Sayfa 2/9 İlkİlk 1234 ... SonSon
90 sonuçtan 11 ile 20 arası

Konu: Mustafa Sungur

  1. #11
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Mustafa Sungur

    "Hastalığımın şifasını biliyorum, fakat..."
    "Hastalığından bahisle, birgün merhum Zübeyir'e demiş, o bize nakletti:
    "Ben hastalığıma şifa için, Kur'an'da olan âyetleri biliyorum. Fakat istimal etmiyorum. Hastalık madem geçicidir; ecrine ve sevabına nail olmak var´ demiş. Iztırabının çoğu Risale-i Nur içindi. Her halde Nur dairesi teesüs ettikten sonra, o daire hesabına düşünüyor, üzülüyor veya seviniyordu. Çünkü Nur dairesi, Hz. Üstadın bir vücud-u maneviyesi gibiydi. O daireye gelen musibetleri ve talebelerin hatâlarına mukabil gelmesi melhuz tokatları, üzerine çekerek, hizmet eden talebelerine şevk veriyor ve gayret aşkı bahşediyordu...

  2. #12
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Mustafa Sungur

    "Lahikalar ve Nur'un fedakârları"
    "1946-1947 yıllarında gelen lâhikalardan, Nur'un ileri gelen şakirtlerini de tanımaya başladık. Bittabii isimleriyle tanıyorduk. O zaman başta Isparta, Kastamonu, İnebolu, Denizli, İstanbul, Milâs gibi yerlerden çok bahsediyor. Hulûsi Bey, Santral Sabri, Barla kahramanları, Eğirdir ve Konya'dan da bahsedilirdi. O zaman âlemi kaplayan Nur dairesinin en önemli merkezı Isparta ve civarı idi.
    "Üstadımız ´Medrese-i Nuriye Kahramanları´ diye Sav Nur talebelerinden, Mübarekler Heyeti´ diye Kuleönü mübareklerinden, ´Nur ve Gül Fabrikaları Heyeti ve Reisi´ diye İslâmköy ve Hafız Ali ve Tahiri; Isparta ve Hüsrev ve arkadaşları Re'fet, Rüştü, Terzi Mehmet, Tenekeci Mehmet, Kâtip Osman, Nuri Benli; Halil İbrahim gibi talebelerinden bahsederdi. Milas'tan da Halil İbrahim'den bahsedilirdi. 1946'dan1947'ye ve 47'nin sonuna doğru her geçen gün lâhikalar çoğalıyor, yeni yeni Nur talebeleri ve Nur hizmet merkezleri meydana çıkıyordu.

  3. #13
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Mustafa Sungur

    "Eflani'deki Nur talebelerinin isimlerini yaz"
    "Eflani'deki Nur talebelerinin hemen hepsi Üstad Hazretlerini zamanla ziyaret ettiler. Ve Üstadımız bunları Nur'a talebe kabul buyurdular. Bilahare hizmet-i pakinde bulunmak şerefine nâi olduğum zamanda birgün bana, ´Eflani'deki Nur talebelerinin isimlerini bir kâğıda yaz, onlara isimleri ile dua edeceğim. Gerçi Eflani'nin sağ ve ölü, bütün ahalisine dua ediyorum, fakat talebelere isimleriyle dua edeceğim´ diye iltifatta bulundu. Ben de yazdım, onu başucuna asmıştı. Hatta daire şeklinde yaz, demişti. Ta dâr-ı bekaya irtihallerine kadar dua ve bağışlamalarında Nurs, Barla, Emirdağ gibi, Eflani ismini de mübarek lisanından zaman zaman işitiyordum. Cenab-ı Hakka sonsuz şükürler olsun...
    "Eflani Nur talebelerinin isimleri şöyleydi: Başta Ahmed Fuat Hocamız; Safranbolu'nun Hasan Feyzi'si. Üstadımız ikinci bir Hafız Ali olarak onu kabul etmiş, lahikalarda ilan ve izhar etmiş, müteakid bir mualimdi. Hatip İbrahim, İbrahim Hoca, Hatip dayım, Hacı Reşad ve oğlu Mehmed, Mustafa, Mevlüd; Şevket, Hüsnü, Şükrü Efendiler ve lahikada ismi geçen Rahmi, Emin Efendi, Keten Ahmed Efendi ve Niyazî Efendi gibi zatlar, Hz. Üstadı İstanbul'da ziyaret eden Hacı Şaban Efendi, Safranbolu'ya bağlı Alverenli Emin Hoca ve merhum pederi Kara Mustafa Dayı ve oğlu merhum Mübarek Ahmed ve Safranbolu-Eflani ve havalisinden çok zatlar. Bunlar, Hz. Üstadımızı hem Emirdağ, hem Isparta ve İstanbul'da ziyaret ederek kudsî dualarına nail oldular. Ve ahir hayatlarına kadar sadakatlarını devam ettirdiler. Evrad ve ezkarlarını ve Risale-i Nur'a yazı ile hizmeti devam ettirdiler. Ve bilhassa 1960'dan sonra Mübarek Kamil Hoca, Nur'ları tamamen kemal-i aşkla yazarak Hacı Hüseyin ve mezkur zatların evladları olan yeni nesillerden çok gençler çıkarak hem Karabük'te, hem de İstanbul'da hizmet-i Nuriyeyi devam ettirdiler. Hadd-i zatında Safranbolu, Eflani ve havalisindeki hizmet-i Nuriye ayrı ve uzun bir bahsi ihtiva eder.

