Cennet Halen Mevcuttur
Rasûlullâh'ın ashabı, tabiîn, tebe-i tabiîn, sünnet ve hadis ehli hiç istisnasız olarak ve her çağda İslam fakihleri, tasavvuf ve zühd ehli bu inanç ve bu inancı isbat üzere olmuşlardır.
Onlar bu konuda Kitab ve Sünnete ve baştan sona kadar bütün peygamberlere dair tüm haberlerin kesin sonuçlarına dayanırlar. Çünkü peygamberlerin hepsi ümmetlerini Cennete çağırmışlar ve onu haber vermişlerdir.
Kaderiyye ve Mutezile diye bir-şeyler türeyinceye kadar bu inanç devam etmiş, onlar halen yaratılmış bitmiş olduğunu inkar etmişler ve Allah onu kıyamet gününde inşâ ve varedecektir demişlerdir. Onları bu düşünceye sevk eden şey Allah'ın yapacağı işlerde bir metod olarak daima öne sürdükleri şu batıl esasdır: "Allah'ın şöyle yapması yaraşır, şöyle yapması yaraşmaz."
Böylece Allah'ı yaptıkları işler açısından yaratıklarına benzetmiş oldular. Onlar fiillerde müşebbihe (benzeticiler) dirler. Onlara biraz cehmilik (Allah'ın sıfatlarını anlamsız hale getirenler) de girmiş bu sebeble sıfatlarda muattıla (sıfatları etkisiz, anlamsız ve işlevsiz kılanlardan) olmuşlardır.
Onlar şöyle dediler:
"Mükafat gününden önce Cennetin yaratılması abestir. Çünkü uzun müddet muattal kalacaktır, içinde sakinleri olmadan durup duracak. Malum ki bir padişah bir büyük konak hazırlasa, içine rengarenk yiyecekler, aletler ve işe yarar şeyleri koysa ve insanları içine sokmayıp muattal bıraksa ve uzayıp giden çağlar boyu bu böyle devam etse padişahın yaptığı bu iş hikmete uygun bir iş olmaz, akıl sahipleri de itiraza bir yol bulmuş olurlar."
İşte onlar böyle diyerek Rab Teala'ya bozuk akılları ve batıl görüşleri ile sınır getirdiler. O'nun işlerini kendi işlerine benzettiler. Asıl diye ortaya koydukları, (Allah'ın şöyle yapması yaraşır şöyle yapması yaraşmaz) esaslarına aykırı düşen ayet hadis vesaireyi de ya reddettiler veya anlam ve konumundan kaydırdılar. Kendilerine bu bâbta karşı çıkanları da sapık ve bid'atçı diye adlandırdılar. Şöyle olması lâzım, böyle olması lâzım diyerek lâzımlara sarıldılar ve gerçek akıl sahiplerini, kendilerine güldürdüler.
Bu sebeble selef inançları arasında Cennet ve Cehennemin yaratılmış olduğu inancı da geçer. Makâlât tarzı eser verenler, bu inancın sünnet ve hadis ehlinin inancı olduğunu, bu konuda hiç ihtilaf etmediklerini zikrederler.
İmâm Ebû'l-Hasen el-Eş'arî, "Makâlât el-İslâmiyyin ve'htilâf el-Musallîn" isimli kitabında şunları söylemiştir:
Eş'ari'nin Ehl-i Sünnet İtikadına Dair Sözleri
Ashâb-ı hadisin ve ehl-i sünnet'in üzerinde bulundukları inanç ve itikadın özü ve özeti şudur:
Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, rasüllerini, Allah katından gelenleri, güvenilir ravîlerin Rasûlüllah'dan Sallallahu Aleyhi ve Sellem aktardıkları şeyleri, hiçbirini reddetmeksizin ikrar etmek, Allah'ın tekbir, ilah, ferd ve samed olduğunu, eş ve çocuk edinmediğini, Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğunu, Cennet ve Cehennemin hak olduğunu, kıyametin hiç şüphesiz geleceğini, Allah'ın kabirdekileri dirilteceğini kabul etmektir.
Onların öz inancına göre Allah Tealâ arşı üzeredir. Nitekim:
"Rahman arşa istiva etmiştir"(Taha: 5) buyurmuştur.
O'nun keyfiyeti bilinmez iki eli vardır. Nitekim:
"iki elimle yarattığıma" (Sâd: 75)
"Bilakis O'nun iki eli açıktır" (Maide: 64) buyurmuştur.
O'nun keyfiyeti bilinmez iki gözü vardır. Nitekim:
"Gözlerimiz altında akar" (Kamer: 14) buyurmuştur.
