a) Manası: Günlük hayatta disiplin, düzen ve intizam manasında kullanılır. “Disiplinli insan” dediğimiz zaman kâidelere uyan, prensipli hareket eden ve biraz da sert insan anlaşılır. “Disiplinli Talebe” deyince de derslerine muntazam çalışan, devamlı ve başarılı bir talebe anlaşılır.
b) Tarifi: Disiplin; fert veya grupların terbiye gayelerine ulaşmak için hal ve hareketlerini kontrol altına almalarıdır. Diğer bir ifadeyle “duygularına hakim olup yerine göre kullanma faaliyetleridir”, diyebiliriz. Bir cemiyetin huzur içinde yaşamasını temin maksadıyla konulan kâidelere ve hükümlere, bunların yerine getirilmesi için yapılan bütün terbiye faaliyetlerine disiplin denir.”
Disiplin, fertleri gerek kendi davranışlarına çeki düzen vermeye, gerek yapıcı faaliyetlerde bulunmaya zorlayan görünmez bir kuvvet değeri taşımaktadır. Mesela; trafik kaidelerine sadece para cezası korkusu ile uyan bir şoförünki hakiki bir disiplin değildir. Gerçek disiplin şahsın kendi içinden gelen disiplindir.
Disiplinde itaat esastır. Fakat bu itaatin baskı ve zorla değil, istek ve anlayışla olması gerekir. Zira iradeli ve şuurlu itaat, disiplinin temelini teşkil eder. Bu sebeple talebeleri şuurlu ve iradeli itaate, kendi imkânlarını, kendileri ve cemiyet menfaatine uygun şekilde kullanmaya alıştırmak sadece disiplinin değil, talim ve terbiyenin de ehemmiyet verdiği bir husustur.
Talebelere ağır bir yük yüklemek yerine güzel alışkanlıklar kazandıran, şuur ve intizam aşkı uyandıran disiplin şüphesiz iyi bir disiplindir.
c) Gayesi: Her cemiyet, ve teşekkül, varlığını devam ettirebilmek için uzun tecrübeler neticesi ve düşünülerek konmuş türlü kâidelere uymak zorundadır. İşte bir dine, cemiyete ve bir teşekküle mensup kişilerin o cemiyet tarafından benimsenmiş değer hükümlerine riayet ve itaat etmesi, kendi hareket ve davranışlarını kontrol ederek, kendi kendini ıslah etmesi gerekir. Disiplinin yakın ve uzak olmak üzere iki gayesi vardır:
1) Yakın Gayesi: Ferdin içinde yaşadığı cemiyetin din, hukuk, ahlak ve disiplin kâidelerine uyması, hareket ve davranışlarını bu kâidelere uydurması. Talebenin de bulunduğu müessesenin prensiplerine, disiplin kâidelerine uymasıdır.
2) Uzak Gayesi: Kişinin ve talebenin içinde bulunduğu cemiyete, sınıftan başlayarak hayatta her zaman ve her yerde kendiliğinden uyması, yani kazanılan alışkanlıkların kısa müddet içinde değil, devamlı ve kalıcı olmasıdır. Kaidelere uyma alışkanlığı, insanın ve cemiyetin huzur ve refahı için son derece ehemmiyetlidir.
Disiplini Sağlama Yolları:
a) İmâ-işaretle:
Hoca talebenin söz, fiil ve davranışta bir noksanlığını ve itaatsizliğini gördüğünde mümkün olduğu kadar yumuşaklıkla, güzel bir dille, ima ve işaret yolu ile ortadan kaldırmaya, kınama ve azarlama olmaksızın noksanını tamamlamaya çalışmalıdır.
Çünkü hatayı açıkça yüze vurmak utanma perdesini kaldırır, karşı koymaya cesaret verir. Açıktan isim vererek mani olmaya çalışmak inat ve israra sebep olabilir.
