***
DIŞARDA
Points: 6.719, Level: 53
Level completed: 85%,
Points required for next Level: 31
Overall activity: 0%
Achievements

Haramın Dereceleri:
. Dürüst (adil) müminlerin sakındığı haramlar:
Bunlar Fıkıh ve Fetvâ kitaplarında haram olduğu kaydedilen şeyler ve davranışlardır. Bunlardan sakınanlara "adl" (cem'i "udûl"), sakınmayanlara "fâsık, günahkâr, âsî" denir, Ve bunlar için kısmen dünyada, kül halinde âhirette verilecek çeşitli cezalar vardır. Ancak bu madde içine giren haramlar da kendi aralarında derecelenir. Meselâ akdin bazı şekil şartlarına riâyet edilmeden alınan mal haramdır; ancak kuvvete dayanılarak gasbedilen malın haramlığı daha şiddetli, faizin haramlığı ise daha eşeddir. Bu şiddetin ölçüsü, haram kılan naslarda kullanılan üslûba, karşılığında verileceği bildirilen cezaya bağlıdır. Hatta aynı dereceye giren haram bile bazı sebeplerle hemcinsi olan diğerlerinden ayrılabilir: Meselâ bir fakir, bir iyi insan, bir yetimden haksızlıkla alınan malın haramlığı; güçlü, zengin, ahlâksız bir kimseden alınana göre daha ağırdır.4
2. Sâlih kulların sakındığı şeyler:
Müftüler kaideye ve zahire bakarak ruhsat verdikleri, caiz ve helâldir dedikleri halde haram ihtimali ve şüphesi bulunduğu için iyi (sâlih) kulların sakındığı şeyler vardır:
a) Şüphe kuvvetli, haram ihtimali gâlip ise onu haram kabul etmek gerekir.
b) Helâl ihtimali gâlip ise onu helâl saymak gerekir; zayıf bir ihtimal ve şüphe yüzünden çekinmek insanı vesveseye götürür; vurduğu bir avı "belki bunu birisi yakalamış, sahip olmuştur da sonra onun elinden kaçmıştır" diye yemeyen kimsenin hali vesvesedir.
c) Kaçınmak, uzak durmak gerekli olmamakla beraber müstehab ve iyi olan şüpheli durumlar vardır ki Resûl-i Ekrem'in (s.a.v.): "Sana şüpheli geleni bırak, şüpheli gelmeyeni al!"5 buyruğu buna işarettir. Ancak burada kaçınmak müstehab olduğuna göre işlemek ve kaçınmamak haram değil, tenzihen mekruh olur. Bu sebepledir ki Rasûlullah (s.a.v.), Adiy b. Hâtim'e "Av köpeği, yakaladığı avdan yemiş ise sen onu yeme; çünkü korkarım köpek onu kendisi için yakalamıştır." derken, Ebû Sa'lebe'ye "ondan ye" buyurmuş, muhâtabının, "ya köpek o avdan yemişse?" süaline de "yese bile" cevabını vermiştir.6
Çünkü -Gazzâlî'nin deyişi ile- Ebû-Sa'lebe fakir olduğu için bu ölçüdeki titizlik ve çekinmeye tahammül edemiyecektir; halbuki Adiyy'in durumu buna müsaittir.7
İbn Sîrin, kalbine bir şüphe geldiği için dört bin dirhemi ortağına bırakmış, âlimlerin "alabilirsin" demelerine rağmen böyle hareket etmeyi tercih etmiştir.
3. Müttakilerin kaçındığı şeyler ve davranışlar:
Bu derecedekilerin uzak durdukları şeyler içinde şüpheli olan ve hakkında haramdır fetvâsı bulunanlar vardır; ayrıca takvâ sahibi kul, ihtiyata riâyet olsun ve nefis haram konusunda gevşekliğe alışmasın diye bazı şeyleri yeyip içmeyi, bazı davranışlarda bulunmayı terketmektedir. Nitekim Hâtemu'l-Enbiyâ (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Mahzurlu olana düşmek korkusuyla mahzursuz olanı da terketmedikçe kul, müttakiler derecesine ulaşamaz."8 Hz. Ömer'in de "Harama düşmemek için helâlin onda dokuzunu bıraktığımız olurdu" dediği rivâyet edilmiştir.