Onun yüzü vardır. Nitekim:
"Rabbinin celâl ve ikram sahibi yüzü ebediyen kalacaktır" (Rahman: 27) buyurmuştur.
Allah Tealâ'nın bütün isimleri hakkında, Mu'tezile ve haricîlerin dediği gibi onlar Allah'ın isimleri O'nun gayridir dememişler, Allah'ın bir ilminin olduğunu ikrar etmişlerdir. Nitekim Allah:
"Onu ilmiyle indirdi" (Nisa: 166) ve
"her dişinin gebe kalması da doğurması da O'nun bilgisiyledir" (Fatır: 11) buyurmuştur.
İşitme ve görme sıfatlarını kabul etmişler, Mu'tezilenin yaptığı gibi bunları Allah'dan nefyetmemişler. Allah için kuvvet sıfatını kabul etmişlerdir. Nitekim Allah:
"görmüyorlar mı onları yaratan Allah onlardan daha çetin kuvvet sahibidir" (Fussilet: 15)
Ve Onlar, yeryüzünde her hayır ve her şer, ancak Allah'ın dilemesi ile olur, herşey Allah'ın iradesiyle olur, demişlerdir. Nitekim Allah:
"Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz" buyurmuştur. (İnsan: 30)
Nitekim müslümanlar da Allah dilerse olur, dilemezse olmaz derler.
Ashâb-ı hadîs ve ehl-i sünnet yine:
Hiç kimse, yapacağı işin zamanı gelmeden o işi yapamaz, hiç kimse Allah'ın ilminden dışarı çıkamaz, hiç kimse Allah'ın yapamayacağını bildiği bir şeyi yapamaz demişler.
Allah'tan başka bir yaratıcı olmadığını, kulların işlerini yaratamayacaklarını, Allah Tealâ'nın müminleri, taatine muvaffak kıldığını, kafirleri yardımsız bırakıp mü'minlere lütfettiğini, onların yüzlerine bakıp onlara ıslâh ve hidayet verdiğini, kafirlere lütfetmediğini, onları ıslâh ve hidayet etmediğini, onları, Allah ıslah etse salih, hidâyet etse mühtedî olacaklarını, aslında Allah'ın kafirleri ıslâhı onlara lütfetmeğe kadir olduğunu, o zaman onların mü'min olacaklarını fakat Allah'ın ilmi üzere, onların kafir olmalarını istediğini, onları yardımsız bırakıp saptırdığını, kalblerini mühürlediğini ve her hayır ve her şerrin Allah'ın kaza ve kaderi ile olduğunu ikrar etmişlerdir.
Onlar yine, Allah'ın kaza ve kaderine, hayrına, şerrine, acısına tatlısına inanır, kendi nefisleri için Allah'ın diledikleri dışında hiçbir fayda ve zarara kadir olmadıklarına Allah'ın buyurduğu şekilde iman ederler.
(Allah, "De ki, Allah'ın diledikleri dışında kendim için ne faydaya ne zarara sahip değilim." (A'raf, 188) "De ki, Allah'ın diledikleri dışında kendim için ne bir zarara ne bir faydaya sahip değilim." (Yunus, 49) ve "kendileri için bir fayda ve zarara kadir değildirler" buyurmuştur. (Furkan, 3)
İşlerini Allah'a havale eder, her zaman ve zeminde Allah'a muhtaç olduklarını kabul ederler. Kur'an okunsa da okunmasa da Allah'ın yaratılmamış kelamıdır, derler. Okununca kelamdır veya okunmayınca kelâmdır, diyenler onlara göre bid'atçıdır. Kur'an'ı okumak yaratılmıştır veya yaratılmamıştır gibi laflar edilmez. Onlar, Allah'ın dolunay gecesi ayın görüldüğü gibi, kıyamet gününde göz ile görüleceğini, O'nu mü'minlerin görüp kâfirlerin görmeyeceğini çünkü onların Allah'dan perdeleneceklerini söylerler.
Nitekim Allah Tealâ:
"Asla. Onlar o gün Rab'lerinden perdelenmişlerdir" (Mutaffifin: 15) buyurmuştur.
Ayrıca Musa Aleyhisselam'ın, Allah sübhânehü ve tealâ'dan, O'nu dünyada iken görmek istediğini, Allah'ın dağa göründüğünü ve onu paramparça ettiğini, böylece Allah'ın Musa'ya, kendisini dünyada değil âhirette göreceğini bildirmiş olduğunu ifâde ederler. Onlar ehl-i kıble olan hiç kimseyi zina, hırsızlık gibi işledikleri büyük günahlardan dolayı kâfir saymazlar, bu gibiler taşıdıkları iman sebebiyle mü'mindirler, isterse büyük günahlar işlemiş olsunlar.
