Son Şahitler 2.Cild s. 374
M.ZEKİ ÇALIŞKAN
l940'ta Emirdağ'da doğdu. Hasan Çalışkan'ın oğludur. l990'da rahmet-i Rahman'a erdi.
"Üstad Hazretlerini ilk defa nasıl gördüğümü hatırlamıyorum. Nasıl ki insan babasını veya dedesini ilk gördüğünü hatırlamaz. Çünkü o bizim aileden birisiydi.
"Üstad, l944'lerde vefat eden Şeyh Ali Dedemin yerini alan, âlim fâzıl celâlli, vakur ve biz çocuklara karşı da müşfik bir zat-ı muhteremdi. Hele bizimle konuşurken 'Kardeşim' diye hitap etmesi çok hoşuma giderdi. Keçili köyünde bahçenin içindeki çardak da çok hoşumuza giderdi. Taş duvarla çevrili meyve bahçesinde her türlü meyveler bulunurdu. Biraz da meyve yemek için olacak herhalde, oraya çok giderdik. Üstadın yatağı ağacın üzerindeydi. Oraya merdivenle çıkardık. Baş ucunda salkım üzümleri, kızarmış elmaları yan yana görür ve çocuk aklı ile neden yemediğini düşünürdük.
"Zannediyorum, Risale-i Nur'ların bir kısım mektupları da orada yazılmıştı. Fesleğen kokulu saksı çiçeğini severdi. Muhtelif çiçeklerden demetler götürdüğümüzde Zübeyir Ağabey, 'Kardaşım, Üstad fesleğeni sevdi. Ötekilerden koparmayın!' demişti.
"Üstadı namaz kılarken Çarşı Camiinin mahfilinde çok görürdüm. Beyaz işlemeli, pamuklu, zarif bir seccadesi vardı. Cuma'ya bir saat kala evden çıkar, yakın köylerden gelen ahali ve dükkân sahiplerinin arasından selâm vere vere camiye giderdi. Sonraları halkın alâkasından çekindiklerinden dolayı resmî zatlar mâni olmuşlardı. Hele bir namaza duruşu vardı ki, insan onu seyretmekten zevk alırdı. Huşû ile dua eder, zarif, ince, uzun parmaklı elleri tekbir alır, namaza dururdu. Namazın mânâ ve mahiyeti onun şahsında görünürdü. Tâdil-i erkanı onda görmek lâzımdı.
"Bizim dükkânla Üstadın evi karşı karşıyaydı. Pencereye oturur, çarşıyı temâşâ ederdi. Bir gün ağabeyimle dükkânda esaslı bir muharebeye tutuşmuştuk. O zamanlar ilkokula gidiyordum. 949-950 senelerindeydi.
"Üstad pencereden kavga ve gürültümüzü duymuştu. Hemen dükkâna Zübeyir Gündüzalp Ağabey geldi. 'Kardaşım sizi Üstad çağırıyor' dedi. Bu arada rahmetli babam da gelmişti. Tabiî, bizden renk-menk gitmişti. Babam, 'Haydi, şimdi ne haliniz varsa görün' dedi. Hemen çabucak abdest aldık ve odasına çıktık. Kendisini; yerde diz çökmüş, başımız önde, yirmi-otuz dakika kadar dinledik. Bizim yaptığımız işin kötülüğünü ve ondan ötürü de kendisinin mahcup olduğunu, birbirimizi sevmemiz lâzım geldiğini, kendi kardeş ve akrabalarından ayrı düştüğümüzü söyledi. Biz de utanç ve mahcubiyet içinde bir daha böyle bir şey yapmayacağımıza söz vererek yanından ayrıldık.