Her şeyin bir usûl ve üslubu olduğu gibi; ders okutmanın, insanlara din ve diyanetlerini talim etmenin de bir usûl ve üslubu vardır. Bir şeyin usûl ve üslubuna riayet etmeksizin, o şeyi hakkıyla tahsil mümkün değildir. Dolayısıyla insanları talim ve terbiye etmek gibi muazzez bir dâvanın mensup ve elemanları bu usûl ve üsluba riayet ettikleri takdirde güzel bir neticeye vasıl olabileceklerdir. Riayet edilmesi icap eden, bu usûl ve üslub da, her muâllimin kendi aklına ve düşüncesine göre koyduğu usûl ve üslublar olmayıp, elbette her hali ve kavli, İlahî vahye müstenid bulunan peygamberimizin (A.S) ve onun varislerinin koyduğu usûl ve üslublardır. Hocalar ve talebeler, bu yolun sahipleri olmadıkları gibi, prensiplerinin müessisleri de değildirler. Belki onlar Peygamberimiz ve vârisi tarafından vaz’ ve tesis edilen prensiplere göre okumak ve okutmak şerefine mazhar olmuş bahtiyar kimselerdir. Her hususta olduğu gibi talim ve terbiye hususunda da elbette Peygamberimiz ve vârislerinden alınacak numuneler olduğuna göre, onların bu sahadaki usûl ve uslüblarını her şeyden evvel ortaya koymak icap etmektedir. Zira Peygamberimiz (A.S) talim ve terbiyede, usul ve üslupların en güzelini takip ve tatbik etmişlerdir. Bizim için de en büyük numune O’dur.
لقد كان لكم فى رسول الله أسوة حسنة
“Allah (c.c)’ın Rasülünde sizin için güzel numuneler vardır.”,buyurmuşlardır. Zira Peygamberimiz (A.S) hem mübelliğ, hem mürşid ve hem de muallimdir. Hz. Allah (c.c)’ın şu ayeti buna şahittir:
هو الذى بعث فى الأميين رسولا منهم يتلو عليهم آياته ويزكيهم ويعلمهم الكتاب والحكمة وإن كانوا من قبل لفى ضلال مبين.
“O (Allah), ümmîler (okuma yazma bilyenler) içinde kendilerinden bir peygamber gönderendir ki, (O Peygamber) onlara (Allah’ın ) ayetlerini okur, onları temizler, onlara kitabı, hikmeti (ilahi hükümleri) öğretir. Halbuki önceden, elbette ki bir sapıklık içinde idiler.”
Peygamberimiz (A.S) hadis-i şeriflerinde de kendisinin muallim olarak gönderildiğini ifade etmektedir.
“Peygamber Efendimiz bir gün odalarının birinden çıkıp mescide girdi. Mescittekiler (Sahabe-i Kiram) iki halka halinde idiler. (İki halkadan) birisinde olanlar Kur’an-ı Kerim okuyup, duâ ediyorlar, diğer halkada olanlar ise (dini) öğreniyorlar ve öğretiyorlardı. Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:
كل على خير هؤلاء يقرؤون القرآن ويدعون الله فإن شاء آتاهم وإن شاء منعهم.هؤلاء يعلمون ويتعلمون. وإنما بعثت معلماً “Herkes (her iki halkada olanlar) hayır üzerinedirler. Şunlar okuyorlar ve dua ediyorlar. Allah (c.c) dilerse (istediklerini) verir, dilerse vermez. Şunlar ise öğreniyorlar ve öğretiyorlar. Ben ise ancak muallim olarak gönderildim.”,buyurdu ve onların (öğrenip öğretenlerin) halkasına oturdu”.