Onlara göre iman, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, rasüllerine, hayrı ve şerri, acısı ve tatlısı ile kadere inanmak, başlarına gelmeyecek bir musîbetin gelmesinin, gelecek bir musibetin de gelmemesinin mümkün olmadığına iman ederler.
İslam ise, kişinin, hadisde geçtiği üzere; "Allah'dan başka ibadete layık hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın rasülü olduğuna" şehadet etmesidir.
(Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
"İslâm, Allah'dan başka ibadete layık hiçbir ilâh olmadığına Muhammed'in Allah'ın rasülü olduğuna şehadet etmendir" buyurmuştur. Müslim, İman: 8. Beyân el-İman ve'l-İslâm babı.)
Ashab-ı hadis ve ehl-i sünnete göre İslam, imandan ayrıdır.
Onlar, Allah'ın kalbleri değiştirdiğini, Rasûlulâh'ın şefaat edeceğini ve bu şefaatin ümmetinden büyük günah işleyenler için geçerli olduğunu, kabir azabını ikrar eder.
Havz (-ı kevser) haktır, sırat haktır, ölümden sonra dirilmek haktır, Allah'ın kullarını hesaba çekmesi haktır, Allah Tealâ'nın önünde durmak haktır, der.
İmanın hem söz hem iş / amel olduğunu, artıp eksildiğini tasdik eder, yaratılmıştır veya yaratılmamıştır demezler.
Allah'ın isimleri, Allah'tır (isim ve müsamma ayrılığı yoktur) derler.
Büyük günah işleyenlerden hiç kimse için bu kesin cehennemlik, muvahhidlerden hiç kimse içinde bu kesin Cennetlik demezler. Ta ki Allah Tealâ onları dilediği menzileye koysun diyerek bu iş Allah'a aittir, dilerse onlara azab eder dilerse onları bağışlar derler. Rivayetlerde geldiği üzere onlar, Allah'ın muvahhidlerden büyük bir gurubu ateşten çıkaracağına inanırlar.
Sahih rivayetlere ve güvenilir ravilerin dindarı dindarından olmak üzere tâ Rasûlullâh'a dayanan haberlere teslimiyet göstererek dinde lüzumsuz tartışma ve çekişmeleri, kader hususunda kavga gürültü etmeyi, münazaracıların çekişip tartıştıkları şeyleri reddeder, nasıl ve niçin demeden kabul ederler. Çünkü nasıl ve niçin demek bid'attir.
Allah Tealâ, şerri emretmemiş yasaklamış, hayrı emretmiştir, şirki (yaratmayı) murâd etmişse de ondan razi değildir, derler.
Peygamberin ashabı olsunlar diye Allah'ın seçtiği Selef (-i sâlihîn) in hakkını gözetir, onların faziletlerini alır, aralarında patlak vermiş küçük büyük şeyleri dillerine dolamaz.
Ebu Bekri sonra Ömer'i sonra Osman'ı sonra Alî'yi Radıyallahu Anhu önde görür, onların râşid ve hidayete erdirilmiş halifeler ve Rasûlullâh'dan Sallallahu Aleyhi ve Sellem sonra insanların en faziletlileri olduklarını ikrar ederler.
Hadislerde Rasûlullâh'dan Sallallahu Aleyhi ve Sellem geldiği üzere, O'nun:
"Allah dünya semâsına nuzûl eder ve istiğfar eden var mı der?" şeklindeki sözlerini olduğu gibi kabul ederler.
(Müslim: 758'de, "Allah, bekler. Nihayet gecenin ilk üçte biri geçince dünya semâsına nüzul eder (iner) ve var mı istiğfar eden, der" şeklindedir.)
Kitap ve Sünnet'e sarılırlar. Nitekim Allah:
"Herhangi bir şeyde anlaşamazsanız O'nu Allah'a ve Rasûle havale edin" (Nisa: 59) buyurur.
Din imamlarından önceden gelip geçenlere tabî olmak, dinleri içinde Allah'ın izin vermemiş olduğu bir şeye uymamak gerektiği görüşündedirler.
Allah'ın kıyamet günü geleceğini ikrar ederler. Nitekim Allah:
"Rabbin melekler sıra sıra dizilmişken geldiği zaman" (Fecr: 22) buyurmuştur.
Allah'ın mahlukatına dilediği gibi yaklaştığını kabul ederler. Nitekim O:
"Biz ona şah damarından daha yakınız" (Kâf: 16) buyurmuştur.