  4. #14
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Mustafa Sungur

    "İlk ziyaretim 1947'de oldu"
    "Mübarek Üstadımı ilk ziyaretim 1947 senesi Eylül ayında Emirdağ'da oldu. Eflanili Emin Efendinin yazdığı Asa-yı Musa risalesini hediye olarak götürmüştüm. O zaman Karabük'le Ankara arasında karayolu yoktu. Seyahatler trenle yapılırdı. Eflani'den Safranbolu'ya at kiralar, altı yedi saatte gelirdik. Safranbolu'dan Karabük'e pikaplar vardı. Karabük'ten de akşam bindiğimiz tren bir gün sonra öğle vaktinde Ankara'ya gelirdi. on iki saatten de fazla sürerdi. Oradan Eskişehir'e trenle gelir ve Yıldız Otelinde bir gece kalır, sabahleyin otobüs ile üç saat içinde Emirdağ'a gelirdik. Emirdağ'a gelinceye kadar yolda heyecanımız son hadde varırdı. Üstada kavuşabilmekteki sonsuz sevinç ve iştiyakımıza had yoktu.
    "Evet, orada Emirdağ'da birisi vardı, birisi oturuyordu. Varlığımızın bütünü ile ona bağlı idik. Sanki o bizim her şeyimiz idi. Bizim kalblerimizi derinden derine ona yönelten, onda gördüğümüz şefkat, merhamet idi. Evet ona, en müşfik manevi baba ve ana gibi koşardık... O bizim sebeb-i hidayetimiz, vesile-i necatimiz, büyük Üstadımız... Bu anları, bu günleri düşünürken ben, Emirdağ'a doğru yol alırken ve başındaki küçük tepecikte Emirdağ'ın evleri görünüp kasabaya girerken ben ve nihayet Çalışkanlar dükkanından şefkatli sinesine ulaşırken, o anları düşündüğümde, tahatturumda göz yaşlarımı tutamam... Şüphe yok ki, benim gibi onun Nur'undan hayat bulan herkes; bu tatlı göz yaşlarını tutamamıştır hiçbir zaman... Çünkü onun huzurundaki anlar, dakikalar, saatler, şüphe yok ki, âlem-i bekadan birer sahne idi. Sonsuzluğa doğru uzanan hayattar ve Nurlu safhalar idi... Huzur-u Muhammedî'nin (a.s.m.) bir in'ikası idi. ´Bir dakika vücud-u münevver, milyon sene vücud-u ebtere müreccahtır´ denilen sırra mazhardı o saatler, o dakikalar... Evet, onu bir timsâl-i rahmet, bir mücessem şefkat gördük ve bulduk. Hâlıkımızın nihayetsiz lütfuydu o... Gecemizi gündüze kalbeden nurdu, bir şems-i manevi idi o...
    "Ey şefkatli bakış! Ey hayat saçan göz! Ey Kur'ân'dan aldığı nurunu âleme sultan eyleyen bahtiyar ruh! Risale-i Nur'unla, ilim ve irşad mahiyetinle ebedileştiğin için; aynı şefkat, aynı bakış, aynı nurunla; daima yaşıyor, daima devam ediyorsun. Ve Sungur'un gibi yüz binler, milyonlar Saidlerin yine senden ümit ve hayat ışığı almaktadırlar... Sana duacı ve dâvâna hadimdirler... Buyurduğun gibi, hayatın onlarla yüz binlerle devam ediyor... Ve inşaallah tâ kıyamete kadar devam edecektir.
    "Ve o yüz bin Saidlerin, senin iman ve Kur'an dâvâna en derin ruhlarından hâdim ve nâşirdirler. Hadiselerin dev-misal engellerikarşısında yılmayan çözülmeyen, bölünmeyen bir azm ü sebat içindedirler... Ve senin ruhun ve mana-yı hakikin olan Nur-u Kur'an'dan derslerini her daim almaktadırlar. Ve Risale-i Nur ile ve senin ile beraberdirler. Rabbim ebediyen ayırmasın, beraber kılsın, Habib-i Ekrem (a.s.m.), Kur'an-ı Hakim ve Esmâ-i Hüsna ve İsm-i Âzam hakkı için, Ya Rab! Âmin...