Ayet ve hadis-i şeriften de anlaşıldığı gibi peygamberimiz (A.S) muallimdir. Peygamberimiz (A.S) ve varisinin (K.S) bu muallimliği nasıl yaptıkları ve nelere dikkat ettikleri ortaya konulduğunda, hocanın tedrisatta nelere dikkat edip, riayet edeceği de ortaya çıkmış olacaktır. Evvela peygamberimizin (a.s) usûl ve üslubundan numuneleri ortaya koymaya çalışacağız, daha sonrada varis-i hakikisi bulunan Hz Üstazımızın, devrinin şartları icabı riayet ettikleri üslublarını kaydetmeye gayret edeceğiz.
a) Her şeyden evvel sevgili Peygamberimiz (S.A.V) talim ve terbiyede son derece müşfik ve merhametli idi. Huzurunda bulunan herkese değer verir, huzurundakiler de O’ndan nasîbi, kamil bir şekilde alırdı.
Ashabı kiramdan Muaviye bin Hakem es-Sülemi şöyle buyuruyor:“Ben Rasülullah Efendimizle beraber namaz kılıyordum. Cemaatten birisi hapşırınca: “Yerhamükellah”, dedim. Cemaat bana fena bir şekilde baktılar. Ben de: “Vay evladını kaybeden annemin haline! Helak oldum.”, dedim. Cemaat ellerini dizlerine vurarak beni susturmaya çalışıyorlardı. Ben de sustum. Peygamberimiz namazını bitirince beni çağırdı. Annem babam O’na feda olsun! Ne ondan önce ne de ondan sonra öğretmek cihetinden, ondan daha güzelini görmedim. Beni ne azarladı, ne dövdü ne de kötü söyledi. (Sadece):
إن هذه الصلاة. لايصلح فيها شيء من كلام الناس. إنما هو التسبيح والتكبير وقرائة القرآن
Bu namazdır, namazın içinde insan kelamından hiçbir şey konuşulmaz. O ancak tesbih, tekbir ve kuran okumaktan ibarettir “ buyurdu.
Hz. Ali (K.V) Efendimiz şöyle buyurur: Rasülüllah Efendimiz, (A.S) meclisinde olan herkese (iltifatta) nasibini verirdi. Hiçbir kimse (Peygamberimizin yanında) başka birinin kendisinden daha değerli olduğunu sanmazdı. Yine Peygamberimiz (A.S), talebeye, istifade etmek isteyen sâil ve anlayışı zayıf olanlara karşı da, çok mütevazı idi.
b) Ağır ağır konuşur, mühim kelimeleri ve cümleleri tekrarlar, konuşmasını bıkkınlık verecek kadar uzatmazdı. Mübarek dili sussa hali ile irşad ve terbiye ederdi.
Aişe validemiz:“Rasülüllah (A.S) sizin şu konuştuğunuz gibi, peş peşe ve çabuk konuşmazdı. Açık, seçik ve dinleyenlerin hıfzedebileceği şekilde (ağır ağır) konuşurdu.”,buyurmuşlardır.
Tirmizinin rivayet ettiği bir hadiste de;“Rasülüllah Efendimiz, anlaşılsın diye bir kelimeyi üç defa tekrar ederlerdi.”buyurulmaktadır.
Abdullah bin Mesud (R.A) ilim öğretmeye ara (teneffüs) verir ve:“Beni size ders vermekten men eden sebep (derse ara vermeme sebeb) ancak sizi çok aciz bırakmamdan korkmamdır. Rasülüllah Efendimiz (A.S) bize tahavvül eder (bizimle alakalı programa riayet edip bizim durumumuzu araştırır), bıkkınlık göstermemizden korktuğu için va’za ara verirdi.”, buyururlardı.
c)Muktezây-ı hâlü-ü makâma münasib şekilde konuşur, herkese herşeyi anlatmazdı.
Bir defasında Muaz bin Cebel’e (R.A):
ما من أحد يشهد أن لا اله إلا الله وأن محمدا عبده ورسوله صدقا من قلبه إلا حرمه الله على النار.
“Hiçbir kimse yok ki, Allah (c.c)’dan başka ilah olmadığına, Muhammed’in (A.S) onun kulu ve Rasülü olduğuna, kalbinden ve dosdoğru inansın da, Allah (c.c) onu cehenneme haram kılmasın.”, buyurdu. Muaz bin Cebel (ra):”Ya Resülallah bunu insanlara haber vereyim mi? Sevinirler deyince Peygamberimiz (A.S): لا إذا يتكلوا. “Hayır haber verme ( aksi halde) tembellik gösterirler.”,buyurdu.
