MUSTAFA ACET
Bir Emirdağ çiçeği
İrfan dünyamızın Emirdağ sayfası parlak ve berrak haliyle, gözümüzü ve gönlümüzü aydınlatmaktadır. Bu ışıklı sayfanın, nurlu kelimeleri pek çoktur. Bunlardan birisi de Nur-İslâm yolunun 'Hakikat Kahramanları'ndan mümtaz bir şahsiyet olan Mustafa Acet'ti.
Hayatının baharında, henüz yirmi üç yaşında Emirdağlı bir Türkmen delikanlısı olarak Nur Üstad Bediüzzaman'ın sesine, dersine ve nurlarına "Lebbeyk!" diyerek koşmuştu. Bu samimi koşmasının neticesinde, Üstadıyla birlikte Afyon zindanlarını boylamıştı.
Askerlik vazifesinden vatanına dönen Mustafa Acet'i Emirdağ bozkırlarının "Ceylan"ı alıp götürmüştü, Nur Üstadın aydınlık iklimine.
Mustafa Acet bu huzurda ilim öğrenmişti, imân öğrenmişti, meslek öğrenmişti, hocalık ve hattatlık öğrenmişti.
Mübarek ve müstesna şahsiyetlerinin bu fani dünyadan ebediyete kanat açmaları da kendileri gibi müstesna olmaktadır. İşte bunlardan birisi de Mustafa Acet'tir.
Merhum Mustafa Acet, İman-Kur'an yoluna gönül veren fedakârlardan birisiydi.
Şeflik devrinin hükümferma olduğu tarihlerde iki defa hapishanede yatmıştı. Birinci yatışı 1948'in karanlık günlerindeydi. İkinci yatışı ise 27 Mayıs İhtilalinden sonraki günlerdeydi. Suçu Kur'an hakikatları olan Nur Risalelerini yazmak ve okumaktı.
Müslüman Türkiye'mizde cereyan eden bin beş yüz tane Nurculuk mahkemelerinden ikisine şeref vermişti. İkisinin de sonunda diğer dâvâlarda olduğu gibi tahliye olup, beraat etmişti. Bu yüz akı onun ebediyet albümüne pırıltılı bir sayfa halinde intikal etmişti.
Mustafa Acet altmış altı yaşında çıktı ebediyet yolculuğuna. Mesut ve mutlu ömrünün kırk yılın Kur'ân yolculuğunda geçirdi.
Ankara'daki mütevazi hanesinde, namaz vakti girince, Nur Üstadın Afyon ceberrutlarına söylediği ateşîn sözlerini nasıl da heyecanla anlatmıştı. Haliyle, tavrıyla ve bütün varlığıyla sanki o günleri yeniden yaşıyordu. Uzun süren mahkemenin bir celsesinde namaz vakti gelmiş geçiyordu. Üstad Bediüzzaman namaz için izin ve müsaade istediği halde, adamlar razı olmuyorlardı. Bir an celâllenen Nur Üstadın şehlâ gözleri şimşekler gibi parlamış, o pâk alnındaki damarları parmak gibi kabararak âdeta dışa fırlamıştı.
Savcıya asrımızın sultanı Ulu Üstad şöyle gürlemişti:
"Biz namazın hukukunu müdafaa için burada bulunuyoruz. Bizim bundan başka bir suçumuz yoktur."
Üstadla ilgili diğer hatıralarını şöyle anlatmıştı: