***
DIŞARDA
Points: 5.436, Level: 47
Level completed: 44%,
Points required for next Level: 114
Overall activity: 0%
Achievements

üç Aylara Hazir Olmak Ve Iman-ibadet-ahlak Bütünlüğü
Alemlerin Rabbi olan Allah'a sonsuz hamd-ü senalar olsun. Kendisine Kur'an gibi eşiz bir mucize verilen Muhbir-i Sadık Rasûlullah Efendimize, âline, ashabına ve ehlibeytine salât ve selam olsun.
Recep ve Şaban gibi feyiz ve bereketle dolu günleri beklerken, Ramazan-ı Şerife kavuşma arzusu da gönüllerindeki sevgi ve imanlara kuvvet vermektedir. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, Ramazan ayının evvelinde "Allah'ım Recep ve Şabanı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan ayına ulaştır." diyerek dua eyler ve bu rahmet dolu aya kavuşmayı Rabbimizden isterdi. Bizlerde inşallah, ağustos ayının, yani bu ayın sün günlerinde feyiz ve bereketle dolu günler olan ÜÇ AYLARA gireceğiz.
Bu bereket dolu günlerden hakkıyla istifade etmek için, henüz bu günler gelmeden hazırlık yapmalı ve bu aylardan hakkıyla istifade etmek için Rabb’imizden niyazda bulunmalıyız.
Unutmamalıyız ki üç aylara hazırlıksız yakalanmak Receb-i Şeriften gerektiği gibi istifade edememeye sebep olabilir. Rebeb-i Şerifin bereketinden iyi istifade edememek de Şaban ayından, Şaban ayından hakkıyla yararlanamamak Ramazandan, Ramazandan hakkıyla faydalanamamak da Günlerin en şereflisi olan Kadir Gecesinde inzal olan tüm fuyuzât-ı ilâhîden gafil olmaya, o kutlu günden bîhaber olarak sabahlamaya sebep olabilir. Şu halde amellerimize dikkat etmeli, hem rûhen hem de bedenen, her gün kadir gecesi imiş gibi çalışarak hazırlık yapmalıyız.
Hz. Allah'ın mutlak rehber olarak gönderdiği Hz.Kur'an Ramazan ayında inmiştir. Kur'an'ın indiği geceye Kadir gecesi denir ki, kadri yüce bir gecedir. Bu ayda alemin Kur’anla şereflenmesiyle beraber, Rasûlullah Efendimizin de risâlet görevi fiilen başlamıştır. Kur'an-ı Kerim'in indiği zamanda Arap toplumunun yaşantısı çok bozulmuş ve kız çocuklarını diri diri toprağa gömecek kadar duyarsızlaşmıştı. Peygamber (s.a.s.) Efendimizin risâletiyle beraber ilahi emirler insanların, Allah'a isyanla kararmış gönüllerini hidayet nuruyla, aydınlığa gark etmiştir. Gönüllere doğan bu nur öyle bir kuvvettedir ki o nur, bu alemde, bir misli daha gelmeyecek ve yaşandığı döneme "asr-ı saadet" isminin verilmesine sebep olacak bir topluluğun meydana gelmesini sağlamıştır.
Rasûlullah Efendimizin "Ümmetimin en hayırlısı bana en yakın olandır."(1) hadis-i şerifi onların üzerinde tecelli etmiştir. Yine Peygamber (s.a.s.) Efendimizin lisanıyla “Ashabım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine tabi olursanız hidayeti bulursunuz.”(2) iltifatına mahzar olanlar da yine onlar olmuşlardır.
Öyleyse düşünmek gerekir ki, insanlıktan bu kadar uzak bir toplumu, insan olmanın kemâlâtına ulaştıran bu ilahî değerler nelerdir? Bu değerlerden ne kadarını, ne kuvvette yaşayabiliyoruz?: Bütün iç ve dış güzellikleri üzerlerinde toplayan ashabın vasıfları; iman, ibadet, ihlas ve güzel ahlaktır. İşte bu hususta Cenâb-ı Hakk Asr Sûresinde buyuruyor ki:
“Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” Hüsrana uğrayan insanlar güruhundan, kurtuluşa erenlerin safına geçenler, işte bu ayetlerdeki vasıfları taşıyan bahtiyarlardır.
Kısa bir sûre olan Asr Sûresi hakkında: “Kur’andan, Asr Sûresinden başka bir sûre nazil olmasa idi, bu sure insanlara yeterdi.” Buyurmuştur. İmam-ı Şafii Hazretlerinin bu sözü, bu sûre-i celîle’nin taşıdığı anlam ve hikmet kuvvetini anlamada bize ışık tutmaktadır. Asr Sûresinin 3. Ayet-i celilesinden de anlaşıldığı gibi insana ilk gereken şey imandır. Şirkten uzak, tevhid akidesi üzere, kuvvetli bir iman, ilk ve en önemli unsurdur. Çünkü iman insanı ebedî azaptan kurtaran tek çaredir. İnsan hangi vasfın ve ahlakın sahibi olursa olsun, iman kendisinde olmadığı müddetçe ebedi azaptan kurtulması mümkün değildir.
