Son Şahitler 2.Cild s. 241
SALİH UĞURTAN
l905'de İnebolu'da dünyaya gelen Salih Uğurtan l7 Kasım l989 tarihinde vefat etti.
"İnebolu'da estirilen tedhiş"
l930 sıralarında Salih Ağabey 25 yaşlarındaydı. Daha önce vefat eden fedakâr Nur talebelerinden Gülcü Hüseyin, Ziya Dilek 3-4 kişi bazı eski kitapları dikkatle incelemiş ve okumuşlar; o kitaplardan kıyâmet alâmetleriyle ilgili bazı manaları yakalamışlardı.
O devreler ezan okumanın, Kur'ân öğrenmenin, Allah demenin yasak olduğu devrelerdi ve Müslümanlar bu konkunç zorluklar içerisinde ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Ayrıca Şapka inkılabının da ilk temellerinin İnebolu'da yapılan bir konuşmayla atıldığını biliyorsunuz. O zamanlar İnebolu'ya gelen mülki erkânın hizmetindeki askerlerin esef verici bir icraatlarından bahsetmişti Salih Ağabey, İnebolu'da o gün pazar kurulmuş ve köylü kadınlar sebze-meyve satmaktadırlar. Şehre giren askerler kadınların örtülerine saldırmışlar ve üzerlerinden çekip çıkarmaya çalışmışlar. Korku ve şaşkınlıkla direnen kadınlar sebze ve meyvelerini terk ederek, "Yunanlı tekrar Anadoluyu istila etti" zannıyla köylere kaçışmaya başlamışlardı. Bunlar arasında Salih Ağabeyin valide-i merhumesi de vardır.
Bütün bu hadiseler ışığında, Salih Uğurtan ve kendisinden önce vefat eden diğer mü'minler okudukları bazı eski kitaplardan, Sevgili Peygamberimizin şerrinden şiddetle Allah'a sığındığı ve ümmetini sakındırdığı en dehşetli fitnenin tam ortasında oldukları, yani, Deccal'ın geldiği kanaatine vardılar. Yalnız bu kitaplardan deccalla aynı devrede en büyük ve son Mehdi'nin geleceği, müslümanların onun ordusunda asker olup Deccalı ve onun ordusunu kılıçtan geçirecekleri manasına gelen ifadeler bulunuyordu.
Hadiselerin en sıkışık olduğu sıralarda: "Hazırlanın! Birşey çıkacak..." diye bir araya gelmeye, harp âletleri toplamaya başladılar. Yaptırdıkları kocaman kılıçları haftada 3-4 defa biraraya gelip biletiyorlar, Hz. Mehdinin gelmesini bekliyorlardı. Salih Ağabey, "O anda zaptiye bizi tespit edip yakalasaydı sorgusuz sualsiz ipe çekerlerdi" diyordu bir sohbetimizde. Günler geçiyor, sık sık bilinen kılıçların ağızları gittikçe ufalıyordu.
Bu sıralar henüz Bediüzzaman'ı tanımayan Salih Ağabey bir rüya görüyor. Şöyle anlatıyor rüyasını:
Rüya ile gelen müjde
"Odamda yatıyorum. Baktım birisi pencereden bana bir mektup uzatıyor. Hayret ettim. Yahu pencere epeyce yüksek, ikinci katta, bu adam buraya kadar nasıl uzanıyor dedim. Bana uzattığı mektubu göstererek 'Bu mektubu oku' dedi. Aldım, baktım. 'Esselâmü aleyküm. Bismihi Sübhânehu' geri Arapça dedim: 'Ben Arapça bilmem.' 'Oku' diye ısrar etti. 'Cidden Arapça bilmiyorum' dedim, baktım bir parça ciddileşti. Kesin bir şekilde okumamı emrediyor. Heyecanlanmaya, telaşlanmaya başladım. O halimle yataktan fırladım."
Salih Ağabey bu rüyayı gördüğü sıralarda İnebolu'da meşhur bir Şeyh vardı. Rüya tabiri konusundaki isabetliliği o bölgede her tarafa yayılmıştı. Sabahleyin namazdan sonra ona giderek rüyasının tabirini sorar. rüyayı hayretler içerisinde dinleyen büyük zat Kur'ân-ı Kerimden bazı âyetleri okur ve Salih Ağabeye aynen şunu söyler: Sana müjde! Müjdelerolsun sana! Sen yakında bütün dünyayı manen idare eden birisinin elini öpeceksin. Bizden de çok selâm ve hürmet götürmeyi unutma. daha sonra çok geçmeden bu veli zat vefat eder. Salih Ağabey şaşkındır. Ve hâlâ kılıç bilemeye, Hz. Mehdiye asker olmak için kendisini zinde tutmaya çalışmaktadır.
O sıralarda İnebolu'da bir şâyia yayılır: "Kastamonu'ya bir Hoca Efendi gelmiş, onu merdiven altı gibi bir yere hapsetmişler, çeşitli işkencelere maruz bırakmaktadırlar... " İnebolu'dan öncelikle Ziya Dilek Ağabey merhum ve diğerleri gider elini öperler. Bu arada deccal konusunda her nekadar bazı kanaatlere varmışlarsa da yine de müteşabih bazı hadislerin manalarını karıştırmaktadırlar. Hadiste deccalın eşeğinin kulaklarının fil kulağı gibi kocaman olacağı, ayaklarının yumuşak olacağı, yürürken de arkasından şiddetli bir ses ve pis bir koku bırakacağı rivayetini okumuşlar. Bu konuyu Bediüzzaman'a sorduklarında şu cevabı veriyor: "Kardaşım, şu bildiğiniz otomobil bir parça o tarife benzemiyor mu? Bunun da kapıları fil kulağı gibi, ayakları (lastikleri) yumuşak ve giderken arkasından hem pis bir koku, hem de ses çıkarıyor."