  5. #15
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Mustafa Sungur

    "1954'den sonraki unutulmaz hatıralar"
    "Hz. Üstadın son devre-i hayatlarında yanında ve hizmetlerinde bulunan merhum Zübeyir, Ceylan, Tahiri ve Bayram'la Isparta'da 1954 senesinden itibaren beraber geçen hayatımız, bizim için unutulmaz hatıralarla doludur. Hz. Üstadımızın bin bir irşat, ders, ikaz, iltifat, teselli ve tokatlarına nail olduğumuz hatıralar... Onları ifade etmek mümkün değil. Ben Samsun Hapsinden döndüğüm vakit Isparta'da bu güzide cemaatin arasına girmek şerefine erdim. Sevgili Nur Üstad bizi de yanına, hizmetine kabul ediyordu. Osmanlı Hanımı Muhterem Fitnat Hanım Teyzenin evinin üst katında dershane-i Nuraniyede, hayatımızın leyle-i kadri mesabesinde bir kudsi dairede, ikamete başladık, derse başladık. Ve 1956'da asker iken Hüsnü kardeş de Urfa'dan gelip Hz. Üstadımızın hizmetine gelmişti. Son hayatına kadar hep beraberdik.
    "Lâkin layıkı ile hizmet edebilmek ne mümkün, ne mümkün... Daima hayattar, hüşyar, ubudiyetin envaını, günün yirmi dört saatinde imtisal eden, hem de canlı, dikkatli, faal ve gayretli bir şeklide yaşayan Üstada, 24 saat nasıl hayattar ve canlı bir surette mukabele edilebilirdi. Hizmetinin bir safhasında, Üstadımızla beraber kendimize göre canlı ve dikkatli oluyorken, diğer bir hizmet safhasında aynı dikkati, hayattarlığı elbette muhafaza edemezdik. Onun için buyurdulardı ki: ´Ben birinizle iktifa edemiyorum, hepiniz beraber olduğunuz zaman...´

