Son Şahitler 2.Cild s. 207
SADIK DEMİRELLİ
Nur Risalelerinin lahika mektuplarında "Sadık Bey" diye geçen Taşköprülü Sadık Bey, Plevne kahramanlarından Sadık Paşanın torunudur.
l902'de Kastamonu-Taşköprü'nün Kadıköy'ünde dünyaya geldi. l97l Mart'ında vefat etti. Kabri Yazıköy'ün Kadıköy Mahallesindedir.
Ilgaz dağları, Anadolu'nun şen ve yüce dağlarındandır. Bu dağlarda namlı bir yiğidin menkıbesi söylenir. Eteklerinden yükselen kavall sesleri, nazlı kuzuların melemesine karışır. Gür çam ormanlarından yükselen gümbürtüler arasındaki bu menkıbe, Sadık Bey adındaki bir kahraman sergüzeştini terennüm eder.
Taşköprülü Sadık Bey, Sinop, tosya, Kastamonu, Çankırı, Düzce ve Adapazarı havalisinin ün yapmış efesi idi. Plevne'nin şanlı gazisi Osman Paşanın silah arkadaşı Sadık Paşanın torunlarından olan Sadık Bey zulme, ednaya baş eğmeyen bir insandı. Kastamonu ve civarının hakimi idi. Ayağında bir çizme, altında ak bir küheylan, belindeki silahlariyle "Taşköprülü Sadık Bey" deyince dost ve düşman temennaya dururdu. Onun yanında rastgele konuşmak, herhangi bir masrafa iştirak etmek, kimsenin kârı değildi. Eski Anadolu Beyleri gibi bir Bey... Nerede bir düğün var, nerede bir âlem var; Sadık Bey adamlarıyla birlikte oradadır. Arap atına atladığı gibi, yel misali, sabâ-reftâr olarak giderdi. Taşköprülü Sadık, ağa adamdır. Onun bulunduğu yerde haksızlık, zulüm, işret katiyyen yasaktır. Sırtında mavzeri, zümrüt renkli Ilgaz dağlarının reisi. Kimse onun yanında ayağını uzatamaz, ziyafetler, davetler hep ondandır. Onun hayatta kimseye bir zulmü ve kötülüğü olmamıştır.
Bediüzzaman'ın Nuruna pervane olmuştu.
l935 baharında, polis nezaretinde, Sadık Beyin beldesi Kastamonu'ya bir zat gelir. Çarşı polis karakoluna yerleştirdiler... Kastamonu'da karakolda misafir ediliyordu. İman hizmetinin fedakâr ve çilekeş mensubunun resmî kayıtlardaki namı: "Şark menfilerinden" diye geçiyordu. Her yerde olduğu gibi, saf ve temiz mü'minler hâlesi burada da etrafını sarmıştı. Onun etrafında ve hizmetinde kimler yoktu ki... Gariplere misafirlere, ihtiyarlara hizmeti ve hürmeti mukaddes bir emanet halinde dedesinden devralan Anadolu insanı, hemen bu ihtiyar zatın yardımına koşmuştu. Bunların içinde ve başında Taşköprülü Sadık Beyi görüyoruz. Onunla görüşüp konuştuktan sonra bu kutbun cazibesine artık o da takılmıştı. Pervaneler gibi atmıştı kendini ışığa ve nura. Ağalığı, beyliği, reisliği, sultanlığı bir kenara atan Taşköprülü Sadık, gönüller sultanı bir Üstada talebe olmuş; ona "belî" demişti. "Kapında kul var sultandan içerû" diyen Yunus misâli Sadık Bey; "Senin kapındaki kullar, sultandan da değerli" diye hizmetine koşmuş, Nurları altın suyuyla yazmıştı.
Zaten Sadık Bey, başka türlü de yapamazdı.
Sadık Bey Denizli Hapishanesinde
Yıllar birbirini kovalamış, Kastamonu çilesi bitmiş, sıra Denizli hayat ve hapishanesine gelmişti. Namlı yiğit Taşköprülü Sadık, Denizli Hapishanesinde Üstad'ının hizmetine devam etmişti. Kimsenin minneti altına girmeyen, birşey kabul etmeyen o sultan, Sadık Beyin çorbasını memnuniyetle içiyordu.
Bir Cuma günüydü. Hapishanenin meydancısı Arnavut Âdem Ağa:
"Hafız Mustafa! Hafız Mustafa!" diye bağırıp duruyordu. Isparta maznunlarından Hafız Mustafa hemen koştu. Âdem Ağa elindeki kibrit kutusunu Hafız Mustafa'ya gizlice teslim etti. Kutuyu alan Hafız, doğru arkadaşlarının yanına.... Kutuyu orada açtılar. İçinden çıkan kâğıt parçasını merak ve heyecanla okumaya başladılar: "Yusuf Aleyhisselâm mahpusların pîridir. Ve hapishane bir nevi medrese-i Yusufiye olur."
Gelen kâğıt ayrı koğuşta, tek başına tecride mahkûm edilen asrın büyük mütefekkirinden geliyordu.
Sûratle çoğaltmaya başladılar. Neticede iki Cuma gününde Denizli Yusufiye medresesinin bir hatıra ve dersi olarak Meyve Risalesi meydana geldi.