Komiser ABDURRAHMAN AKGÜL
Bediüzzaman'ı gözetlemek için görev verilen üç polis
"1946 seçimlerinde Afyon'da Demokrat Parti listesi kazandı. Bunun üzerine valisinden polis memuruna kadar Afyon'daki bütün memurlar, tamamen değiştirildi. Beni de Aydın'dan Afyon'a tayin ettiler. Bir gün Vali Abidin Özmen ve Afyon Emniyet Müdürü Hayri İrdel beni çağırdılar, gittim bana bir dosya verdiler.
"Sana bir vazife vereceğiz. Bu dosyayı tetkik et, sonra seninle görüşeceğiz' dediler. Dosyanın kapağını açtım, içinde bir sürü resimler, küpürler, raporlar ve yazılar vardı. Bu dosya Bediüzzaman olarak bilinen Said Nursî'ye aitti. O zamana kadar kendisini tanımıyordum. Dosyayı tetkik ettikten sonra Emniyet Müdürünün yanına gittim. Müdür bana şöyle dedi:
"Abdurrahman, bu dosyayı okuduğun adam, şimdi Emirdağ'da oturuyor. Yanına Hasan'la Salih'i alıp beraber Emirdağ'a gideceksiniz. (Polis memurları Uşaklı Hasan Kuşaksız, Sivaslı Salih Çakırtaş) Orada olan bitene dikkat edeceksiniz. Sizi kimse polis olarak bilmeyecek. Sadece Kaymakam ve Jandarma Kumandanı sizi bilecek. Başka kimse bilmeyecek. Ailelerinize dahi durumu bildirmeyeceksiniz. Eğer polis olduğunuzu bilirlerse bunu hayatınızla ödersiniz. Raporlarınızı eski yazı ile tutarsınız. Yazıları postaya verme, memurla gönder. Said Nursî'nin postahanede de adamları bulunur. Gözünüzle gördüğünüzü, kulağınızla işittiğinizi hemen rapor edersiniz. Jandarma Kumandanı Emirdağ'daki Başçavuşa sizin elektrik teknisyeni olduğunuzu, ileride malzeme geleceğini ve köylere elektrik çekeceğinizi söyleyecek. Siz de soranlara aynen öyle söyleyeceksiniz.'
"Verilen görev dolayısıyla ben sık sık Emniyet Müdürünün odasına girip çıkıyordum. Bu vaziyeti gören Başkomiser Süleyman Faik Örsel beni yanına çağırdı:
"Abdurrahman, gel otur' dedi.
"Yanına vardığımda durumu sordu. Ben de anlattım. Kendisi beş vakit namazını kılan, dindar,dürüst bir zattı. Bana şöyle dedi:
"Ben o zatı iyi tanırım. Muhterem bir insandır. Ben onu otuz sene evvel İstanbul'dan tanırım. O zaman Darü'l-Hikmet-i İslâmiyede âzâ idi. Âlim ve fâzıl bir zattır. Sen henüz gençsin. Vazifeni yap, fakat müdürün gözüne gireyim diye, o temiz zatı incitme. İleri gitme. Sonra tokat yersin, başına bir belâ gelir, musibete uğrarsın.'
"Ben Emniyet Müdürü ile Başkomiserin arasında kalmıştım. Henüz tecrübesizdim. Çok heyecanlı ve telâş içindeydim. Daha sonra, iki polis arkadaşla beraber 1947 senesi Aralık ayının on üçüncü günü sivil olarak Emirdağ'a geldik. Önce bir otele indik. Orada Kaymakamı sordum. 'Kulüpte bulunur' dediler. Oraya gittim. Kaymakam köylere gittiği için görüşemedik. Bunun üzerine Jandarma Kumandanı ile görüştüm. Bana Bediüzzaman'ın evini gösterdi. Bu hususta bilgi verdi.
"Ben elimdeki adamlarla bunu takip edemiyorum. Kapı içeriden kapanıyor. İçeride ne yapıyorlar bilmiyoruz' dedi.
"İkinci gün Emirdağ'ın pazarı idi.