Son Şahitler 2.Cild s. 158

ABDULLAH YEĞİN
Abdullah Yeğin, henüz bir ortaokul talebesi iken Bediüzzaman Said Nursî'yi ziyaret edip elini öpmüş ve talebesi olmuştu. Bediüzzaman ona "Nurcuların Abisi" diye iltifat ederdi.
Bediüzzaman'ı Kastamonu'ya l936 senesinde sevketmişlerdi.
Onun bütün hayatı boyunca kaderin sevki ile gezdirildiğini görüyoruz. O, sıla ile gurbeti kendi gönlünde birleştirmişti. Bu sebepten dolayı nereye sürülmüşse, orayı da bir vatan parçası olması dolayısıyla hoş karşılıyordu.
Kastamonu'da l943 yılına kadar kaldı. Bu yıllarda İnebolu, Taşköprü, Daday ve Araç gibi kazalardan İslâmiyeti öğrenmek isteyenler, ecdadına, an'anelerine bağlı insanlar Bediüzzaman'ın etrafında halkalandılar. İşte o tarihlerde Abdullah Yeğin de, henüz küçük bir talebe iken, bu fedakârlar kadrosuna dahil oldu.
Bediüzzaman'ın mektuplarında "Araçlı Abdullah" diye ismi geçer.
Nur Risalelerini okumaktan dolayı başından geçen hâdiseler roman çapındadır. Bu hatıralar belki bizim yapamadığımız böyle bir çalışmayı da kapı açar ümidindeyim. Onun kadar mahkeme huzuruna çıkmış çok az kimse vardır. Nur davaları sebebiyle Urfa, Gaziantep, Ankara ve Adana hapishanelerinde aylarca yatmış, davaların hepsi de beraat ile neticelenmiştir.
Uzun yılların çalışma ve araştırmalarının neticesi olarak "Yeni Lügat" isimli kıymetli bir de eseri vardır.
İlk görüşme
Abdullah Yeğin hatıralarını kendisi kaleme aldı. Şöyle anlattı:
"Kastamonu Lisesi, orta kısım ikinci sınıftayım. (l940-l94l), Üstad'ın kiraladığı evin sahibinin ve bize gelen zatların sitayişle bahsetmeleri üzerine bende onu görmek ve ziyaret etmek arzusu uyandı. Onun hakkında duyduklarım, büyük bir zat olduğu, hediye kabul etmediği ve herkesi ziyaretine almadığı şeklinde idi.
"Bir gün okulda teneffüs esnasında sıra arkadaşım Rıfat'a bu konuyu açtım. 'Burada çok kıymetli bir hoca varmış' deyince arkadaşım, 'Ben onu tanırım, evi bizim evin karşısındadır. Çok iyi bir kimsedir. Beraber seninle gidelim. Ben bazan ona gidiyorum' dedi.
"Münasip bir vakitte birlikte gittik.
"Kapıyı çaldık. Kapı açıldı. Yukarı çıkarak sağdaki ilk kapıdan odasına girdik. Evvelâ Rıfat, sonra ben elini öpüp oturduk. Karyola gibi yüksek bir divanın üstüne oturmuş, dizlerine yorganı çekmiş, geriye doğru yaslanmıştı. Elinde bir kitap vardı. Saçları kulaklarının hizasına kadar gelmişti. İnce gözlüğünün üzerinden bize bakarak, 'Sefâ geldiniz' dedi. Arkadaşımdan beni sordu. O da 'Benim mektep arkadaşımdır' diye beni tanıttı. İsmimi sordu. Çok iltifat etti. İslâmiyetten, imanın güzelliğinden, ölümden, âhiretten bahsetti. Bir müddet sonra yanından ayrıldık