Ebu Hureyre R.A şöyle buyurur: “Ben Rasülüllah (S.A.V)’den iki kap (dolusu ilim) öğrendim. Onlardan birini (herkese) yaydım. Diğerini ise yayıp (açıklasaydım), şu boğaz kesilirdi. Yani sözlerimi anlamadıklarından küfrüme hükmedip, beni katlederlerdi.”
d) Bazen karşılıklı sual-cevap tarzında konuşur, muhatabı aklî muhâkemeye sevk eder, mukâyese, teşbih, mîzah, latîfe, terğib ve terhib ile talim buyurur; zaman zaman da imtihan ederdi.
Mesela bir hadis-i şeriflerinde:
تدرون من المسلم؟ قالوا الله ورسوله اعلم. قال : المسلم من سلم المسلمون من لسانه ويده قال:تدرون من المؤمن؟ قالوا: الله ورسوله أعلم. قال:من أمنه المؤمنوم على أنفسهم وأموالهم. والمهاجر من هاجر السؤء فاجتنبه.
“Müslüman kimdir? Biliyor musunuz”, buyurdu.Ashabı kiram (ra) Allah (c.c) ve rasülü (A.S) daha iyi bilir dediler. Peygamberimiz: “Müslümanların elinden ve dilinden selamet bulduğu kimsedir.”, buyurdu (ve devamla): “Mümin kimdir?”, diye sordu. Ashabı kiram aynı cevabı verince: “Müminlerin, malları ve canları hususunda kendisinden (zararından) emin olduğu kimsedir. Muhacir ise kötülüğü terk edip ondan ictinab edendir.” buyurdular.
Ümame bin Bâhilî şöyle diyor:Bir genç Peygamberimiz (A.S)’e geldi. “Ya Rasülellah! Zina etmeme izin verir misin?”, dedi. Cemaat ona dönerek: “Sus, Sus!”, diyerek susturmaya çalıştılar. Peygamberimiz: “Yaklaş”, buyurdu. Genç yaklaşıp, Peygamberimiz’e yakın oturdu. Peygamberimiz (A.S):
“Annenin zina etmesi hoşuna gider mi?”, buyurdu.
Genç: “Allah beni sana feda kılsın! Hayır, vallahi hoşuma gitmez.” dedi. Peygamberimiz (A.S):
“İnsanlar da anneleri için, zinayı hoş görmez.”, buyurdu.
Peygamberimiz (A.S): “Kızının zina etmesi hoşuna gider mi?”, diye sordu. “Hayır. Allah (c.c) beni, sana feda kılsın! Vallahi hoşuma gitmez”, dedi. Peygamberimiz (A.S):
“İnsanlar da kızlarının zina etmesini istemezler.”, buyurdu.
(Pekiyi) kızkardeşinin zina etmesini ister misin?”
Genç: “Hayır. Allah (c.c) beni sana feda kılsın! Vallahi istemem”, dedi. Peygamberimiz: “İnsanlar da kız kardeşlerinin zina etmesini istemezler.”, buyurdu.
Peygamberimiz sormaya devam ettiler ve: “Halanın zina etmesini sever misin?”, buyurdu. Genç:”Hayır. Allah (c.c) beni sana feda kılsın! Vallahi istemem”, dedi.
Peygamberimiz de (as): “insanlar da halalarının zina etmesini istemezler.”, buyurdu. Ve tekrar sordu: “Zinayı Teyzen için hoş görür müsün? Genç:“Allah (c.c) beni sana feda kılsın! Vallahi hoş görmem.”, dedi.
Peygamberimiz: “İnsanlar da teyzelerinin zina etmelerini hoş karşılamazlar.”, buyurdu ve elini gencin üzerine (omzuna) koyarak: “Allahım! Bu (genç)’nun günahını affeyle, kalbini temizle, namusunu koru.”, diye dua ettiler.