İma ile üstü kapalı olarak söylemenin tesiri, açık olarak söylemek ve yasaklamaktan daha müessirdir. Zîra îmâ heybet perdesini yıkmaz. Fakat açık söylemek heybet ve korku perdesini tamamen ortadan kaldırabilir.
İma yoluyla ikaz, olgun vicdanları, berrak zihinleri, imadan manalar çıkarmaya sevkeder.
Hoca, bir talebenin davranışını beğenmediğinde isim vermeden, ima ile anlatmaya çalışmalıdır. Fiili yapan değil, fiil kötülenmeli, davranış tenkid edilmelidir. Kur’an-ı Kerimin de usulü budur. İsim verilmeden davrenış kötülenir, fiilin çirkin olduğu belirtilir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) de aynı usulü takip etmiş, fertleri değil davranışları kötülemiştir. O, bir kötülük gördüğünde veya duyduğunda “Neden filan kimse böyle diyor, şöyle yapıyor?” demez; hemen bir hutbe irad ederek umumi manada “Bazılarına ne oluyor ki şöyle şöyle yaparken görüyorum?” gibi ifadelerle onlardan imalı bir şekilde bahsetmişlerdir.
Hocanın, talebenin kötü hareket ve davranışlarını değiştirip, iyi davranışlar kazandırma yolunda uygulayacağı usullerden biri de nasihatle terbiye, yani nasihat etme usulüdür.
Bu ilahi bir terbiye usulüdür. Zira Kur’an-ı Kerim nasihat ve tevcihlerle doludur. Hz. Lokman’ın (A.S) oğluna verdiği nasihat meşhurdur ve Allah Teala Lokman süresinde bu hususu zikretmiştir.
Çocuk bazı kötü davranışlara temayül gösterdiği zaman mutlaka nasihat etmek gerekir. Fakat nasihatin ince ve tesirli olması, çocuğu doğru ve güzel olan davranışa yöneltmesi, güzel huylara alıştırması gerekir. Büyük insan da tıpkı küçük gibi daima nasihate muhtaçtır. Çünkü bazen iyi örneği bulamaması veya tek başına hataları düzeltememesi mümkündür. Fakat öğüdün mutlaka güzel sözlerle olması gerekir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V):
“Din ancak nasihattir”, buyurur. Nasihat dinin en mühim esaslarındandır. Rasülüllah (S.A.V) ve sahabe bu usulü en güzel şeklinde tatbik etmişlerdir. İmam-ı Gazali hazretleri: “Hoca, talebeye hiçbir şekilde nasihati terk etmemelidir”, derken Taşköprülüzade: “Hoca, talebeye kötü huy ve davranışlardan kurtulmayı sağlayacak nasihatte kusur etmemelidir.” der. İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretleri talebelerine daima nasihat ederdi. Bilhassa ayrılık esnasında veya başına bir hal gelenlere nasihatte bulunurdu. Onun, Yusuf b. Halid es-Simti’ye, Nuh b. Meryem el-Cami’ye ve Ebu Yusuf’a vasiyeti meşhurdur.
Nasihat kısa ve öz olmalıdır. Süfyan bin Abdullah şöyle der: “Hz. Hızır (A.S) Hz. Musa’ya (A.S) denize açıldıklarında şöyle demiştir: “Ey talibi ilim! Dinleyen anlatandan çok yorulur. Bu sebeple konuştuğun zaman muhatabına bıkkınlık verecek kadar sözü uzatma.” Bundan dolayı ata sözü ve vecizelerin hepsi sade ve kısadır. Zira uzun ve dolanbaşlı ifadeleler, uzun süre hafızalarda yaşayamazlar.
Hoca yapacağı nasihati en uygun zamanda yapmalıdır. Vakitsiz ve yersiz yapılan telkinlerin tesiri çok az olur. Mesela mühim bir hadiseyi vesile yaparak edilen nasihat çok tesirlidir.
Hasılı hoca nasihat için bir zaman kollamalıdır. Çünkü Nebiyyi muhterem (S.A.V) vaaz ve nasihat hususunda bıkkınlık gelmesin diye sahabenin haline bakıp ona göre gün ve saat kollardı.