4. Sıddıkların haramı:
Nihayet ortada hiçbir şüphe, harama düşme korku ve ihtimali bulunmadağı halde ya elde ediliş yolunda kerahet bulunduğu için, yahut da Allah'a ibâdet ve O'nun rızâsını elde etme mânası taşımadığı için terkedilen şey ve davranışlar vardır ki bu dereceleri terk ancak sıddıyklerin kârıdır. Bu derecede bulunan Allah kulları yalnızca haram ve mekruhlardan değil, nefislerine ait mübah zevk ve isteklerden de sıyrılmışlardır; onların her hareket ve duruşları Allah içindir; yaşamalarının tek mâna ve sebebi de O'na kulluk edebilmektir. Bunlar kendilerine, ibâdet çerçevesine girmeyen şeyleri haram kılmışlardır. Yahyâ b. Kesir bir ilaç içmiş, eşi de ona, ilacı hazmetmesi için evin içinde biraz gezinmesini tavsiye etmişti; şu cevabı verdi: "Otuz yıldır kendimi kontrol eder, hesaba çekerim; böyle bir gezinmenin (ibâdet sayılabileceğini, Allah'ın rızasını tahsile yarayacağını) bilemiyorum." Meşhur sofilerden Serî de bir gün, bir dağ başında bir miktar (insanların yiyebildiği) ot yeyip, bir kaynaktan da şu içtikten sonra şöyle demişti: "Eğer bir gün helâl ve temiz bir şey yedim içtimse o gün işte bu gündür." Sahibi görünmeyen bir ses ona şöyle cevap verdi: "Seni bu dağın tepesine kadar getiren gücü hangi rızıktan elde ettiğini biliyor musun?"9
Yalnız Allah'a kulluk etmek, şirkin açık ve gizli bütün nevilerinden kurtulmuş olmak, tasarruflarında nefsin nasibini ortadan kaldırmak has kulluktur ve bu kulluk, rütbe, devlet ve saâdetlerin en büyüğüdür. Bu saâdet ülkesine doğru yol alanların gözü sıddıkların derecesinde olmalı, ayağı ise ilk dereceden aşağıya kaymamalıdır
5- Haram konusunda hile de haramdır:
Bir yolunu bularak, kitabına uydurarak veya ismini değiştirerek haramı işlemek, sorumluluğu kaldırmaz.; aksine bu yollar ve çareler de haramdır. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.): "Ümmetimden bir gurup başka bir isim koyarak şarabı helâl sayacaktır."16 buyruğu ile buna işaret etmiştir. Müstehcen gösteri, eser ve hareketlere "san'at", faize "sermaye kârı" demek bunları helâl kılmaz.
6- İyi niyet haramı meşrû kılmaz:
İslâm'da niyete büyük önem ve değer verilmiş, "ameller ancak niyetlerle değerlenir"17 buyurulmuştur. İbâdetlerin makbul ve muteber olması niyete bağlı bulunduğu gibi, alelâde ve tabiî işlerin ibâdet sayılması da niyetle mümkün olmaktadır. Helâl yoldan rızık kazanmak niyetiyle çalışmak, harama karşı nefsi dizginlemek maksadıyla eşi ile birleşmek-bu niyetler sebebiyle- ibâdet sayılmaktadır.18
Bütün bunların yanında İslâmın bir prensibi daha vardır: "Vâsıtalar da gâye gibi meşru olacaktır." Maksada ulaşmak için her vâsıtayı caiz gören makyevelist görüşü İslâm kabul etmemiştir. Bunun tabiî neticesi, iyi niyetle güzel bir netice elde etmek için de olsa haram işlemenin caiz olmamasıdır. Câmî yapmak, hayır müessesesi vücuda getirmek... için kumar oynamak, hırsızlık ve faizcilik yapmak.... tecviz edilmemiştir.