“Cüheyne kabilesinden bir kadın peygamberimize (a.s) gelerek: “Annem haccetmeyi nezretmişti. Fakat hac yapamadan öldü. Ben onun yerine hac yapabilir miyim?”, dedi. Peygamberimiz (a.s): “Evet annenin yerine, haccet. Annenin (bir insana olan) borcunu ödesen olur mu?, diye sordu. Kadın: “Evet, olur.”, deyince, Efendimiz: Allah (c.c)’a olan borcunu da ödeyin. Allah (c.c) hakkı ödenmeye daha layıktır.”, buyurdu.Bu hadis-i şeriflerde Peygamberimiz (S.A.V), muhatabı aklî muhakameye sevk ederek talim ve terbiye buyurmuşlardır.
Şu hadis-i şerif de Peygamberimizin (a.s) bir şeyi teşbihle îzah buyurmasına misaldir:
مثل المؤمن الذى يقرأ القرآن مثل الأ ترجة ريحها طيب وطعمها طيب. مثل المؤمن الذى لا يقرأ القرآن كمثل التمرة طعمها طيب. ولا ريح لها. ومثل الفاجر يقرأ القرآن كمثل الريحانة ريحها طيب وطعمها مر. ومثل الفاجر الذى لا يقرأ القرآن كمثل الحنظلة طعمها مر ولا ريح لها. ومثل الجليس الصالح كمثل صاحب المسك إن لم يصبك منه شيء أصابك من ريحه. ومثل الجليس السوء كصاحب الكير. إن لم يصبك من سواده أصابك من دخانه.
“Kur’an-ı Kerimi okuyan mümin, kokusu ve tadı güzel olan turunç (portakal ve benzerleri) gibidir. Kur’an-ı Kerimi okumayan mümin de, tadı olup da kokusu olmayan hurma gibidir. Kur’an okuyan fâcir ise tadı acı, kokusu güzel olan reyhane (güzel kokan fesleğen çiçeği) gibidir. Kur’an okumayan facir de, tadı acı, kokusu da olmayan hanzale (ebu cehil karpuzu) gibidir.
Salih bir kimse ile oturan misk sahibi ile oturan gibidir. Misk den ona hiçbir şey isabet etmese bile kokusundan bir şey isabet eder. Kötü insanla beraber olanda körük sahibi ile beraber olan gibidir. İsinden bir şey isabet etmese bile dumanından bir şey ona isabet eder.”
Peygamberimiz (A.S) zaman zaman da Ashabı kirama (R.A) sorular sorar, onları imtihan ederlerdi:
ان رسول الله صلى الله عليه و سلم بعث معاذا الى اليمن , فقال : كيف تقض؟ فقال اقضي بما في كتاب الله. قال: فان لم يكن في كتاب الله؟ قال: فبسنة رسول الله. قال فان لم يكن في سنة رسول الله صلى الله عليه وسلم ؟ قال أجتهد برأيي. قال الحمد لله الذي وفق رسول رسول الله صلي عليه و سلم
Peygamber Efendimiz Muaz bin Cebel (R.A)’I (vali olarak) Yemen’e gönderdi ve: “(Hüküm vermek durumunda kalırsan) nasıl hüküm vereceksin?”, diye sordu. Muaz bin Cebel (R.A): “Allah (c.c)’ın kitabı ile hüküm veririm.”, dedi. “(Aradığın hüküm) Kur’an’da bulunmazsa, (nasıl hükmedeceksin)?”, buyurdu. Muaz bin Cebel (R.A): “Allah (c.c)’ın Rasülünün sünneti ile hüküm veririm.” Dedi. Peygamber Efendimiz: “Allah (c.c)’ın Rasülünün sünnetinde de bulunmazsa ne ile hükmedersin?”, deyince, Muaz bin Cebel (R.A): İctihad ederim (Kendi fikrim ve görüşüm ile karar veririm) dedi. Peygamberimiz (A.S):Allah (c.c)’ın Rasülünün rasülünü, (Rasülünü razı edecek şeye) muvaffak kılan Allah (c.c)’a hamd olsun”, buyurdular”.
İnsanlığa rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (A.S), bazen de talim ve terbiye vazifesini mîzah ve latîfe yolu ile yerine getiriyordu.
