Tek istediği bir masaldı çocukluğuna egemen bir rüyanın başlangıcı…
O nedenle bir rüya fısıldadım kulaklarına…
Gri bir güne uyandı sabah. Ezberinde gecenin mahrembıraktıkları ile gün doğuyordu… Sokaklarda yetim bir çocuğun yalnızlığı hâkimdi. Kimsesizlerle kimsesizliği örtüyordu ağaçlar. Monet’in elinden akmıştı sanki gündoğumu.
Bir adam Rum evlerini yalıyordu siluetiyle yürürken. Telaşı var gibiydi. Ruhunun derinliklerinde ince bir sızı yokluyordu onu. Daha düne kadar her şey bir mutlu sona ulanmışken, gün bitimi bu mutlu tablonun da sonuydu. En sevdiği Beti’si, o bir tanecik aşkından ayrılmasının ardından henüz bir saat bile geçmemişken, ölümün kara haberi ulağını tez yolladı kulaklarına… Önce inanmak istemedi. Ölümün Beti ile bütünleşmesi hele ki bu tabloda yeri dahi olamazdı. Sonra yavaş yavaş ölümün tek gerçeğin tek sonucu olduğunu kabul edercesine vicdanına eğildi. Ağlamak… Zor bir fiildi onun için ama her zorun bir başlangıcı olabileceğine hazırlıklı olmanın gerekliliği hususunda annesinden edindiği öğütler imdadına yetişiverdi. Bir damla geldi, ardından sağnak bir yağmurla peşi sıra gelen gözyaşları.
Nasıl kabullenecekti? Nasıl onsuz yaşanacaktı, onunla düşünülen her şey? Ve arda arda cevaplandırılması güç sorular. Zihin düşünmemişti ki Beti’sinden başkasını. Bir yük bırakılmıştı sanki omuzlarına. Her şeyi silmek ve yeni baştan kaydetmek…
-Aman Allah’ım, dedi… Yapamam!
Ezberin bozulması sırası ona verilmişti. Takdir-i İlahiydi hükmün sahibi, rıza göstermek gerekti.
Birden bir şeyler düşünmeye başladı belli belirsiz.Kafasında net bir görüntü oluşması imkânsızdı. Her şey bir puzzle’ın sağa sola dağılmış parçaları gibiydi… Beti… Hayaller… Umutlar… Planlanan onca şey…
Her şey ölümün karşısında hizaya çekilmişti. Ölümü, zaten hiç böyle bu denli iliklerine kadar yaşatacak bir an’ı olmamıştı. Bundan sonra olmamasıydı dileği. Ah Beti! Yalnızlığın resmi hiç bu kadar net olmamıştı gözünde. Ve ölümün silerken yaşananları bıraktığı beyaz boşluğu…
Beti’si anılarında yer vereceği bir hatıra mı olacaktı? Bunu için mi yazılmıştı bu aşkın nağmeleri iki aşığın kalbine. Her şey ne kadar anlamını yitirmişti. Daha önce gözüne çarpan her şey aslında Beti’si yanındayken varmış onun için. Beraber yürüdükleri sokaklar, geçtikleri yollar, gittikleri sinemalar. Her şeyin onunla bir anlamı olduğunu kavramak için “Ölüm” katalizör olmuştu. Şükürsüzlüğünü acı acı hatırladı. Bunca zamandır hiç şükretmiş miydi? Sanmıyordu. Çok utandı kendinden… Şükrün ne büyük bir nimet olduğunu hatırlamamıştı. Hatırlatmamıştı ona hiçbir şey… Hiçbir şey…
- Allah’ım beni affet… Affına sığınıyorum. Eğer bir kez daha yaşama şansım olsaydı, her şeyi düzeltirdim canım Rabbim, Çok pişmanın. Her anımın bana tahsis edilmiş bir hediyen olduğu gerçeğini anlamam için Beti’min sana gelmesi gerekiyordu. Allah’ım, biliyorum böyle bir şansı kimseye tanımadın, biliyorum gözündeki değersizliğimi ama bana her şeyi baştan alabileceğim bir sebep yarat… Sen her şeyi yaratmak hususunda sonsuz güç sahibisin… N’olur bir şans, bir kere daha. Bir kere daha… Bir kere daha…
Birden bir çığlıkla uyandı. Etrafına deli gibi bakınıyordu. Ne olmuştu? Birden zihnindekiler döküldü birer birer. Ölüp de dirilmek gibiydi sanki. Dua… Dua… Duası işe yaramıştı… Oysa sonra anladı ki gördükleri bir rüyadan ibaretti. Bir rüyadan uyanmıştı gerçeğe; Her şeyin bir rüya olması…
-Aman Allah’ım… Bunların hepsi bir rüyaymış… Allah’ım…
Ağlıyordu… Kalbinden şükrün ve hamdın sekineti dokunuyordu ruhuna.
Her şey şimdi daha kıymetliydi artık gözünde…
Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?(En’am;32)