"Bediüzzamanı ziyaret eden üç Galatasaraylı"
"Bir gün Said heyecanla geldi ve 'Üstad Bediüzzaman, aleyhinde açılan bir dâvâda bulunmak üzere İstanbul'a gelmiş; Sirkeci'de bir otelde kalıyormuş, ziyaretine gidelim' dedi.
"Ben ve Ahmet, 'Olur' dedik. Bu ziyareti bir Cumartesi mi, Pazar günü mü yaptık hatırlamıyorum. Kararlaştırılan gün, güzelce giyindik ve Sirkeci'nin yolunu tuttuk. Hocapaşa Maliye Şubesinin bitişiğindeki çıkmaz sokakta Ahşehir Palas adlı otele girdik. Bu otel 1980'li yılların ortalarına kadar duruyordu. Sonra yıktılar ve yerine han yaptılar.
"Üstad otelin en üst katında küçük bir odada kalmaktaydı. Karşısında diğer küçük odada hizmetini gören kimseler vardı. Bunlardan Ziya adında, saçları biraz uzunca bir genci hâlâ hatırlıyorum. O tarihte Teknik Üniversitede okuyan Muhsin Alev de Üstadın yakın hizmetkârları içindeydi. Zaten, kendisinin İstanbul'a mahkemeye gelmesine sebep olan hâdise, Muhsin'in Gençlik Rehberi'ni matbaada bastırması olmuştu.
"Bediüzzaman'ın kaldığı küçük odaya girdik. Burası basık tavanlı, küçük pencereli bir yerdi. Üstad karyolasına bağdaş kurmuştu. Başında, renkli bir kumaştan (yanılmıyorsam kaşkol gibi bir şeyden) sarılmış bir sarık vardı. Duvarda kavukluk gibi bir rafta, bakalitten küçük bir radyo vardı. Galiba başka bir eşya da yoktu. Yerdeki yaygıya çöküp oturduk.
"Üstad Türkçeyi Şark şivesiyle konuşuyordu. Zaten o tarihlerde Türkiye'nin birçok bölgelerinde Türkçenin ayrı şiveleri vardı. Bizim Galatasaray talebesi olduğumuza sevindi. Nasihatâmiz bir konuşma yaptı. Bilhassa Bolşeviklik tehlikesinin üzerinde çok durdu.
"O zamanın Türkiye'sinde komünizm bu kadar yaygın değildi. Hattâ hiç yaygın değildi. Bilemediğiniz, birkaç bin ütopyacı Marksist vardı. Üstadın, komünizmin ileride Türkiye'nin başına belâ olacağını sezmesi gerçekten büyük bir uzak görüşlülük, bir kerametti.
"Ziyaretimizin sonuna gelmiştik. Bediüzzaman Hazretleri üçümüze, 'Bu konuştuklarım bir ders mahiyetindedir. Siz bundan böyle benim talebem oldunuz' dedi. Elini öpüp izin aldık ve ayrıldık.
"Aslında, bir İslâm büyüğü ve Kur'ân hâdimi olan Bediüzzaman'ı seven, ona saygı duyan, eserlerini benimseyen her Müslüman bir Risale-i Nur talebesidir. Elbette her hareketin, her meşrebin bir hiyerarşisi vardı. Nurculuğun da has talebeleri, işleri çekip çeviren, hizmetleri yürüten elemanları vardır. Ama, Risale-i Nur çok geniş bir dairedir. Ortada ve kenarda olan Bediüzzaman ve Risale-i Nur muhiblerini de talebe olarak kabul etmek gerekir.
Mehmet Şevket Eygi