Hz. Enes (ra)’dan rivayet edilen hadis-i şerifte: “Ashabı kiramdan birisi, Peygamberimize gelerek, yükünü üzerine yükleyebileceği bir deve taleb etti. Peygamberimiz (A.S): “Ben, seni bir deve yavrusuna hamledeyim. (Sana bir deve yavrusu vereyim).”,buyurdular. Sahabi: “Ya Rasülellah, ben deve yavrusunu ne yapayım!”, deyince, Peygamberimiz (A.S)’de: “Deveyi deveden başkası mı doğurur? (Her deveyi başka bir deve doğurmuştur.) buyurdular.
Şu hadis-i şerifler de terhib ve tergibe birer misaldir.
وإذا مررتم برياض الجنة فارتعوا. قالوا:يا رسول الله وما رياض الجنة؟ قال: مجالس العلم.
“Cennet bahçesine uğradığınız zaman, oraya (dinlemek ve istifade etmek için) oturunuz (istifade ediniz). Sahabe-i kiram (r.a) Cennet bahçesi nedir diye sorunca, ilim meclisleridir.” Buyurdular. Abdullah İbn-i Ömer (ra)‘den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (A.S) şöyle buyuruyorlar:
من تعلم العلم لغير الله أو أراد به غير الله فليتبوأ مقعده من النار.
“Kim Allah (c.c)’ın (rızasının) gayri bir maksat için ilim öğrenirse veya öğrendiği ilim ile Allah (c.c)’tan başka bir şeyi murat ederse, (ilmini Cenab-ı Hakk’ın razı olmadığı yollarda kullanılırsa) kendisine ateşten (cehennemden) mekan tutsun (kendisini cehennem ateşine hazırlasın).
e) Bazı şeyleri bizzat göstererek veya şekil çizerek, izah ettikleri gibi, zikri kabih olan şeyleri de işaretle anlatarak zikrinden ictinab ederlerdi.
Zaman zaman Peygamberimiz (A.S) yere, toprak üzerine çizerek, yani resmederek talimde bulunurlardı. Şu hadisi şerif bu hususa şehadet etmektedir:
“Cabir (R.A) dedi ki: Biz peygamberimizle (A.S) beraber oturuyorduk. Şöyle (düz) bir çizgi çizdi. “Bu Allah (c.c)’ın yoludur.”, buyurdu. (O düz ve dosdoğru olan çizginin) sağ tarafına ve sol tarafına ikişer çizgi çizip: “Bunlar da şeytanın yollarıdır.”, buyurdu. Sonra da elini orta çizgiye koyarak:
وان هذا صراطي مستقيما فاتبعوه ولا تتبعوا السبل فتفرق بكم عن سبيله ذا لكم وصاكم به لعلكم تتقون
bu Ayet-i Kerimeyi okudu.
Peygamberimiz (A.S) bir hadis-i şeriflerinde de:“Ben ve yetime kefil olan kimse, cennette şu iki parmağım gibidirler”, buyurdu ve şahadet parmağı ile orta parmağına işaret ettiler. Aralarını da azıcık açtılar. Böylece yetime yardım edenin cennette kendisine komşu olacağını sözleri ile ifade edip, mübarek parmakları ile de işaret ederek mevzuu daha kolay anlaşılır vaziyette izah buyurmuşlardır.
Hz Ali Efendimiz şöyle buyurdu:
Rasülüllah (A.S) Efendimiz, sol eline ipeği, sağ eline altını aldılar sonra ellerini kaldırarak:
ان هذين حرام علي ذكور أمتي حل لاناسهم
“Şu iki şey, ümmetimin erkeklerine haram, kadınlarına helâldir.”, buyurdular.