  6. #16
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Mustafa Sungur

    "Gelen mektupları okur, bize ders yapardı"
    "Meselâ, Üstadımızla Isparta'dan Emirdağ'a veya Emirdağ'dan Isparta'ya gelirken yolda, takside Hz. Üstad boş durmaz, bazen okur, çok zaman dikkatle etrafı temaşa eyler, tefekkür eder, canlı bir haletle yola devam ederdi... Varacağımız yere geldiğimizde Üstad, bakardık; canlı, şevkli kış ise sobayı yaktırır, gelen mektupları okur ve bizi çağırır, beraber ders yaptırırdı. Yorgunluk yerinde, canlı, hayattar bir halet izhar ederdi. Halbuki seksen yaşındaydı... Evet çok calib-i dikkat bir halet! Biz ise çok zaman yorgun olurduk.
    "Evet bundan önce de 20 Eylül 1949'da Afyon Hapsinde yirmi ayını doldurup tahliye olduktan sonra rahmetli Zübeyir'in Afyon'da tuttuğu eve Hz. Üstad teşrif etmişlerdi. Orada on gün beraber kalmıştık. Ben on gün sonra ayrılmıştım. Zübeyir Ağabey, Üstadla beraber iki ay daha Afyon'da aynı evde kalıp sonra Emirdağ'a gelmişler. O zaman Afyon' da Hz. Üstadla beraber ilk kalışımız idi. Afyon'a Safranbolulu kuyumcu Sabri Efendi ile beraber gelmiştik. 7 Eylül 1949'da gelmiştik. Zübeyir Ağabey hapisten tahliyeden sonra ayrılmamış, hapiste olan Üstadımız sonraları çok makbul bir hizmet olarak kabul ettiğini ifade buyurmuştu. Şöyle ki:
    "Üstadımız Nur'lardan bir ders yapıyordu: ´ Bir mevcut, vücuttan gittikten sonra, zahiren kendisi ademe, fenaya gider. Fakat ifade ettiği manalar baki kalır. ´Dünyanın ve eşyanın üç tane yüzü olduğunu, bunlardan birin ve ikinci yüzler ki, Esma-i İlahiye'ye ve ahirete bakan yüzlerinin, baki semereler ve meyveler yetiştirdiğini, fani şeyleri bâki hükmüne getirdiğini ve bu yüzlerde, mevt ve zevâl değil; belki hayat, beka cilveleri olduğunu beyan ettikten sonra Zübeyir'e dönerek;
    "Benim Zübeyir'im hapisten tahliyeden sonra Afyon'da kalarak hizmetimde kaldığı o levhalar, çok şirin, çok güzeldir´ mânâsında ifadelerle iltifatta bulunmuştu.
    "19 Eylül 1949 günü Konya'dan gelen Ziya Nur ve bir arkadaşıyla beraber bir gün sonra tahliye olacak olan Üstadımızın eşyalarını eve taşımıştık. O gün Afyon'da çok canlı bir gün geçirdik. Çünkü, Üstadımız hapisten yarın tahliye olacaktı. Temyiz mahkemesi, Afyon mahkemesinin mahkûmiyet ve müsadere kararını esastan bozmuştu. Dört sene evvel 1944'te Denizli'de cereyan eden mahkemede Said Nursî, Nur Külliyatı ve Nur Talebeleri beraat etmişlerdi, Denizli mahkemesinin bu beraat kararını, Temyiz mahkemesi tasdik etmişti ve kaziye-i muhkeme haline gelen bu kararla, Nur Risaleleri çuvallar ve bavullarla sahiplerine iade edilmişti.
    "Mahkeme-i Temyiz, Afyon kararını bozmasında bu hususa dikkati çekiyor; o zaman, ´Beraatle iade edilen Risalelerden başka yeni telifat var mı? Yeni kitaplar var mı? Afyon mahkemesi, varsa bunlar üzerinde yeni karar verebilir; beraat etmiş ve kesinleşmiş bir karara rağmen, yeniden karar ihdas olunamaz´ diye mahkumiyet kararını esastan bozmuştu. Fakat Said Nursi, yine yirmi ayını hapiste tamamladı ve 20 Eylül sabahı güneş doğmadan önce polisler nezaretinde tahliye edilip Zübeyir ve Ziya ile beraber kaldığımız eve getirildi. Biz de sabah namazını yeni kılmış, tesbihata başlamıştık. Baktık bir fayton sesi geliyor, yani atların yürüyüşünün sesini, şakırtısını duyduk. Kalktım pencereden baktım. Eve doğru bir fayton geliyordu. ´Üstad geliyor´ dedim. Aşağı indik, eve elli metre mesafede faytonu karşıladık. Üstad faytondan indi, polislerde arkasından. Üstadımızın elini öpmeye uzandık.