Onlar her iyi ve kötü "berr ve facir" imam arkasında bayramları, cumalarını kılar, cemaata riayet ederler.
Mestler üzerine mest etmek Sünnettir, yolcu iken de değilken de mest edilir derler.
Müşriklerle cihad etmenin Allah'ın peygamberini Sallallahu Aleyhi ve Sellem göndermesinden başlayıp Deccâl ile savaşacak son İslam ordusuna değin sürecek bir farz olduğunu bilirler.
Onlara göre, müslümanların imam (halife) lerine salah ile dua edilir, onlara karşı çıkıp kılıçla savaşılmaz. Onlar fitne zamanında savaşmazlar.
Deccalın çıkacağını ve Meryem oğlu İsa'nın onu öldüreceğini tasdik ederler.
Münker ve Nekir'e, miraca, rüyada [Rasûlullâh'ı Sallallahu Aleyhi ve Sellem] görmeye müslümanların ölülerine yapılan duaların ve onlar adına verilen sadakaların onlara ulaştığına inanırlar.
Yeryüzünde sihirbazların bulunduğunu, sihirbazın Allah Teala'nın dediği gibi kafir olduğunu ve sihrin dünyada mevcut bir gerçek olduğunu kabul ederler.
(Allah Teâlâ: "Sihir yapanlar felah bulmazlar" (Yunus: 77) ve "sihir yapan nereye varsa iflah olmaz" buyurmuştur. (Taha: 69)
Peygamber ise:
- "Yedi helak ediciden sakının" buyurdu.
- Ya Rasulallah nedir onlar, diye sordular. Buyurdu ki:
- "Allah'a şirk koşmak, sihir yapmak..." (Buharî, V, 393; Müslim: 89)
Onlara göre ehl-i kıble'den mü'min ve facir ölen herkesin namazı kılınır.
Cennet ve Cehennem yaratılmış bulunmaktadır.
Ölen eceli ile ölür, öldürülen de eceli ile öldürülmüştür.
Rızıklar Allah Teala tarafındandır. O helal rızıktan da haram rızıktan da kullarını rızıklandırır.
Şeytan insanlara vesvese verir, şüpheye düşürür ve çarpar.
Salih insanlara Allah'ın kerametler vermesi bu kerametlerin onlarda zahir olması caizdir.
Sünnet, Kur'an ile nesh olmaz.
Çocukken ölenlerin işi Allah'a kalmıştır. Dilerse onlara azab eder, dilerse, başka dilediği bir şeyi yapar.
Allah Teala kulların ne yapacaklarını bilmiş, bu yapacakları olacaktır diye yazmıştır.
Bütün işler Allah Tealâ'nın elindedir.
Allah'ın hükmüne sabretmek, Allah'ın emrine yapışmak, yasaklarından kaçınmak, Allah'a halisane amel yapmak, müslümanlara samimi ve içten davranıp nasihat etmek onların yoludur.
Onların dini, abitler içre Allah'a ibadet etmek, İslam cemaatine sarılmak ve itina göstermek, büyük günahlardan, iftiradan, isyandan, övünmekten, kibirden, başkalarını küçümseyip kendini beğenmekten kaçınmaktır.
Bid'atlere çağıranlardan uzaklaşır. Kur'an okumak, hadis ve haberleri yazmak ve fıkıh okumakla meşguldürler. Bunları yaparken, mütevazi, alçak gönüllü, güzel ahlaklı, iyilik yanlışıdırlar, eziyet etmez, gıybet, kovuculuk yapmaz, her işe burun sokup elin ne yiyip ne içtiğini tecessüs etmezler.
İşte bütün bu sayılanlar, onların daima benimsedikleri, hayatlarına aktardıkları ve insanlara emrettikleri şeylerdir. Biz de onların zikrettiğimiz bu görüşlerine de sahibiz. Bu görüşlerin doğruluğundan yanayız. Muvaffakiyetimiz ancak Allah iledir. O bize yeter, ancak O'ndan yardım ister, O'na tevekkül ederiz. Dönüş yalnızca O'nadır.
(Eş'ari'nin sözleri burada bitti.)
Bizim asıl maksadımız, tüm ehl-i sünnet ve ehl-i hadisden Cennet ve Cehennemin yaratılmış olduğu şeklindeki görüşlerini aktarmaktır. Ancak O'nun (Eş'ari'nin) bütün söylediklerini aktardık ki bu kitabımız, mezkur müjdeyi (Cennet müjdesini) gerçekten hak edenler kimlermiş, bunun bilinmesi esasına dayansın ve herkes bilsin ki yukarıdaki görüşlere sahip olanlar Cennet müjdesine layık olanlardır.
Başarı Allah iledir.