Aişe validemizden rivayet edilen bir hadis-i şerifte: “Şekel’in kızı Esma Peygamberimize, (A.S) hayızdan (hayızlı kadınların adet hali nihayete erince) nasıl yıkanılacağını sordu. Peygamberimiz (A.S) şöyle cevap verdiler: “Sizden birisi, suyunu, sidresini, (sidr ağacının yaprağı ki, kirlerin izalesi için kullanılır) alır, temizlenir, temizliği güzelce yapar, sonra başının üzerine tam olarak su döker, su başının, saçının bölüklerinin diplerine ulaşacak şekilde başını ovalar. Sonra tekrar başına suyu döker. Sonra kokulanmış bir parça pamuk alır onunla da (avret mahallini) temizler. Esma (r.a): “(Avret mahallini) nasıl temizler?”, diye sorunca, Peygamberimiz (a.s): “Sübhanellah, o pamuk parçası ile temizlersin.” buyurdu.
f) Sözlerini yemin ve tekrar ile tahkim eder, mühim şeyleri söyleyeceğinde oturuşunu ve tavrını değiştirir, bazen nidayı tekrar ederek, muhatabı îkaz eder, bazen de muhatabın elini tutarak veya omzuna el koyarak anlatırlardı. Bazen de uzunca bir mevzuu önce icmal eder, sonra da tafsil buyururlardı.
Rasülullah (S.A.V) Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde:
فو الذي نفسي بيده لا تدخلون الجنة حتى تؤمنوا ولا تؤمنوا حتى تحابوا. الا أدلكم على شيء إذا فعلتموه تحاببتم؟ أفشوا السلام بينكم.“Nefsim, kudretinde olan Allah (c.c)’a kasem olsun ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Ben sizi bir şeye delâlet edeyim mi ki, o şeyi yaptığınız zaman birbirinizi seversiniz. Aranızda selâmı yayınız (o şey aranızda selâmı yaymaktır).”, buyurdular.
Bir başka hadisi şeriflerinde de:
والله لا يؤمن والله لا يؤمن والله لا يؤمن. قيل من يا رسول الله؟ قال: الذي لا يأمن جاره بوائقه
“Vallahi îman etmiş olamaz. Vallahi îman etmiş olamaz. Vallahi îman etmiş olamaz.” Ya Rasülellah! Kim îman etmiş olamaz ? denilince: “Şerrinden, komşusunun emin olmadığı kimse.”,buyurdular.
Peygamberimiz zaman zaman, konuşmasına devam ederken, oturuş halini veya şeklini değiştirerek, üzerinde durduğu mevzua, hareketleri ile de bir mana ilâve ederlerdi. Bu sünnet-i peygamberiyyeyi şu hadis-i şerif açıkça göstermektedir:
“Peygamberimiz (a.s) üç defa: “Ben size günahların en büyüğünü haber vereyim mi?” Biz de: “Ya Rasülellah! Haber ver.”, dedik. Peygamberimiz (a.s): Allah (c.c)’a şirk koşmak, anaya babaya eza vermek.” [Peygamberimiz (a.s)] mütteki (bir şeye dayanmış vaziyette) idi. Hemen doğruldu ve oturdu. “Dikkat ediniz, bir de yalan söz ve yalan yere şahitliktir. Dikkat ediniz! Bir de yalan söz ve yalan yere şahitliktir. Dikkat ediniz! Bir de yalan söz ve yalan yere şahitliktir.”, buyurdular ve son cümleyi tekrâr etmeye devam ettiler. Hatta ben (ravi) sükût etmeyecek (son cümleyi tekrara devam edecek) dedim.
Muaz bin Cebel rivayet ediyor ve buyuruyor ki:
“Ben, peygamberimizin (a.s) bindiği hayvanın arkasında (terkisinde) olduğum halde gidiyorduk. Aramızda ancak devenin semerinin arkası (dayanılan kısmı) vardı. (Yani birbirimize çok yakın idik) Peygamberimiz (a.s) : “Ya Muaz”, dedi. Ben de: “Buyur, ya Rasülellah” dedim. (Hiçbir şey demeden) bir müddet daha gidince, yine: “Ya Muaz”, dediler. Ben yine: “Buyur, ya Rasülellah”, dedim. Yine bir şey demeden bir müddet gittikten sonra: “Ya Muaz” buyurdular. Ben de: “Buyur, ya Rasülellah”, dedim. “Kulları üzerinde Allah (c.c)’ın hakkı nedir biliyor musun?, dedi. Ben de: “Allah (c.c) ve Rasülü (a.s) daha iyi bilir.”, dedim. Peygamberimiz de (as): “Allah (c.c)’ın kulları üzerindeki hakkı, Allah (c.c)’a kulluk edip, hiçbir şeyi ona ortak kılmamalarıdır.”, buyurdu. Bir müddet gittikten sonra tekrar: “Ya Muaz”, buyurdu. Ben de: “Buyur, ya Rasülellah”, dedim. Peygamberimiz (as): “Kullar Allah (c.c)’a kulluk edip, ona hiç bir şeyi ortak koşmadıklarında, kulların Allah (c.c) üzerindeki hakları nelerdir?”, buyurdu. Ben de: “Allah (c.c) ve Resulü (a.s) daha iyi bilir.”, dedim. Peygamberimiz de: “Kulların Allah (c.c) üzerindeki hakları onlara azap etmemesidir.”, buyurdular.
