Dinler (!) arası diyalogda

yanlış anlamalar ve yanlışlıklar


Diyalog taraftarları öncelikle yapıcı olmalı ve en azından ehl–i kitaba
karşı gösterilen müsamaha, anlayış, diyalog ve hoşgörüyü mü'min kardeşlerinden
esirgememeleri gerekir. Diyalog kuracaksak önce kendi din kardeşlerimizle kuralım, hoşgörü göstereceksek önce kendi din kardeşlerimize gösterelim.



CEVABLAMAKTAN KAÇINMADIĞIMIZ SORU
"Diyalog karşıtlarının cevaplamaktan kaçındıkları bir konu...
Neden cevaplayamıyorlar?
Eleştiride üslup ve edep çizgisini korumadan, Fethullah Gülen Hocaefendiyi ve bu camiayı, tekfir edecek kadar, kendi İslâmî hayatlarını riske atan, hasetleri imanlarının önünde olan kardeşlerimize, biz de Abdullah Aymaz Hoca'nın 13.03.2005 tarihli Zaman gazetesinde dile getirdiği daveti yerine getirmelerini istiyoruz:
Saldırıp iftira ettikleri şahsiyet (M.Fethullah Gülen Hocaefendi) kaç defa " Eğer biz zararlı şeyler yapıyorsak ALLAH bizi silip süpürüp götürsün." mealindeki sözler söyledi ve bunları yazdı. Eğer kendilerinin yalancı ve iftiracı olmadıklarını iddia ediyorlarsa, aynı şekilde kendileri "Eğer biz yalan söyleyip iftira atıyorsak, ALLAH bizi silip süpürüp götürsün." veya ALLAH'IN lâneti üzerlerine olacak şekilde, şart cümlesinin sonunu samimi olarak tamamlasınlar. Bunu yazı ile de söz ile de herkese ilân etsinler. Aynen mağdur, mazlum ve iftiraya uğrayan zatın yaptığı gibi...
Aradan 10 ay geçmesine rağmen, ne hikmetse bu davete bir tane bile diyalog karşıtı yazar köşesinde icabet edememiştir. Bu bile kendi iddialarındaki samimiyetsizliklerinin bariz bir göstergesidir. Genç adam olarak, bütün diyalog karşıtı köşe yazarlarını, şayet iddialarında samimiler ise ve de yaptıkları işte ALLAH'IN rızası olduğuna inanıyorlarsa, önümüzdeki 10 gün içinde, Abdullah Aymaz Hocanın bu teklifine karşın şayet samimilerse ve kendilerine güveniyorlarsa şunu desinler:
"ALLAH'IM, biz diyalog faaliyetlerine İslâm'a zarar verir düşüncesiyle karşı çıkıyoruz. Şayet bu tavrımızda yanlış yapıyor, farkında olmadan İslâm'ın ve Kur'an'ın dünyada inkişafına engel oluyor, Efendimizin:
"Âhir zamanda benim ismim güneşin doğduğu her yerde duyulacak" hadis–i şerifinin mazhariyetine gölge düşürüyorsak, bizi lânetle ve perişan et ve bu perişan hâlimizi tüm mü'minlere duyur, ta ki bu güzel Hizmetin meyvelerini geciktirmeyelim."
Köşe yazarlarından bize gönderilecek her türlü cevabi yazıyı virgülüne dokunmadan yayınlayacağımızı taahhüt ederiz...

BİZ ONLARLA DİYALOGU KESERSEK
ONLARA HAK VE HAKİKATİ KİM ULAŞTIRACAK?
Öncelikle şunu ifade etmek isterim ki: Soruda mevcut yazıyı okuyunca çok üzüldüm. Çünkü gerek yazıdaki ve gerekse iki köşe yazarından gelen cevaplarda kullanılan üslup, kardeşlik hukukunu zedelemekte ve maksadı aşmaktadır. Hâlbuki mü'minlerin, birbirleriyle olan her türlü münasebetlerinde "DİN KARDEŞİ" olduklarını gözardı etmemeleri, yapıcı olmaları ve en azından ehl–i kitaba karşı gösterilen müsamaha, anlayış, diyalog ve hoşgörüyü esirgememeleri gerekir. Diyalog kuracaksak, önce kendi din kardeşlerimizle kuralım, hoşgörü göstereceksek önce kendi din kardeşlerimize gösterelim.
Sorudaki yazıda: "Diyalog karşıtlarının cevaplamaktan kaçındıkları bir konu..." ; "Neden cevaplayamıyorlar?"; "… Tarihleri arasında, Abdullah Aymaz Hocamızın bu davetine hiçbir icabetin gelmemesini anlamlı buluyoruz" denilerek âdeta meydan okunuyor.
Hâlbuki bu yazıdan haberdar olunmayabilir. Ben de bu soru sayesinde haberdar olabildim. Bu sebeple: "Cevaplamaktan kaçınmadık, cevaplayamadık diye bir şey yok. Boşuna anlamlı buluyorsunuz." İşte ikaz ve tashih niyeti ile cevaplarımız:
1– Gayr–i müslimleri hidayete çağırmak için davet ve tebliğ faaliyetleri yapılmasına evet; İslâm'dan taviz vererek diyalog ve hoşgörü yapılmasına kesinlikle hayır!
2– Sorudaki yazıda: "Eleştiride üslup ve edep çizgisini korumadan, Fethullah Gülen Hocaefendiyi ve bu camiayı, tekfir edecek kadar," deniliyor. Hâlbuki ben şahsen böyle bir şeye tesadüf etmedim. Gördüğüm kadarıyla aleyhte yazılan yazılar, tamamen bir eleştiri ve ikaz mahiyetinde olup:
"Ehl–i kitapla amentüde ittifakımız var!"; "Ehli kitapla ittifak ettiğimiz temel doğrular!"; "Herkes kelime–i tevhidi esas alarak çevresine bakışını yeniden gözden geçirmeli ve ıslah etmelidir. Hatta Kelime–i Tevhidin ikinci bölümünü, yani 'Muhammed ALLAH'IN Resûlüdür' kısmını söylemeksizin ikrar eden kimselere de merhamet nazarıyla bakılmalıdır..." diyecek kadar, İSLÂM'DAN TAVİZ vererek diyalog ve hoşgörü yapılmasına karşı çıkılmakta ve gerekli uyarılar yapılmaktadır. Çünkü bu sözler, İslâm akidesiyle asla ve kat'a bağdaştırılamaz.
Hâlbuki İslâm'ı tebliğ etmek üzere Müslümanlarla diğer din mensuplarının, hatta dinsizlerin ve ateistlerin diyalog hâlinde olmasında herhangi bir sakınca yoktur. Daha da ileriye giderek, bunun Müslümanlar açısından bir "zorunluluk" olduğunu söylüyorum. Zira Müslümanlar yeryüzünde Hakk'ın yegâne temsilcisidir ve Hak'tan habersiz olan kitlelere onu duyurma görevi öncelikle ve sadece Müslümanlara terettüp eder. Biz onlarla diyalogu kesersek onlara Hak ve hakikati kim ulaştıracak?

MÜ'MİNİ TEKFİR ETMEK ÇOK TEHLİKELİDİR
Sonra bir kimseyi tekfir etmenin; yani kâfir olmadığı hâlde kâfir olduğunu söylemenin çok tehlikeli olduğunu unutmamak gerekir. Akaid ilminin kural ve hükümlerinden biri de şudur:
"Mü'mini tekfir edenin kendisi kâfir olur..." Herhangi bir Müslüman, diğer bir Müslümanın kâfir olduğunu söyleyemez. Cezası korkunçtur. Küfürle suçladığı kişi gerçekten kâfir değilse, suçlayan, sırf bu suçlama yüzünden kendisi kâfir olur. Düşünce ayrılığı; İslâm'ın temel akidelerini inkâr noktasında değilse; siyasî, içtimaî ve amelî konulardaki ihtilaflar ve Kur'an–ı Kerim'e dayalı açıklama ve yorumlardaki farklılıklar yüzünden insanların tekfir edilmesi, horlanması, dışlanması, yadırganması; İslâm'ın ruhuna uygun değildir. Bütün tarikat ve mezhep mensuplarının üst kimliği "Müslümanlık"tır. Öyleyse farklı düşünce ve ekollerde yer alan Müslümanların; kendileri dışındaki Müslümanlara bakış ve davranışları bu ölçülerde olmalıdır. Bütün mü'minler mezhep ve tarikat taassubundan uzak bir şekilde birbirlerine İslâm kardeşliği esprisiyle yaklaşmalıdırlar. Teferruata ait farklılıklar kin, düşmanlık ve tefrika nedeni olmamalıdır.

