus 3l Mart hadisesinde sarayda imiş. 3l Mart'ı İngilizlerin hazırladığını uzun uzun anlatırdı. O zaman Müslüman olmadıkları halde Müslüman görünen ve Selânik'ten gelen münafıklar Galata Köprüsünün iki tarafından koca koca kazanlarda pilâv pişirip halka dağıtmışlar ve türlü türlü taktiklerle halkı aldatmaya çalışmışlar.
O sıralarda Üstad Bediüzzaman, Eşref Edip, Ömer Nasuhî Bilmen ve diğer bazı zevatla Fatih Medresesinde temaslar ve sohbetlerde bulunan Hacı Hafız Efendinin hatıralarını oğlu Visalî Bey bize not ettiği defterden nakletti. Çankırı eşrafından hayırsever, gayretli bir müslüman olan Visalî Bey, Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri ile alâkalı defterindeki notları büyük bir zevkle ve muhabbetle okuyor, biz de aynen kaydediyorduk.
"Birgün ulemâ Fatih Camiinin avlusunda bir mevzuu münakaşa ediyorlardı. Fakat bir türlü birbirlerini tatmin edip meseleyi halledemiyorlar. Mevzu sarahate ve vuzuha kavuşamıyordu. Münazaralar devam edip gidiyordu. Tam o sırada, başında külâhı, üzerinde şaldan bir elbise, basit bir kıyafetle Bediüzzaman oraya geldi. Ben kendisini tanıyor, ilmî meselelerindeki vukufiyetini biliyordum. O şekilde durumu temâşa edip dinledim.
"Bediüzzaman ulemaya; 'Nedir bu mevzu, ben de bileyim, bana da anlatır mısınız?' dedi.
"Üzerindeki basit kıyafeti gören ulema, 'Çoban efendi, senin aklın bu işlere ermez. Sen geç, işine bak' dediler.
"Bediüzzaman bu cevaba hiç aldırmadı. Mevzuyu ele alıp âyet ve hadislerle öyle güzel izah edip halletti ki, herkesin ağzı hayretten açık kaldı. Bütün ulemâ o mesele hakkında tam bir kanaat sahibi oldular. Âyetleri o kadar güzel izah ediyordu ki; sanki o âyet indiğinde Bediüzzaman, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanı başında idi. Bu izah üzerine âlimler, 'Yaşta küçük, ilimde büyüksün, elini öpelim' dediler.
"Bediüzzaman da, 'Lüzum yok' deyip, gayet mütevaziyane oradan ayrıldı."
***