Ebu Mamer Abdullah bin Sahbere rivayet ediyor ve diyor ki: “Ben ibni Mes’ud’dan işittim şöyle söylüyordu: Peygamberimiz bana; elimi, ellerinin arasına alarak teşehhüdü, Kur’an’dan bir sure öğretiyormuş gibi öğretti.”
Abdullah bin Ömer (R.A) şöyle buyurur: “Rasulallah omzumdan tuttu ve:
كن في الدنيا كأنك غريب أو عابر سبيل. وعد نفسك من أهل القبور
“Dünyada garip gibi veya yolcu gibi ol, kendini kabir ehlinden (ölmüş gibi) say. (Zira ölümün kat’ îdir. Ona göre yaşa)” buyurdular.
İbni Abbas’dan (r.a) rivayet edilen bir hadis-i şerifte, Peygamberimiz (as):
إغتنم خمساً قبل خمس. حياتك قبل موتك. و صحتك قبل سقمك وفراغك قبل شغلك وشبابك قبل هرمك وغناك قبل فقرك
Beş şeyden evvel, beş şeyin kıymetini bil. Ölümden evvel hayatını, hastalığından evvel sıhhatini, meşguliyyetinden evvel boş vaktini, ihtiyarlığından evvel gençliğini, fakirliğinden evvel zenginliğini ganimet bil.”, buyurmuşlardır.
g) Geçmiş ümmetlerden kıssalar ve haberler zikreder, kendine has üslûbu ile beliğ va’z-u nasîhatlerde bulunurlardı.
Abdullah İbn-i Ömer’den rivayet edilen bir hadisi şerifte Peygamberimiz (as): قال : عذبت إمرة فى هرة ربطتها حتى ماتت، فدخلت فيها النار. لا هى أطعمتها ولا سقتها إذ حبستها ولا هى تركتها تأكل من خشاش الأرض.
“Bir kadın kedi sebebi ile azaplandı. (Cehennemi haketti.) Çünkü onu, ölünceye kadar bağlı tuttu. Böylece, kedi sebebi ile cehenneme girdi. O kadın, o kediyi doyurmadı, sulamadı. Çünki onu hapsetmişti. Kediyi kendi haline de bırakmadı ki kedi, yeryüzünün haşeratından yesin.”buyurmuşlardır.
Irbaz bin Sariye (R.A) şöyle buyurur:
“Peygamberimiz (a.s) bir gün bize namaz kıldırdı. Sonra bize döndü beliğ bir vaaz etti. (Vaazının tesiri ile) gözlerimiz yaşarıp kalplerimiz titredi. Dinleyenlerden birisi dedi ki: “Ya Rasülellah bu vaazınız veda vaazı gibi. (sanki son defa konuşuyormuşsunuz gibi.) Bize ne vasiyet ediyorsunuz?” Peygamberimiz (as):
أوصيكم بتقوى الله والسمع والطاعة وإن عبدا حبشيا فإنه من يعش منكم بعدى فسيرى اختلافا كثيرا. فعليكم بسنتى وسنة الخلفاء الراشدين. تمسكوا بها وغضوا عليها بالنواجز وإياكم ومحدثات الأمور. فإن كل محدثة بدعة. وكل بدعة ضلالة.