KÂFİRİ TEKFİR ETMEMEK KÜFÜRDÜR
Kâfiri tekfir etmemek, yani kâfir olduğunu kabul etmemek küfürdür.
3–Sorudaki yazıda: "Abdullah Aymaz Hoca'nın 13.03.2005 tarihli Zaman gazetesinde dile getirdiği daveti yerine getirmelerini istiyoruz: Saldırıp iftira ettikleri şahsiyet (M.Fethullah Gülen Hocaefendi) kaç defa "Eğer biz zararlı şeyler yapıyorsak ALLAH bizi silip süpürüp götürsün." mealindeki sözler söyledi ve bunları yazdı. Eğer kendilerinin yalancı ve iftiracı olmadıklarını iddia ediyorlarsa, aynı şekilde kendileri "Eğer biz yalan söyleyip iftira atıyorsak, ALLAH bizi silip süpürüp götürsün." veya ALLAH'IN lâneti üzerlerine olacak şekilde, şart cümlesinin sonunu samimi olarak tamamlasınlar. Bunu yazı ile de söz ile de herkese ilân etsinler. Aynen mağdur, mazlum ve iftiraya uğrayan zatın yaptığı gibi..." deniliyor.
Ben şu hususu anlayamıyorum: Bu iddiaların M.Fethullah Gülen Hocaefendi ile ne ilgisi vardır? Hocaefendi niçin bu tartışmaların içine çekilmek isteniyor? Bu bir. Çünkü M.Fethullah Gülen hocaefendinin yıllar öncesinden söylemiş olduğu:
"Fakat ben ne kadar arzu ederdim, "La ilahe İLLALLAH" diyen bu insanlar, "Muhammedün Resûlullah" desin ve tam kurtuluşa ersin!" inancı ile "Ehl–i kitapla amentüde ittifakımız var!" inancını birleştirmek nasıl mümkün olabilecektir?
İkincisi: "(M.Fethullah Gülen Hocaefendi) kaç defa "Eğer biz zararlı şeyler yapıyorsak ALLAH bizi silip süpürüp götürsün." mealindeki sözler söyledi ve bunları yazdı" deniliyor. Hâlbuki ben şahsen M.Fethullah Gülen hocaefendinin bizzat kendisinin bu sözleri söylediğine ve yazdığına ihtimal veremiyorum. Çünkü benim Erzurum'da gördüğüm ve tanıdığım M.Fethullah Gülen Hocaefendi, İSLÂM'DAN TAVİZ vererek diyalog ve hoşgörü yapılmasına mutlaka karşı çıkar ve ona atfedilen yukarıdaki sözleri söylemez.
Çünkü "Eğer biz zararlı şeyler yapıyorsak ALLAH bizi silip süpürüp götürsün." mealindeki sözler söylemek ve bunları yazmak, değil M.Fethullah Gülen gibi bir hocaefendiden, avamdan bir müslümandan bile beklenemez. Bu mealdeki sözleri söylemek ve bunları yazmak, Mekke müşriklerinin işidir. Cenab–ı Hak şöyle buyuruyor:
"Hani bir zaman da: Ey ALLAH! Eğer bu, senin katından gelmiş hak kitabın kendisi ise, durma bizim üstümüze gökten taş yağdır yahut bize daha acıklı bir azap getir, demişlerdi."(1) Enes b. Malik Radıyallahu Anh'den rivayete göre, bunu söyleyen Ebû Cehil idi.(2) Bu da onların bilgisizliklerinin, azgınlıklarının, inatlarının ve yalanlamalarındaki şiddetin çokluğundan kaynaklanmaktadır. Hâlbuki onlara yaraşan:
"Ey Allah'ımız! Eğer bu, gerçekten senin katından ise bizi ona ilet, hidayete erdir, ona tâbi olmaya bizi muvaffak kıl" demeleriydi. Çünkü hadi istedikleri gibi, gökten taş yağdır yahut daha acıklı bir azap geldi, ne olacaktı? Helâk olup gideceklerdi. Peki, bu istekleri ne işe yarayacaktı?
Bu bakımdan:"Eğer biz zararlı şeyler yapıyorsak ALLAH bizi silip süpürüp götürsün." demek yerine: "Eğer biz zararlı şeyler yapıyorsak ALLAH bizi hidayete erdirsin, bizi bu zararlı şeylerden kurtarsın." diye dua etmek gerekir. Müslümana yakışan budur.