Rasûlullah Efendimizin amcası Ebu Talip; müşriklere karşı her şeyi ile Rasûlullah Efendimize yardım etmiş ve Peygamber (s.a.s.) Efendimizde onu çok sevmiş olmasına rağmen iman etmediği için ebedi azaptan kurtulamayacaktır.
İmana şüphe ve noksanlık gibi illetlerin müptela olması imanın zayi olmasına sebeb olur. Bu haldeyken insan hangi hal üzere amel ederse etsin bu amellerin Hz. Allah’ın nezdinde hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü amellerin kabulü imanın mevcudiyetine ve sıhhatine bağlıdır. Cibril hadisi olarak bilinen hadis-i şerifte Peygamber (s.a.s.) Efendimize: “İman nedir?” diye sorulduğunda Efendimiz (s.a.v): “İman Allah’a, Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, Ahiret gününe, Kaza ve Kadere, Hayrın ve şerrin Allah olduğuna inanmaktır.” buyurdular.(3)
İman: kalben Allah’ın varlığına ve birliğine onun ezeli ve ebedi oluşuna, öldüren ve dirilten, yaşatan ve rızık veren, gizli ve aşikar her şeyi hakkıyla bilen, ilmi ve kudretiyle bütün mahlukatı kuşatan, yarattıklarını takdiri üzere muhafaza eden, bütün kemal sıfatlarla muttasıf olup noksanlıklardan uzak olan ve mutlak adaletin sahibi olup kullarını din gününde hesaba çeken, bütün mahlukatın halık’ı ve sahibi olan ve benzeri bulunmayan Hz. Allah’a tam bir teslimiyettir. Bu teslimiyetin Kur’an lisanıyla tasdiki ise Bakara suresinin 131. ayetinde şöyle ifade edilmektedir:
“Rabbi ona(İbrahim’e) İslâm(teslim) ol dediği anda, O: ‘Alemlerin Rabbine teslim oldum.’ Demişti.” İbrahim (A.S)’ın lisanından dökülen; “Alemlerin Rabbine teslim oldum.” Sözü Kur’anî bir ifade olurken böylece imanındaki samimiyetiyle de inananlara güzel bir örnek olmuştur. Mü’min ancak bu tasdik ve samimiyetle nefsanî hezeyan ve şeytanî iğvalardan necat bulup rahmanî yaşantıya kavuşabilir. Sahabe-i Kiramın gönlünde bu kuvvetle yer bulan, onları içinde bulundukları toplumun çirkinliklerinden Allah’a imanın güzelliklerine ulaştıranda işte bu teslimiyettir.
İman öyle bir nimettir ki; imanın olduğu kalp, imanın olmadığı kalbe göre ölüye nisbetle diri gibidir. Asr suresinde de zikredildiği gibi iman, evvel ve asıldır. Fakat; fanusu olmayan kandil misali imanı muhafaza etmez isek, bu nimetin(iman) güzelliklerinden mahrum kalırız. Bu da sahih iman ile Allah’a itâat ekmek, onun emir ve yasaklarında hassasiyet göstermekle mümkündür. Zaten ibadet ve tâat Allaha imanın gereği ve mutlak neticesi olmalıdır
Mekke döneminde zayıf gönülleri imanla takviye eden, ayetleriyle imanları tezyin eden Cenâb-ı Hakk, Medine döneminde de artık, îmânen kemale ve kuvvete kavuşturduğu Müslümanlara, amelî yükümlülükler getiren emirlerini inzal buyurmuştur. Görüyoruz ki ameller, imanın varlığı ve kuvveti üzerine bina edilirler. Îmanî meselelerde canından bile vazgeçecek erdemi bulan Sahabe-i Kiram efendilerimiz ibadet hususunda da bu erdemden geri kalmamıştır. Onlar Allah’ın emirlerine “Azı dişleri ile tutar gibi sarılmışlardır.”(4) “O Sahabeler ki; Geceleri Kur’an okumaktan, Allah için göz yaşları dökerek kanlanmış ve şişmiş gözlerle, yapılan zikirlerden dolayı, saçları başları dağınık olduğu halde sabah namazı için mescide gelirlerdi.” Sözleri ile tanıtılmışlardır.
Kur’an ayetlerini onar onar okurlar, uygularlar, sonra da diğer on ayete geçerlerdi. İçinde bulundukları yokluklara, çektikleri sıkıntılara rağmen ibadet ve tâatlarında bir gevşeme olmazdı; ama onlar; “Allah onlardan razıdır, onlar da Allah’tan razıdır.” (5). İlahi fermanı ile müjdelenecek kadar Cenâb-ı Hakkın yanında da itibar sahipleri idiler.