Peygamberimiz:
"Allah iyi ve temizdir; ancak temizi (helâli) kabul eder, Allah Peygamberlerine emrettiğini müminlere de emretmiştir. Ve "Ey Peygamberler! Temiz ve helâl olan şeylerden yiyiniz ve iyi işler yapınız; şüphesiz ben ne yaptığınızı bilmekteyim." (el-Mü'minûn: 51)" buyurduğu gibi, "Ey iman edenler! Size rızık olarak verdiklerimden helâl ve temiz olanları yiyiniz" (el-Bakara: 2/172) de buyurmuştur..." dedikten sonra "aylarca yolculuk yapan, saçı-başı dağınık, toz-toprak içinde ellerini semaya kaldırıp: "Ya rab! Ya Rab! diyen, halbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram olan, haram ile gıdalanmış bulunan adamın (hacı adayının) durumunu dile getirerek: "Bunun duası nasıl kabul olunacak?" diyen Peygamberimiz (s.a.v.) bu ifadeleriyle yukardaki prensibe ışık tutmuştur.19
"Haramdan mal kazanmış hiçbir kul yoktur ki bununla yaptığı tasadduk kabul edilsin ve nafaka harcamalarına bereket verilsin! Geride bıraktığı da yalnızca cehenneme yolculuğunda ona azık olur. Şüphesiz Allah Teâlâ kötüyü kötü ile silmez, aksine kötüyü iyi ile siler; nitekim pis de pis olanı temizleyemez." hadisi de aynı hükmü teyid etmektedir.20
8- Zarûretler haramı mübâh kılar:
Haram dairesini oldukça dar tutan İslâm, hayatın beklenmeyen, tabiî ve devamlı olmayan olayları, sıkıntıları ve icbarları karşısında bu çerçevenin de zorlanabileceğini nazar-ı itibâre almıştır. Kullarına daima kolaylık gösteren Mevlâ, başı darda kalan, başka çare bulamayan müslümana, ölçüyü kaçırmamak üzere haramı yeme ve işleme ruhsatı vermiştir.
Boğazlanmadan ölmüş hayvan, kan, domuz gibi haram yiyecekleri zikrettikçe dört sûrede tekrarlanan "... istek göstermeksizin ve ölçüyü kaçırmaksızın başı darda kalan kimse üzerine günah yoktur; şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve rahmet sahibidir." âyeti22 bu esası vâzetmektedir.23
9- Haram, İslâm ülkesi dışında da haramdır:
Bazı muâmele ve şeylerde haram-helâl hükmünün, İslâm ülkesi ile alâkası bulunup bulunmadığı faiz, kumar gibi bazı fâsid muâmele ve yasak fiillerin, İslâm ülkesi dışında caiz olup olmadığı üzerinde durulmuştur.
Bu konuda sıhhatli bir hükme varabilmek için öncelikle şu soruların cevaplandırılması gerekecektir:
a) İslâm ülkesi neresidir?
b) İslâm ülkesi hangi hallerde harb ve küfür ülkesine dönüşür.
c) Harb ve küfür ülkesinde faiz ve kumar gibi şeyler müslümanlar arasında mı, yoksa müslüman ile kâfir arasında mı caizdir?
Fazla teferruâta girmeden bu sorulara cevap vererek neticeye varmaya çalışalım:
a) Daha önce "İslâm ülkesi" olmamış, öteden beri müslüman olmayan milletlerin hâkim olageldikleri bir ülkenin, yahut da İslâm ülkesi vasfını aldıktan sonra bu vasfı kaybetmiş bulunan bir ülkenin İslâm ülkesine dönüşebilmesi için iki kriter üzerinde durulmuştur: Bazı İslâm hukukçularına göre "idare ve hâkimiyet" müslümanların eline geçecektir; diğerlerine göre ise ülkede "İslâmî düzen" hâkim olacaktır.