NECRAN TARAFTARI OLANLAR
4–Sorudaki yazıda bahsedilen "Abdullah Aymaz Hoca", 13.03.2005 tarihli Zaman gazetesinde: "...Kur'an–ı Kerim'de bir mübâhele meselesi vardır. Hicretin 9. yılında Necran Hıristiyanlarını temsilen 70 kişilik heyet, başlarında dinî ve dünyevî liderleri olarak Medine'ye gelip Efen-
dimizle, Hz. İsa, hakkında tartışmışlardı. Bunun üzerine "Artık sana bu ilim geldikten sonra, kim seninle İsa hakkında tartışmaya girerse de ki: 'Haydi gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, hanımlarımızı ve hanımlarınızı ve bizzat kendimizi ve kendinizi çağırıp, sonra da gönülden ALLAH'A yalvaralım da bu konuda kim yalancı ise ALLAH'IN lânetinin onların üzerine inmesini dileyelim.' (Âl–i İmran sûresi, 61) âyeti indi. İşte mübâhale, "Hangi taraf yalancı ise ALLAH'IN ona lânet etmesini bütün kalbiyle istemek" demektir..." diyerek işi değişik mecralara taşımış, çığırından çıkarmıştır.
Çünkü burada farklı hizmet anlayışı üzerinde iki Müslüman tartışıyor. Ve hiçbir Müslüman; ne kadar büyük günah sahibi olursa olsun, diğer bir Müslümana ALLAH'IN lânet etmesini değil bütün kalbiyle istemek, en ufak bir temennide bile bulunamaz. Al–i İmran sûresi, 61. âyet–i kerimesinde zikredilen mübâhele meselesi ise, Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz ile başlarında dinî ve dünyevî liderleri de bulunan Necran Hıristiyanlarını temsilen 70 kişilik heyet arasında olacaktı. "Mübâhele âyeti"nin gereğini icra etmek için Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz, yanına torunları, Hz. Fatıma ve diğer bazı eşleri (ALLAH hepsinden razı olsun) bulunduğu hâlde karşılıklı lânetleşmek için yola çıktı. Ancak durumun vahametini sezen heyetten bazıları, başlarına gelecek büyük belâyı savuşturmak için Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimize "anlaşma" teklif ettiler.
Abdullah Aymaz Hoca ilgili yazısında, İSLÂM'DAN TAVİZ vererek diyalog ve hoşgörü yapılmasına karşı çıkanlara mübâhele çağrısı yapmakla iman açısından çok büyük bir hata yapmıştır. Çünkü kimi, hangi tarafta düşünmüştür. Bu sebeple çağrısına gösterilen tepki de, haklı olarak o ölçüde büyük, fakat hatalı olmuştur. Mesela "Yeni Mesaj" gazetesi köşe yazarlarından "M. Emin Koç", 1 Nisan 2005 tarihinde "Papazlarınızı ve hahamlarınızı da yanlarınıza alarak geliniz!" başlıklı Köşe yazısını; "Müslim Karabacak" da, "Mübâhele/lânetleşme" nasıl "diyalog" oldu? başlıklı köşe yazısını cevap olarak yayınlamışlardır.
Her iki yazarın, İSLÂM'DAN TAVİZ vererek diyalog ve hoşgörü yapılmasına karşı çıkmalarına katılıyorum. Fakat M. Emin Koç'un yazısının başlığını:
"Papazlarınızı ve hahamlarınızı da yanlarınıza alarak geliniz!"; Müslim Karabacak'ın yazısının sonundaki: "Bizimle lânetleşmeyi düşünenler önce Necran taraftarı olduklarını ilan etsinler, sonrası kolay" ifadelerini kabullenemiyorum. Havsalam almıyor. İki Müslüman birbirini Necran taraftarı nasıl yapabilir? Fakat kim başlattı? Abdullah Aymaz. ALLAH Teâlâ hepimizi affetsin, sırat–ı müstakiminde sabitkadem eylesin. Âmin.
Şu tarihî konuşmayı ibretle okuyalım: Hz.Ali Radıyallahu Anh'a sordular:
"Cemel savaşında sana karşı savaşanlar, müşrik miydi?"
"Hayır! Onlar şirkten firar ettiler."
"Peki, onlar münafık mıydı?"
"Hayır! Çünkü münafıklar ALLAH Teâlâ'yı zikretmezler."
"Peki, onlar nedir, kimdir?"
"Bize başkaldıran kardeşlerimizdir."(3) İbret alalım… İbreeet…