Bugün Müslümanlar olarak en büyük eksiğimiz ve bizi Sahabelerden ayırt eden en önemli hususlardan biri, Cenâb-ı Hakkın emirlerine karşı onlar kadar duyarlı olmamamızdır. İçinde yaşadığımız dünyada meydana gelen olayları, sebeplerin kuvveti ile cereyan ettiğini zannediyoruz halbuki basiretten uzak olan gözümüz sebeplerin Hâlık’ı olan, gerçek müsebbibi görememektedir. Bu da Kur’anda bir çok ayette de vurgulandığı gibi, imanla Salih amel birlikteliğinden uzak oluşumuz sebebiyledir.
Cenâb-ı Hakk Kur’an-ı Kerim’de: “Namaz muhakkak ki kötülükten alı kor.”(6) buyuruyor. Habib-i Kibriya Efendimiz; “Orucun kötülüklerden koruyan bir kalkan olduğunu, zekatın kazanılan maldan kiri götürdüğünü, sadakanın felaketlerin önüne perde olduğunu.”(7) bildirerek ibadetlerdeki hikmetleri gözlerimizin önüne sermektedir. Bu vesile ile de bizleri bu emirleri yerine getirmeye teşvik etmektedir. Peygamber (s.a.s.) Efendimizin hayatını incelediğimiz zaman onun örnek hayatının her kesiminde Allah’a itâat halinde olduğunu görüyoruz. Sahabe-i Kiram da onu örnek almıştır. Çarşıda, pazarda, evde, çalıştığı tarlada, onlar da daima ibadet hallerini sürdürmüşlerdir.
İbadetteki bu devamlılık onların itâat hayatını her an canlı tutmuştur.
Cenâb-ı Hakkın emrettiği ibadet ve tâatta kulun dünya ve ahiret saadetini temin edecek ilahî güzellikleri mevcuttur. İbadetlerin tesiri ile bütün azalarımız da Allah’a itâat eder. Kalp her an Allah’ın ismini hatırlar. Eller harama uzanmaz, gözler harama ilişmez, dil Hakkı ve hayrı söyler… Bu şekilde bütünleşen iki güzel nur (İman ve ibadet) neticesinde imanın kemali olarak Rasûlullah Efendimizin bildirdiği güzel ahlak meydana gelir. Efendimiz (s.a.v)’in “Müminlerin İman bakımından en üstünü ahlakı en güzel olanıdır”(8) hadisi, iman ve ahlak ilişkisini gösterme bakımından büyük önem taşır.
Anlaşılıyor ki imanın kuvveti ile ahlakın güzelliği doğru orantılıdır. Buradaki ahlakî güzellikten maksat İslâm’ın emirlerine tabi olma neticesinde elde edilen ahlaktır. Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Mubînde: “Muhakkak ki sen büyük bir ahlak üzeresin.” (9) buyururken insanlığa da, Rasûlullah Efendimizin şahsında övdüğü İslâm ahlakını örnek vermiştir. O yüzdendir ki Kur’an’da işaret edilen ve övülen Rasûlullah Efendimizin ahlakı ile hareket edildiğinde ancak yukarıda işaret ettiğimiz “iman-ibadet birlikteliği ve sonrasında da İslâm ahlakı” oluşmuş olur. Bu ahlakı yaşarken, insan olmanın gereği olarak zaman zaman düştüğümüz yanlışlıları, “hata ve kusurlarımız kendimizden, İyilikler Allah’tandır” düsturuna göre anlamalıyız.
Bugün tarihte yerini almış nice Salih Mü’minde görülen öncelikli vasıf, onun güzel ahlakıdır. Çünkü insan olarak onların kalplerindeki imanı ölçmemiz mümkün değildir. İbadetlerde de durum böyledir. Gizli ve âşikar yapılan ibadetlerin iç alemini en doğru bilen yalnızca Hazreti Allah’tır. Öyle ise bize malum olan kısmı, o Salih Kimsenin yaşadığı ahlakî kemâlâtıdır. Kur’an ve sünnet’e uymaktan aldığı bu ahlakının güzelliğini fiili yaşantısına da aksettirmesiyle de, bizler onun imanının kuvvetli oluşuna kanaat getirebiliriz. Çünkü Efendimiz (s.a.v)’in şu hadis-i şerifi, bu gerçeği ortaya koymaktadır.” DİN GÜZEL AHLAKTIR.” (10)
Ve’s-Selâmü alâ men ittebea’l-Hüda
Kaynakça:
1. Canan K.Sitte C:13, S:509.
2. Beyhâkî’den, Benzer bir rivayet için Bkz. Müslim,Fedâilü’s-Sahâbe, 207.
3. Lü’lü-ü vel’ mercân, Kitabü’l-îman.
4. Terğib Ve Terhib, c.1, s.96, H.no: 1.
5. Beyyine/8.
6. Ankebut/45.
7. Terğib Ve Terhib, Kitabü’s-Savm, c.2.
8. Terğib Te Terhib, c. 5, Kitabü’l-Edeb, H.No: 36.
9. Kalem/4.
10. Buhârî, Edeb 39.
Muzaffer YALÇIN hocaefendi'den alıntıdır...
Mü'minler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir. AZHÂB 33/23