Hoca talebelerin gayri ahlaki davranışlar içersine girdiğini gördüğünde onlara yaptıklarından dolayı utanmaları gerektiğini anlatıp onlarda utanma duygusunu geliştirmelidir. Hatayı zaman geçirmeden düzeltmelidir.
Hocanın aslî vazifesi, talebeye bilmediklerini hatırlatmaktır. Söylediklerinin talebeler tarafından yapılmadığını veya aksinin yapıldığın görünce usül hatası yapıp yapmadığını, talebenin kabiliyet ve zaaflarını iyice inceleyip incelemediğini kendi kendisine sormalı vazifesini hakkıyla yapmış ise üzülmeyip, hidayetin Allah’dan olduğunu hatırlamalıdır. Zira mürebbi ve mübelliğin vazifesi zorla yaptırmak değil, tebliğ etmek ve ıslah etmeye gayret göstermektir.
Suçunu anlayan ve itiraf eden bir kimsyi affetmek de mühim bir terbiye vasıtasıdır. Bu hususta geniş mâlûmat “Hocanın affedici ve müsâmahakâr olması” başlığı altında zikredildi.
İnsanlar farklı yaratılıştadır. Bazısına hafif bir işaret, sert bir bakış kâfi gelip derhal kötülükten el çekerken, bazılarına ancak kızma ve tekdir, bazılarına da münasib cezalar tesir eder.
Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir,
Tekdirle uslanmayanın hakkı kötektir.
Talebeyi cezalandırma ilk ve tek yol değildir. Ceza ancak her türlü nasihat ve vasıtaların netice vermediği hallerde başvurulabilecek bir ihtiyat tedbiridir.
Ceza cemiyetin nizam ve intizamına aykırı hareketlerin tekerrürüne mani olmak için uygulanan elem verici bir tedavi vasıtasıdır. Ancak cezanın tesbit takdir ve tatbikinde zaman ve zeminin şartları dikkate alınmalı cezalar şahsi ve keyfi olmamalıdır. Bir müessesede suçlar ve cezalar ehil kimselerin istişaresiyle tesbit ve tatbik edilmelidir.
Talim değnekle başlamadığı gibi, terbiye de ceza ile başlamaz. Mühim bir vazife olan namaz kılmayı çocuğa telkin etmek için uzun bir mesafe vardır. O esnada sevgi, numune olma, nasihat, yumuşak fakat kararlı sözler tesirini gösterir. Bunların hiçbiri fayda vermediği takdirde şahsiyet yapısının düzelmesi için çocuğun vaziyetine göre değişik usuller denenmelidir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) bu hususta şöyle buyurmuştur:
مروا أولادكم بالصلاة وهم أبناء سبع سنين، واضربو هم عليها وهم أبناء عشر
“Çocuklarınıza, yedi yaşına geldiklerinde namazı emredin. On yaşına geldikleri halde kılmazlarsa dövün.”
Peygamber Efendimiz (S.A.V) kızlarını ve torunlarını terbiye etti, fakat onları hiç döğmedi. Onları sevgi, numûne olma ve iyi idâre etmekle terbiye etti. Her hususta olduğu gibi bu sahada da mürebbiler Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i numune almalıdır.
Hoca talebeye, hiçbir zaman şahsî garaz kin ve intikam hissi ile ceza vermemelidir. Talebe, ceza veren hocayı sadece kızgın bir adam olarak değil de karşı geldiği ahlak prensiplerinin bir koruyucusu ve temsilcisi olarak tanırsa, cezayı daha kolay kabullenir. Mürebbinin hiddeti bu bakımdan şahsi bir heyecan değil, bir nevi “dînî hiddet” olmalıdır.
Hz. Ali Efendimizin harpde bir kâfiri öldürecek iken yüzüne tükürdüğünde öldürmediğini, “Tükürmeden önce öldürseydim Allah için öldürecektim, şimdi (araya) nefsim girdi.” dediğini unutmayalım.