MÜ’MİNLERİN ARALARINDAKİ ÇEKİŞME,
TARİHİ TEKERRÜR ETTİRİYOR

Müslümanların birlik ve beraberlik içinde olmaları gerekir. Bağdat'ın 1258 yılında Hülagü tarafından yerle bir edilmesi ve bir milyondan fazla insanın öldürülmesinin sebebini Cevdet Paşa gayet veciz şöyle izah ediyor:
"İslâm milleti, hangi mezhepte olursa olsunlar, müşriklere karşı birlik içinde olup da bunca asırlardan beri İslâm'a merkezlik etmiş olan Darü's–Selâm (Bağdat)'ı, muhafazaya gayret edecekleri yerde mezhep kavgaları ile uğraştılar. Neticede yerle bir olunca, meydanda ne Sünni kaldı, ne Şii"
Amerikanın Körfez Savaşı'nda Bağdat'ı bombalaması ve nihayet 2003 yılında işgal etmesi yine aynı sebepten. Görüyoruz ki tarih tekerrür ediyor. Niçin? İbret alınmıyor da ondan.
İhtirasların sınırsız hâle geldiği, çok küçük menfaatlerin bile düşmanlığa ve kine yol açtığı, ikiyüzlülüğün yaygınlaştığı, yalan ve hilenin arttığı, aldatanların ve aldatılanların çoğaldığı, maddî değerlerin önemsenip mânevî değerlerin dikkate alınmadığı, sözü ve davranışlarıyla örnek olan kimselerin azaldığı böyle bir zaman içerisinde, mutlaka kendi özümüze dönmeli, yaptıklarımızı gözden geçirmeliyiz. Hayatımızda yeni sayfalar açarak; kardeşliğimizi kuvvetlendirmeli, hoşgörü, sevgi ve saygıyı elden bırakmamalı, yardımlaşmanın ve dostluğun en güzel örneklerini sergilemeliyiz. Hayatımızdan kini ve nefreti uzaklaştırmalı, düşmanlığı, karamsarlığı ve ümitsizliği kovmalıyız. Toplumun kaynaşmasında ve bütünleşmesinde, ülkemizin kalkınmasında, milletimizin huzur ve refahında üzerimize düşeni yapmalıyız. Kırdığımız gönülleri tamir etmeli, dargın olduğumuz kardeşlerimizle hemen barışmalıyız.
Adı geçen genç adamın her iki yazara cevabı ve yaptıkları teklif hiç olacak şey değil. Çok yazık. İman noktasından çok tehlikeli olan:
"ALLAH'IM, biz diyalog faaliyetlerine İslâm'a zarar verir düşüncesiyle karşı çıkıyoruz. Şayet bu tavrımızda yanlış yapıyor, farkında olmadan İslâm'ın ve Kur'an'ın dünyada inkişafına engel oluyor, Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in:
"Âhir zamanda benim ismim güneşin doğduğu her yerde duyulacak" hadis–i şerifinin mazhariyetine gölge düşürüyorsak, bizi lânetle ve perişan et ve bu perişan hâlimizi tüm mü'minlere duyur, ta ki bu güzel Hizmetin meyvelerini geciktirmeyelim" şeklindeki tekliflerini:
"ALLAH'IM! Diyalog faaliyetlerine İslâm'a fayda verir düşüncesiyle katılanlar, şayet doğru yapıyorlarsa, onları bu çalışmalarında muvaffak eyle, bizi de onlara yardımcı eyle. Şayet yanlış yapıyorlarsa, İslâm'a zarar veriyorlarsa, onları hidayete erdir, onları da bizi de yanlış şeyler yapmaktan muhafaza eyle. Âmin.
ALLAH'IM! Biz diyalog faaliyetlerine İslâm'a zarar verir düşüncesiyle karşı çıkıyoruz. Şayet bu tavrımızda yanlış yapıyor, farkında olmadan İslâm'ın ve Kur'an–ı Kerim'in dünyada yayılmasına engel oluyor, Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimizin:
"Âhir zamanda benim ismim güneşin doğduğu her yerde duyulacak" hadis–i şerifinin mazhariyetine gölge düşürüyorsak, bizi hidayete erdir, ta ki bu güzel Hizmetin meyvelerini geciktirmeyelim" şeklinde düzeltiyoruz.



Dipnot:
1– Enfal sûresi, 32
2– Buhârî, Tefsir, Enfâl, 3, 4, 4/1704; Müslim,
Sıfâtu'l–Münâfıkîn, 37, (2796).
3– Beyhakî, "es–Sünenü'l–Kübra", 8/173; İbn Ebî Şeybe,
"el–Musannef", 7/535
Mehmet Tâlu