Allah (c.c)’ın azabından korkmanızı, Habeşî bir köle de olsa, (emirinizi) dinleyip itaat etmenizi vasiyet ederim. Kim benden sonra yaşarsa çok ihtilâflar görecektir. Benim ve Hulefa-i Raşidînin sünnetlerine uymanızı ilzam ederim (lazım görürüm). Bu sünnetlere azı dişlerle (sıkıca) sarılınız. Sizi muhdesâttan (dine aykırı olan inanç ve amellerden) tahzir ederim. Her muhdes bid’attır (dine aykırıdır.) Her bid’at ise dalalettir ve sapıklıktır.”, buyurdular.
h) Peygamberimiz (a.s) zaman zaman, öfkelenir, vaziyet bunu icap ettirdiği için ashabını bu yolla talim ve terbiye ederlerdi.
Ebu Hureyre (R.A) şöyle rivayet ediyorlar:
خرج علينا رسول الله صلى الله عليه و سلم ونحن نتنازع فى القدر. فغضب حتى أحمر وجهه. كأنما فقئ وجنتيه الرمان فقال أبهذا أمرتم.؟ أم بهذا أرسلت إليكم. إنما هلك من كان قبلكم حين تنازعوا فى هذا الأمر. عزمت عليكم، عزمت عليكم أن لا تتنازعوا فيه.
“Peygamberimiz (a.s) yanımıza geldi. Biz kader mevzuunda münazaada bulunuyorduk. Peygamberimiz (a.s) öfkelendi. (Mübarek ) yüzleri kızardı. Hatta yüzü nar tanesi yarılmış gibi bir hale geldi ve buyurdu ki: “Sizler bununla (kader hakkında konuşmakla) mı emrolundunuz veya ben size bunun için mi gönderildim? Sizden evvelkiler, (Benî İsrail) bu iş (kader) hakkında münazaa ettikleri için helak oldular. Ben size kader mevzuunda münakaşa etmemenizi size vacip kılmıştım. Size vacip kılmıştım.”
i) Yazı ve yabancı lisana teşvik buyururlardı.
Peygamberimizin talim üsluplarından birisi de, yazıyı talim ve terbiyeye vesile kılmalarıdır. Peygamberimizin on beşten fazla kâtibi vardı. Bunlar Kur’anı Kerimi yazıyorlardı. İslam’a davet için gönderdiği mektupları yazan ayrı ve hususi kâtipleri de vardı. Hulefa-i Raşidin (r.a), Zeyd bin Sabit, Übeyd bin Kaab, Zübeyr bin Avvam, Halid bin Said, kardeşi Ebban bin Said bin As, Hanzala bin Rabî, Muaviye bin Ebi Süfyan ve diğerleri peygamberimizin meşhur kâtiplerindendir.(R.Anhüm)Yine bu kâtiplerine hadislerinin yazılmasını da emir buyurmuşlardır. Şu hadisi şerif bu hususu natıktır. Hadis, Abdullah bin Amr’dan rivayet ediliyor. Bu zat diyor ki “Ben Peygamberimizden duyduğum her şeyi yazıyor. Onları muhafaza etmeyi murad ediyordum. Kureyş beni (hadisleri yazmaktan) nehyetti ve: “Sen peygamberden (a.s) duyduğun her şeyi yazıyor musun? Rasülullah beşerdir, öfkeli halde de rıza halinde de konuşur.”, dediler. Ben de yazmaya son verdim. Ve bunu (Kureyşli’lerin, benim hadisleri yazmama mani olmalarını) Rasülullaha (a.s) arz etttim. Parmağı ile fem-i saadetlerine işaret ettiler ve:
أكتب. فوالذى نفسي بيده ما يخرج منه الا حق
“Yaz, nefsim kudretinde olana (Allah (c.c)’a) yemin ederim ki, bundan (ağzımdan) ancak hak çıkar”buyurdular.
Hz. Peygamberimiz (a.s) bazı sahabelerine, Süryanîceyi, bazılarına da Yahudilerin kitabından bazı yerlerini öğretmelerini emir buyurmuşlardır. Zeyd bin Sabit (R.A) hazretlerine Süryânice öğrenmesini emretmişti.