  7. #17
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Mustafa Sungur

    "Bunlar Türk milletinin medar-ı iftiharıdır"

    "Hz. Üstad polislere hitaben;

    "İşte bunlar Türk milletinin medar-ı iftiharıdırlar´ diye biz talebelerini polislere takdim ediyordu. Bunu nakletmemdeki sebep, Üstadımız her vesile ile Risale-i Nur hizmetinin müsbet gaye ve hareketini daima ilân etmesiydi. O zaman estirilen hava dolayısıyla polislerin yanlış nazarlarını, Hz. Üstad tashihe çalışıyordu. Veya onların yanlış beyanlarına rağmen konuşuyordu. Yani onların aylarca Afyon'da dükkan dükkan gezerek Bediüzzaman ve talebeleri hakkında asılsız propagandalarına karşı, Hz. Üstad bu suretle mukabele ediyordu.

    " O evde, Afyon'da on gün beraber kaldık. 30 Eylül günü yeniden Afyon mahkemesi vardı. Temyizin bozması üzerine muhakeme olunacaktık. On gün müddetle beraber kaldığımız muazzez Üstadımızın kapısında, aşağıda bir polis, daima nöbet beklerdi. Kimse ziyarete gelmesin diye. Afyon'dan sadece Ahmet Hancıoğlu geldi ziyarete. Üstadımız onu Afyon namına kabul etti. Polislerden Üstadımızın aleyhinde olan çok ahmak birisi vardı, hemen her gün onu gönderirlerdi. Üstadımız bir kaç defa ona ders vermek istedi, müsbet hareketini, Nurcuların millet ve memlekete büyük menfaatını ona izaha çalıştı. Üstadımız beddua etmezdi, aldanan ve aldatılan ehl-i dünyayı ikaza çalışırdı. Üstadımızın bu tarz ve hareketine belki bir defa şahit olmuşuzdur. Hatta kendilerini tahliyeden sonra eve kadar getiren polislere ´Mahkeme-i Kübraya Şekva'dan okumak için onları yere oturttu ve bir kısmını onlara okudu. Bu Şekvayı, tahliyeden on beş gün önce hapiste yazıp Zübeyir Ağabeye göndermişti. Zübeyir Ağabeyle beraber daktiloyla yazdık ve altı makamata gönderdik. Üstadımız öyle emretmişlerdi. Hey'et-i vekiliyeye, adliye vekaletine, mahkeme-i temyize, başvekile ve Demokrat Parti başkanlığına, bir de Fevzi Çakmak'a gönderilsin demişti. Onda diyordu:

  8. #18
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Mustafa Sungur

    "Ben milletin imanının kurtulmasına hayatımı vakfettim"

    ´Haşirdeki mahkeme-i kübraya bir arzuhaldir. Ve dergah-ı İlahiyeye bir şekvadır. Ve bu zamanda mahkeme-i temyiz ve istikbaldeki nesli-i âti ve darü'l-fünunların münevver mualim ve talebeleri dahi dinlesinler.

    "İşte bu yirmi üç senede yüzer işkenceli musibetlerimden, on tanesini Âdil-i Hâkim-i Zülcelalin dergâh-ı adaletine müştekiyâne takdim ediyorum.

    "Birincisi: Ben kusurlarımla beraber bu milletin saadetine ve imanının kurtulmasına hayatımı vakfettim. Ve milyonlarla kahraman başların feda oldukları bir kudsî hakikata, yani Kur'an hakikatına benim başım dahi feda olsun diye bütün kuvvetimle Risale-i Nur'a çalıştım. Bütün zalimane taziplere karşı tevfik-i İlahi ile dayandım. Geri çekilmedim´ diye başlıyordu

    "Orada, yani Afyon'da, beş vakit namazı Üstadımızın arkasından cemaatle edâ ediyorduk. Üstadımız gece çok erken teheccüde kalkıyordu, sabaha kadar okuyordu ve sabah namazına bizi uyandırıyor ve cemaatle namazı eda ediyorduk. Sonra Zübeyir Ağabey dedi ki: ´Gece uyumayıp sıra ile nöbetleşip, Üstadımızın abdest suyunu dökmemiz lazım´ Öyle de yaptık. İlk gece Zübeyir Ağabey uyumadı, gece Üstadımızın suyunu dökmüş, ikinci gece ben kalktım. Üstad hiç konuşmadı, gayet ciddi abdestini aldı, odasını girdi ve sabaha kadar cehri okumaya devam etti. Sabah namazına takriben dört saat kala kalkıyordu. İkişer gece öyle kalktık. Üstadımız hiç konuşmazdı, sonra bizi men etti. Dedi ki: ´Hayatta böyle kimse gece bana mülaki olmamış, otuz beş senedir yalnız kalmışım. ´ O iki geceden sonra Üstadımız kendisi kalkar, sabah namazına kadar evradını bitiridi. On beş dakika kadar da Nurlardan bir bahis okur ve sonra sabah namazını kılardık. Arabî 29. Lem'a'nın mukaddemesinde tefekkürî ayetlerden ilhamen yazdığı bahislerden zikirle, ´Binler defa tekrarında bana usanç gelmedi´ diyor ve istisnasız her gece sabaha yakın dört beş saat meşgul olduğunu beyan ettiği Hizbü'l-Ekber-i Nûri' den de bahisle:

    "Her gece beş altı saat meşguliyetten sonra bu Hizbin altıda birini okumakla hiç bir yorgunluk eseri kalmadığı bin def'a tekerrür etmiştir´ diyordu.

    "Zübeyir Ağabeyden nakille. Hz. Üstad ona,

    "Ben gece ibadeti için yirmi sene nefsimle mücadele ettim' mealinde ve ´sonra hacet kalmadı´ demiş.

    "Evet, mübarek, muazzez Nur Üstadımız onun, Risale-i Nur telifi, neşri, gelen gidenler, ziyaretçilerle sohbeti, ehl-i idare, ehl-i maarrif ve ehl-i siyasete hakikat dersleri veren şahsiyetinden başka; Rabbi ile başbaşa, Onun zikir ve fikir ile huzur-u daimi kazanmak, iman ve marifetullahda 80 sene daima terakkiyat ile hakkalyakine uruç eden mukaddes bir haleti ise, onu beyana takatimiz yoktur. Ve her gece istisnasiz, yalnız olarak o kudsi mazhariyetini devam ettirirdi. Evet, Van'daki hayatında dahi böyle olduğunu Molla Hamid ismindeki talebesi ve hizmetkarları da defalarca beyan etmiştir.

  9. #19
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Mustafa Sungur

    "Üstadımızın namazdaki huşuu ve huzuru bambaşkadır"

    "Üstadımızın namazı, namazdaki mazhariyeti, heybeti, huzuru ve huşuu bambaşkadır. Biz onu ifade edemeyiz. Onun namazdaki nihayetsiz tecelliyata mazhariyetinden bizim hissettiğimiz, milyarda bir dahi olmaz. Evet bu kat'idir... Namaza duruşu, ilk tekbiri alışı, ellerini bağlayışı ve Cenab-ı Hakka dua ve tezellülü, Fatihayı kıraati, Fatihanın her bir kelimesini teker teker, cümle cümle ve bütün meratibi ile okuyup hissetmesindeki ve dergâh-ı İlahiyyeye takdim etmesindeki vüs'at, külliyet ve ulviyet, bizim gibi hiç enderlerin beyanına gelemez. Hele namaz teşehhüdündeki ´Ettehiyyatü´ kelimat-ı mübarekesini Cenab-ı Hakka takdim ederken, nasıl bütün kâinatı ruhunun eline alıp öylece arz etmesindeki kudsiyeti ifade edemeyiz. Yalnız bu hususlara dair On Beşinci Şua ilm-i İlâhî mebhasinde ve sair risalelerde uzun izahat vardır. Onun okunması mutlaka huzura da medardır. Aynı zamanda, Nur Âleminin Bir Anahtarı risalesinde de izahlar yapılmıştır. Bu gibi âsarından ve Üstadımızın hal ve tavrından kat'iyyen anlaşılıyordu ki, o müstesna bir tecelliye mazhardı. Talebelerinde, hatta en ileri talebelerinde görünen haletler, Üstadımıza nisbetle çok cüz'î kalır. Hele geceleyin 4-5 saat meşguliyeti müteakip dua vaktinde, kâinat mümessili ve Sahibi-i Arz ve semavatın arz üzerinde en nurani bir halife-i arzı olduğu aşikâr belli olurdu. Onun dış âleme taşan, insanlara kurtuluş reçetesi sunan azim şahsiyetinden başka bir kudsi ubudiyet hali, zikir ve tefekkür hali de vardır ki; herhalde Risale-i Nur hakikatlerini, bu gibi mirac-ı manevîsi olan halinde iken taallüm ederdi.