b) Bir kere İslâm ülkesi vasfını kazanmış bulunan bir ülkenin bu vasfını kaybetmesi için getirilen kriterler-yeniden kazanmaya göre- farklıdır. Bilhassa Moğol istilâsından sonra İslâm hukuk âlimleri bu mesele üzerine eğilmişlerdir. Vardıkları neticeyi hanefi ulemâsından Bezzâz el-Kerderî'nin (v. 827/1424) el-Fetâvâ el-Bezzâziyye'sinden özetleyerek nakledelim (Bulak, 1310, C. VI, s. 310-312):
"Bugün kâfirlerin elinde olan (eski İslâm) ülkeler şüphesiz İslâm ülkeleridir... Kâfir idârecilerin idaresi altında bulunan memleketlerde cuma ve bayram namazlarını kılmak caizdir... Kabul edilmiştir ki illetin (hükmün dayanağı olan vasfın) bir parçası kaldıkça ona dayalı olan hüküm de kalır. Bu ülkelerin Moğol istilâsından önce İslâm ülkeleri olduğuna ihtilâfsız olarak hükmetmiştik. Onların hâkim olmalarından sonra da ezan, cuma ve cemâatle namazın açıkça yapılması, şer'in (İslâmın) gerektirdiği şekilde fetvâ vermek, hükmetmek ve öğretim yapmak, onların idarecilerinin itirazı olmadan yaygın bir şekilde yürütülmektedir. Bu ülkelere harb ülkesi (dâru'l-harb) demenin mesnedi ve delili yoktur. Halvânî (r.h.) şöyle demiştir: "İslâm ülkesi ancak küfür ahkâmının yürütülmesi, İslâmın hiçbir hükmü ile hükm edilmemesi, yerin harb ülkesine bitişik olması, orada hiçbir müslüman ve zımminin-iman etmek veya zımmî olmayı kabullenmekle elde ettikleri ilk can, mal, namus...-güvenliğine sahip olamaması halinde harb ülkesine dönüşür. Bu şartların hepsi birden bulunursa dâru'l-harb olur. Delil ve şartlar birbirine karşı gelir, çelişirse, ihtiyaten İslâm yönü ağır basar; yani İslâm ülkesi olarak kabul edilir...."
c) Bir ülkenin İslâm ülkesi olmadığına, harb ve küfür ülkesi vasfını taşıdığına kesin olarak hükmedilirse orada yaşayan müslümanların iman, ibâdet ve ahlâk hayatlarında, haram-helâl açısından bir değişiklik olmaz; bunlar ile İslâm ülkesinde yaşayan müslümanlar arasında-bu bakımlardan- bir fark yoktur. Harb ülkesinde işlenen suçların şer'î cezalarının aynı yerde verilip verilmeyeceği ihtilâflıdır. Bizim konumuz olan muâmele ve eşyâda haram-helâle gelince:
İmam Ebû-Hanîfe ve Muhammed'e göre kâfirin malı, küfür ülkesinde (dûru'l-harbde) dokunulmaz (ma'sûm) bulunmadığından faizli alış-veriş caizdir. Onlara göre bu bir akit değil, mübah olan bir mala, sahibi olan kâfirin rızası ile ve aradaki ahde riâyetsizlik etmeden el koymaktır. Şu halde o ülke kanunlarının izin verdiği ve anlaşmalara aykırı olmayan bu gibi muâmeleler caizdir.
Ebû-Yûsüf, Mâlik, Şâfi'î ve Ahmed b. Hanbel'e göre bu da caiz değildir. Müslüman dâru'l-harbde de olsa kâfir ile faizli alış-veriş yapamaz.24
Harb ve küfür ülkesinde bulunan iki müslümanın karşılıklı olarak faizli alış-veriş yapmaları ve diğer fâsid (gayr-i meşrû) muâmeleleri, bütün müctehidlere göre haramdır, caiz değildir.25
Bu kaideye pratik bir örnek vermek gerekirse şöyle diyebiliriz: Müslümanların Türkiye'de faiz yemeleri İslâma göre caiz değildir; çünkü bu ülkeye kesin olarak dâru'l-harb denemeyeceğini yukarıda naklettiğimiz ifadeler göstermektedir. Müslümanlar Almanya ve benzeri ülkelerde de faiz yiyemezler; çünkü bu faizde müslümanların da hissesi vardır; bankalarda müslümanların da paraları vardır, faiz müslümanlar arasında cereyan etmiş olur. Mevduat sahiplerinin bu faizleri ne yapacakları bu kitabın son bölümünde açıklanmıştır. Kâfirlerin istilâsı altında bulunan İslâm ülkelerinde yaşayan müslümanların yapmaları gereken husus, bu ülkeleri dâru'l-harb sayarak faiz yemek değil, yeniden müslümanların hâkimiyetini sağlamak için çaba göstermektir.
Leyla Diyen Dilin ,
Mevla Demedikçe ,
Vuslata Eremezsin .
İnsanı Kıble Edinen EYY SEN !
HAKK'A Tapmadıkça ,
Menzile ERiŞEMEZSİN
h@y@t bir uykudur, ölünc€ uyanır insan; s€n €rken davran, ölm€d€n önc€ uyan ......