"Şeriatı getireceksiniz ha!"
"Anamdı. Başımı kucağına koyup beni büyüten anam... Çileli günlerin bütün ızdırabını yüreğine gömerek bana, kardeşlerime hep iyiyi, hep güzeli anlatan anam, Allah'ın varlığını, birliğini, yüceliğini yüreğinin inançlı köşesinden fışkıran kelimelerle körpe dimağımızı yoğurmaya çalışan anam. Ben Ankara hapishanesinde iken anam da 'Devletin temel nizamlarını dinî inanç ve akidelere uydurmak maksadiyle propaganda yapmak' suçundan yargılanıyordu. Oysa devleti de temel nizamlarını da bilmiyordu, propaganda kavramından habersiz bulunuyordu, ama savcı parmağını namlu gibi yüzüne uzatıp uzatıp çekiyor, sesindeki tehdit pürüzleri salonun grî duvarlarını sıvayarak. 'Sen şeriatı getireceksin ha!... ' diye itham ediyordu.
"Anlamıyor, öyle tuzağa düşmüş serçenin ürkekliğiyle bakıyordu anam. Mahkemeye ilk çıkışıyda. Duruşunda bir azamet vardı herşeye rağmen. Bazılarını ürküntü dolu görünen bakışları savcıya meydan okur gözükmüş olacaktı. Hiddetine hiddet, hücumuna hücum katarak ithamını tazeliyordu:
"Şeriat getireceksin ha!' Anamın yanında halam, onun yanında kızkardeşlerim vardı. Halam ellisini geçmiş, anam ise yetmişini sürüyor. Ve savcı bey durmadan, dinlemeden ithamlarını sıralıyordu:
"Şeriat getireceksiniz ha!..
"Ayin yapıyorsunuz ha!..
"Dini siyasete âlet ediyorsunuz ha!..
"Yaşlı mahkeme reisi tereddüdün engebeli boğumlarıyla boğuşuyordu. Belli ki dört köylü kadının temiz inançları onu da etkilemiş, siyasetin ne demek olduğunu bilmediklerinden emin, nasıl siyaset yapabileceklerini düşünmeye başlamıştı. O tereddüd içinde bir savcıya bakıyor, bir maznunlarda gözlerini dalgalandırıyor, oradan granit kadar sessiz dinleyen halkla bütünleşiyordu. İhtimal kafasının içinde buruk, acı ve hattâ biraz komik bir sual dönüp dolanmakta idi: 'Şeriatı bunlar getirecek, vay canına!..
"İhbar almışlardı. Bir solcu öğretmenle bir CHP üyesi şikâyet etmişti onları. 'Falanca köyde falancanın evinde her gece Nur ayini yapılıyor.' İhbarları değerlendirmeye koşmuşlardı. Yanlarında muhbirler, jandarmalar, polis ve muhtar olduğu halde, evin üst yanındaki tümseğe çöreklenip geceler boyu beklemişlerdi. Ha bu gece, ha öbür gece... derken tam üç gece üst üste. Fakat bir fevkalâdelik yoktu evde, bütün köy evleri gibi sessiz, sakin. Biraz da gecenin meçhulüne gömülmüş, esrarlı. Komiser bey orada sıkılmış, muhbirlere çıkışmıştı:
"Hani?'
"Arada jandarma başçavuşu fikir yürütmüştü:
"Bir yanlışlık olacak, hiçbir şey olmuyor.'
"Muhbirler işi sıkı tutmaya kararlıydılar.
"İçerde neler var neler, girmeden anlayamazsınız ki.'
"Nur Risalelerini çoğaltıp dağıtıyorlar. Bunlar çok tehlikeli insanlardır. Makineli tüfek filan bulunduruyorlardır mutlaka.'
"Evi basalım..."
"Muhtar akraba gelirdi bize. Gelirdi ya, Halkçı oluşunu akrabalığından öne çıkarmıştı. Bu ev Demokrattı. Birinci düşmanlık sebebi. Bu evdekiler çok dindardı ve Risale-i Nur okuyorlardı; ikinci düşmanlık sebebi. Köylülere tesir ediyor, Halk Partisine oy verdirmiyorlardı. Üçüncü düşmanlık sebebi.