    "Diyebiliriz ki: Said Nursî, hizmeti ile, âsâr-ı Nuriyesinin devamlı hayattar neticeleriyle ve günbe gün gelişen cemaat-ı nuriyenin dünyanın dört bucağındaki hizmetleriyle ´es-sebebü kelfai´ sırrıyla daima yükseliyor, terakki ediyor ve hayat-ı ebediye hesabına teâli ediyor. Ve rıza-ı İlahiyenin nihayetsiz meratibine doğru bir değil, binler kanatla uçup gidiyor, gidiyor... Ve kıyamete kadar da yükselecek, gidecek gidecek... Tâ ´aksa´l-gayat'a kadar gidecektir. Ve minallahi't- tevfik... Zâlike'l- fadlu minallah...

    "Üstadımız, birgün ders esnasında, ´İnsan namazda iken teşehhüd esnasında ´et-tehiyyat´ derken, aynı günün vaktinde ´et-tehiyyat´ diyen bütün mahlûkatın tahiyyelerini kendi namına Cenab-ı Hakka takdim edebilir´ demişti. Ve ilaveten, ´Hatta biraz daha ileri gitse, bütün zamanlardaki tahiyyat ve tesbihatları da kendi namına takdim edebilir´ meâlinde buyurmuştu.

  10. #20
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Mustafa Sungur

    "Üstadımızın dua vakti çok ehemmiyetliydi"

    "Yine Afyon' da namazdan sonra namaz tesbihatına temasla;

    "Tesbihatta, ´Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahu Ekber' derken kalbi hüşyar bir mü'min o vakitte namaz kılan, ´tesbihat eden milyonlar mü'minler cemaatı arasına manen girer, onlarla beraber söyler. Hatta daha ileri gitse bütün zaman ve mekânlardaki mü'minlerle beraber olarak, ortada Resûl-i Ekrem (a.s.m.) sağında enbiyalar, solunda evliyalar ve bütün mü'minler beraber tesbihat edebilir´ demişti. "Yine birgün, ´Ben namazdan çıkışta (Esselâmü aleykûm ve rahmetullah) dediğimde, sağımda enbiyaları, sol tarafımda evliyaları niyet ederek öyle selâm veriyorum´ demişlerdi.

    "Evet Üstadımız defaatle, ´Benim hayatım intizamla geçmiştir´ derdi. Evet, Üstadımızın hayatı, hatta her 24 saat günlük hayatı intizamlı idi. Gece ibadeti, teheccüt namazı ve mutlaka seher vaktinde uyanık ve tesbihatta ve duada olması daimî idi. Gece evrad okuduktan sonraki dua zamanı çok ehemmiyetli idi. Herhalde o zamanda bir vakti vardı ki, külliyet kesbedip bütün zerrat-ı kâinat namına tesbih ve tahmid ederdi. Gündüz de; yemeği, risale tashihi ve ziyaretçilerle sohbeti vardı ki, hep intizamlı idi.

Sayfa 2/9 İlkİlk 1234 ... SonSon

Benzer Konular

  1. Hz. MUHAMMED MUSTAFA (S.A.V)
    By afşar in forum Sadatı kiram
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 04.07.09, 18:39
  2. Risale-i nur külliyatında mustafa sungur ağabeyimiz
    By Konyevi Nisa in forum Risale-i Nur Talebeliği
    Cevaplar: 4
    Son Mesaj: 30.05.09, 16:32
  3. Mustafa Sungur Abi'nin Tüm Sohbet Videoları
    By SiLa in forum Risale-i sesli, Sohbetler
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 09.10.08, 09:36
  4. MUSTAFA SUNGUR Ağebeyin anlatımı ile Zübeyir Gündüzalp
    By Konyevi Nisa in forum Bediüzzaman Talebeleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 13.07.08, 13:38
  5. Mustafa Sungur Ağabey'den-13.Söz (Hüve Nüktesi)
    By SiLa in forum Risale-i sesli, Sohbetler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 11.07.08, 14:07

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •