2 sonuçtan 1 ile 2 arası

Konu: Hz. Ebubekir

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 455.346, Level: 100
    Points: 455.346, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 100,0%
    Overall activity: 100,0%
    Achievements
    SiLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    EMEKTAR KURUCU

    .
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    ISPARTA
    Mesajlar
    18.956
    Points
    455.346
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Hz. Ebubekir

    Hz. EBU BEKIR ES SIDDÎK (r.a) (571-634)

    Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Islâm'i teblige baslamasindan sonra ilk iman eden hür erkeklerin; rasit halifelerin, asere-i mübesserenin ilki. Câmiu'l Kur'an, es-Siddîk, el-Atik lakaplariyla bilinen büyük sahabi.
    Kur'ân-i Kerim'de hicret sirasinda Rasûlullah'la beraber olmasindan dolayi, "...magarada bulunan iki kisiden biri..." (et-Tevbe, 9/40) seklinde ondan bahsedilmektedir. Asil adi Abdülkâbe olup, Islâm'dan sonra Rasûlullah (s.a.s.)'in ona Abdullah adini verdigi kaydedilir. Azaptan azad edilmis mânâsina "atik"; dürüst, sadik, emin ve iffetli oldugundan dolayi da "siddik" lâkabiyla anilmistir. "Deve yavrusunun babasi" manasina gelen Ebû Bekir adiyla meshur olmustur. Teym ogullari kabilesinden olan Ebû Bekir'in nesebi Mürre b. Kâ'b'da Rasûlullah'la birlesir. Anasinin adi Ümmü'l-Hayr Selma, babasinin ki Ebû Kuhafe Osman'dir. Künyesi Abdullah b. Osman b. Amir b. Amir... b. Murra ...et-Teymî'dir. Bedir savasina kadar müsrik kalan oglu Abdurrahman disinda bütün ailesi müslüman olmustur. Babasi Ebû Kuhafe, Ebû Bekir'in halifeligini ve ölümünü görmüstür. Hz. Ebû Bekir'in Rasûlullah (s.a.s.)'den bir veya üç yas küçük oldugu zikredilmistir. Islâm'dan önce de saygin, dürüst, kisilikli, putlara tapmayan ve evinde put bulundurmayan "hanif" bir tacir olan Ebû Bekir, ölümüne kadar Hz. Peygamber'den hiç ayrilmamistir. Bütün servetini, kazancini Islâm için harcamis, kendisi sade bir sekilde yasamistir.
    Hz. Ebû Bekir, Fil yilindan iki sene birkaç ay sonra 571'de Mekke'de dünyaya gelmis, güzel hasletlerle taninmis ve iffetiyle söhret bulmustur. içki içmek câhiliye döneminde çok yaygin bir âdet oldugu halde o hiç içmemistir. O dönemde Mekke'nin ileri gelenlerinden olup Araplarin nesep ve ahbâr ilimlerinde meshur olmustur. Kumas ve elbise ticaretiyle mesgul olurdu; sermayesi kirk bin dirhemdi ki, bunun büyük bir kismini Islâm için harcamistir. Rasûlullah'a iman eden Ebû Bekir (r.a.) Islâm dâvetçiligine baslamis, Osman b. Affân, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebî Vakkas ve Talha b. Ubeydullah gibi Islâm'in yücelmesinde büyük emekleri olan ilk müslümanlarin bir çogu Islâm'i onun dâvetiyle kabul etmislerdir.
    Hz. Ebû Bekir hayati boyunca Rasûlullah'in yanindan ayrilmamis, çocuklugundan itibaren aralarinda büyük bir dostluk kurulmustur. Rasûlullah birçok hususlarda onun görüsünü tercih ederdi. Umûmî ve husûsî olan önemli islerde ashâbiyla müsavere eden Peygamber (s.a.s.) bazi hususlarda özellikle Ebû Bekir'e danisirdi. (Ibn Haldun, Mukaddime, 206). Araplar ona "Peygamber'in veziri" derlerdi.
    Teymogullari kabilesi Mekke'de önemli bir yere sahipti. Ticaretle ugrasiyorlar, toplumsal temaslari ve genis kültürlülükleri ile taniniyorlardi. Hz. Ebû Bekir'in babasi Mekke esrafindandi. Hz. Ebû Bekir, câhiliye döneminde de güzel ahlâki ile tâninan, sevilen bir kisi idi. Mekke'de "esnak" diye bilinen kan diyeti ve kefalet ödenmesi islerinin yürütülmesiyle görevliydi. Muhammed (s.a.s.) ile büyük bir dostluklari vardi. Sik sik bulusur, Allah'in birligi, Mekke müsriklerinin durumu ve ticaret gibi konularda müsâvere ederlerdi. ikisi de câhiliye kültürüne karsiydilar, siir yazmaz ve siiri sevmezlerdi, daha ziyade tefekkür ederlerdi.
    Islâm'i Benimsemesi
    Hz. Ebû Bekir, Hira dagindan dönen Hz. Muhammed ile karsilastiginda, Rasûlullah (s.a.s.) ona, "Allah'in elçisi" oldugunu söyleyip "Yaratan Rabbinin adiyla oku" (el-Alâk, 96/1) diye baslayan âyetleri bildirdigi zaman hemen ona: "Allah'in birligine ve senin O'nun rasûlü olduguna iman ettim" demistir. Hz. Hatice'den sonra Rasûlullah'a ilk iman eden odur. Hz. Peygamber (s.a.s.) Islâm'i tebliginin ilk zamanlarinda kiminle konustuysa en azindan bir tereddüt görmüs, ancak Ebû Bekir seksiz ve tereddütsüz bir sekilde kabul etmistir. Hatta Hz. Peygamber (s.a.s.), "Bütün insanlarin imani bir kefeye, Ebû Bekir'in ki bir kefeye konsa, onun imani agir basardi " diye lâtif bir benzetme de yapmistir. Mü'min Ebû Bekir, hayatinin sonuna kadar tüm varligini Islâm'a adamis, bütün hayirli islerde en basta gelmistir.
    Ebû Bekir Mekke döneminde güçlü kabilelere mensup kisileri Islâm'a kazandirmaya çalisti, öte yandan müsriklerin iskencelerine maruz kalan güçsüzleri, köleleri korudu; servetini eziyet edilen köleleri satin alip azad etmekte kullandi. Bilâl, Habbab, Lübeyne, Ebû Fukayhe, Amir, Zinnire, Nahdiye, Ümmü Ubeys bunlardandir. Kendisi de Mescid-i Haram'da müsriklerin saldirisina ugramisti. Ebû Bekir, iman ettikten sonra Islâm'i teblige gizli gizli devam ediyordu. Annesi, karisi Ümmü Ruman ve kizi Esma da iman etmis, fakat ogullari Abdullah, Abdurrahman ve babasi Ebû Kuhafe henüz iman etmemislerdi. Osman b. Affan, Sa'd b. Ebî Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Zübeyr b. Avvâm, Talha b. Ubeydullah gibi ilk müslümanlari Islâm'a dâvet eden odur. Müsriklerin eziyetleri çogalip müslümanlara yapilan baskilar arttiktan sonra Hz. Peygamber Hz. Ebû Bekir'e de Habesistan'a göç etmesini söylemis ve Ebû Bekir yola çikmis; ancak Berkü'l-Gimâd'da Mekke'nin ileri gelen kabilelerinden Ibn Dugunne ile karsilastiginda Ibn Dugunne onu himayesine aldigini ve Mekke'ye dönmesi gerektigini belirterek, ikisi birlikte Mekke'ye dönmüslerdir. Ancak sartli olarak Ebû Bekir'i himayesine alan Ibn Dugunne, Ebû Bekir'in açiktan açiga ibadet etmesi ve inancini yaymaya devam etmesi sebebiyle sartlari yerine getirmedigini iddia ederek ona ibadetini gizli yapmasini söylediginde Ebû Bekir, onun himayesine ihtiyaci olmadigini, zaten kendisine söz de vermedigini ifade etmisti: "Senin himayeni sana iâde ediyorum. Bana Allah'in himayesi yeter." Böylece onüç yil Mekke'de Rasûlullah'in yaninda kalan Hz. Ebû Bekir, Hz. Aise'nin rivâyetine göre, Rasûlullah hicret emrini alip Ebû Bekir'e gelerek ona beraberce hicret edeceklerini söyleyince Ebû Bekir sevinçten aglamaya baslamisti (Ibn Hisâm, es-Sire, II, 485).
    Hz. Peygamber'in bir gecede Mekke'den Kudüs'e oradan Sidretü'l Münteha'ya gittigi isra ve Mirâc hâdisesini duyan müsrikler bunu Hz. Ebû Bekir'e yetistirdikleri zaman; "O dediyse dogrudur." demistir. Bu sözünden sonra Ebu Bekir'e; ihlâsli, asla yalan söylemeyen, özü dogru, itikadinda süphe olmayan anlaminda, "Siddik" lâkabi verildi. Kur'an tâbiriyle, "O, ne iyi arkadasti " (en-Nisâ, 4/69) denilebilir.
    Iste o "Siddîk" ile o "Emîn", o iki arkadas beraberce Sevr dagindaki magaraya hareket ederek hicret etmislerdir.
    Hicreti
    Sevr magarasina ilk giren Hz. Ebû Bekir, (r.a.) magarada kesif yaptiktan sonra Rasûlullah içeri girmistir. Ebû Bekir'in kizi Esma yolda yemeleri için aziklarini hazirlamisti. Onlar Mekke'den ayrilinca müsrikler her tarafa adamlarini yollayarak aramaya basladilar. Kureys kabilesinin müsrikleri Ebû Cehil baskanliginda Esma'nin evini aradilar, hakaret edip dayak attilar. Hz. Ebû Bekir (r.a.) hicret yolculuguna çikarken yanina bütün parasini almisti. Buna ragmen kizi Esma onun nerede oldugunu, nereye gittigini kâfirlere söylememistir. iz süren Mekkeli müsrikler Sevr magarasina kadar geldiler. Rasûlullah bu sirada Kur'ân'da anlatildigi biçimde söyle diyordu: "Üzülme, Allah bizimledir" (et-Tevbe, 104/40). Nitekim Allah ona güven vermis, göremedikleri askerleriyle onu desteklemistir; Allah güçlüdür, hakimdir. Kâfirler tüm aramalara ragmen onlari bulamadilar. Magarada üç gün kaldiktan sonra Medine'ye yönelen Rasûlullah ile Ebû Bekir Kuba'ya vardilar.
    Ebû Bekir magarada kaldiklari günü söyle anlatir: "Rasûlullah (s.a.s.) ile beraber bir magarada bulundum. Bir ara basimi kaldirip baktim. O anda Kureys casuslarinin ayaklarini gördüm. Bunun üzerine, 'Ya Rasûlullah, bunlardan birkaçi gözünü asagi egse de baksa muhakkak bizi görür' dedim. O, 'Sus ya Ebû Bekir. iki yoldas ki, Allah onlarin üçüncüsü ola, endise edilir mi?' buyurdu. Kuba'da üç gün kalan Rasûlullah ile Hz. Ebû Bekir nihayet Medine'ye vardilar. Medine'de Hz. Ebû Bekir humma hastaligina tutuldu. Hastalik ilerleyip yataga düstügünde Rasûlullah, "Allah'im Mekke'yi bize sevgili kildigin gibi Medine'yi de bize sevgili kil, hummayi bizden uzaklastir' diye dua ettigi zaman Hz. Ebû Bekir ve hasta olan diger sahâbîler iyilestiler. Bu aradâ Hz. Âise ile Hz. Muhammed (s.â.s.)'in dügünleri yapildi. Mescidi Nebî insâ edildi. Masraflarin bir kismini Hz. Ebû Bekir karsiladi. Medine'de kardeslik tesis edildiginde Ebû Bekir'in kardesligi Harise b. Zeyd oldu.
    Hz. Ebû Bekir Medine'de Mescidi Nebî'nin insasina katildi. Rasûlullah Islâm'i yaymak ve düsmanlar hakkinda bilgi toplamak için seriyye denilen kesif kollarini Medine disina gönderiyor, bunlara bazen Hz. Ebû Bekir de katiliyordu. Rasûlullah ile birlikte bizzat çarpistigi savaslarda (Bedir'de, Uhud'da, Hendek'te) Ebû Bekir de yer aldi. O, Müreysi, Kurayza, Hayber, Mekke, Huneyn, Taif gazvelerinde de bulundu. Rasûlullah'in bizzat idare ettigi harplere gazve denir. Ebû Bekir, bu sözü geçen büyük savaslardan baska, otuzdan fazla gazveye katilmistir. Çarpisma olmaksizin Veddan, Buvat, Bedr-i Ûlâ, Useyre gazveleriyle de düsmanlar itaat altina alinmistir. Bütün bu gazvelerde Hz. Ebû Bekir, Rasûlullah'in en yakininda yer almis olup onun "veziri" gibi idi. Bedir'de, oglu Abdurrahman müsrikler safinda yer aldiginda Ebû Bekir ogluyla çarpismistir. Sadece o degil, Bedir'de birçok sahâbî, oglu, kardesi, babasi, dayisi ile çarpismisti. Bedir savasi, müslümanlarin Islâm'i herseyden üstün tuttuklarini, Allah için en yakinlari olan müsrikleri kan bagi veya kabile taassubu içinde kalmadan, baska insanlardan ayirdetmeden öldürdüklerini göstermektedir. Rasûlullah'in bir amcasi Hamza, Islâm ordusu safindayken öteki amcasi Abbas, düsman safindaydi. Yegeni Ubeyde kendi yanindayken, öteki yegenleri Ebû Süfyan ve Nevfel müsriklerle beraberdi. Hattâ kizi Zeyneb'in esi Ebû'l-As da Rasûlullah'a karsi müsriklerle birlikte savasiyordu.
    Hicretin 9. yilinda Medine'de büyük bir kitlik oldu. Bu arada Bizans imparatoru, sam'da Hicaz bölgesini istilâ etmek üzere büyük bir ordu hazirladi. Rasûlullah, bu orduya karsi Islâm ordusunu hazirlarken, kitlik sebebiyle zorluklarla karsilasti. Ebû Bekir malinin hepsini bu ordunun hazirlanmasinda kullandi. Onuncu yilda "Vedâ Hacci"nda bulunan Allah'in Rasûlü, onbirinci yilda hastalandi.
    Hilâfeti
    Hicrî onbirinci yilda hastalanan Rasûlullah (s.a.s.) 13 Rebiyülevvel Pazartesi günü (8 Haziran 632) vefât etti. Onun vefâtini duyan müslümanlar büyük bir üzüntüye kapildilar ve ilk anda ne yapmalari gerektigine karar veremediler. Ama o da bir ölümlüydü. Hz. Ömer, onun Hz. Musa gibi Rabbi ile bulusmaya gittigini, O'nun için "öldü" diyen olursa ellerini kesecegini söylüyordu. Ebû Bekir, Rasûlullah'in iyi oldugu bir sirada ondan izin alarak kizinin yanina gitmisti. Vefât haberini duyar duymaz hemen geldi, Rasûlullah'i alnindan öptü ve "Babam ve anam sana fedâ olsun ya Rasûlullah. Ölümünde de yasamindaki kadar güzelsin. Senin ölümünle peygamberlik son bulmustur. sânin ve serefin o kadar büyük ki, üzerinde aglamaktan münezzehsin. Yâ Muhammed, Rabbinin katinda bizi unutma; hatirinda olalim ..." dedi. Sonra disari çikip Ömer'i susturdu ve; "Ey insanlar, Allah birdir, O'ndan baska ilâh yoktur, Muhammed O'nun kulu ve elçisidir. Allah apaçik hakikattir. Muhammed'e kulluk eden varsa, bilsin ki o ölmüstür. Allah'a kulluk edenlere gelince, süphesiz Allah diri, bâkî ve ebedîdir. Size Allah'in su buyrugunu hatirlatirim: "Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmistir. Simdi o ölür veya öldürülürse siz ökçelerinizin üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesi üzerinde geriye dönerse Allah'a hiçbir ziyan veremez. Allah sükredenleri mükâfatlandiracaktir" (Âl-u imrân, 3/144). Allah'in kitabi ve Rasûlullah'in sünnetine sarilan dogruyu bulur, o ikisinin arasini ayiran sapitir. seytan, peygamberimizin ölümü ile sizi aldatmasin, dininizden saptirmasin. seytanin size ulasmasina firsat vermeyiniz" (Ibn Hisâm, es-Sire, IV, 335; Taberî, Târih, III, 197,198).
    Hz. Ebû Bekir bu konusmasiyla orada bulunanlari teskin ettikten sonra Rasûlullah'in teçhiziyle ugrasirken, Ensâr, Benû Sâide sakifesinde toplanarak Hazrec'in reisi olan Sa'd b Uhâde'yi Rasûlullah'tan sonra halife tayini için bir araya gelmislerdir. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Ebû Ubeyde ve Muhacirlerden bir grup hemen Benû Saîde'ye gittiler. Orada Ensâr ile konusulduktan ve hilâfet hakkinda çesitli müzakereler yapildiktan sonra Hz. Ebû Bekir, Ömer ile Ebû Ubeyde'nin ortasinda durdu ve her ikisinin ellerinden tutarak ikisinden birine bey'at edilmesini istedi. O, kendisini halife olarak öne sürmedi. Hz. Ebû Bekir'in konusmasindan sonra Hz. Ömer atilarak hemen Ebû Bekir'e bey'at etti ve, "Ey Ebû Bekir, müslümanlara sen Rasûlullah'in emriyle namaz kildirdin. Sen onun halifesisin ve biz sana bey'at ediyoruz. Rasûlullah'a hepimizden daha sevgili olan sana bey'at ediyoruz" dedi. Hz. Ömer'in bu âni davranisi ile orada bulunanlarin hepsi Ebû Bekir'e bey'at ettiler. Bu özel bey'attan sonra ertesi gün Mescid-i Nebî'de Hz. Ebû Bekir bütün halka hutbe okudu ve resmen ona bey'at edildi. Rasûlullah'in defni sali günü gerçeklesirken, onun nereye defnedilecegi hakkinda da bir ihtilâf meydana geldiginde Hz. Ebû Bekir yine firasetini ortaya koydu ve "Her peygamber öldügü yere defnedilir" hadisini ashaba hatirlatarak bu ihtilâfi giderdi. Rasûlullah'in cenaze namazi imamsiz olarak gruplar halinde kilindi. Bütün bunlar olurken, Hz. Ali'nin Hz. Fatima'nin evinde Hasimogullari ve yandaslari ile toplandigi ve bey'ata ilk zamanlar katilmadigi nakledilir. Hz. Ali rivâyetlere göre, el-Bey'atü'l-Kübrâ'ya bey'at edildigi haberini alir almaz, elbisesini yarim yamalak giydigi halde evden firlamis ve gidip Hz. Ebû Bekir'e bey'at etmistir (Taberî, Târih, III, 207). Onun aylarca Hz. Ebû Bekir'e bey'at etmedigi haberleri gerçege uygun olmasa gerektir. Çünkü onun Ebû Bekir'in üstünlügünü bildigi, onun hakkinda yaptigi konusmalar ve tarihin akisi, diger rivâyetlere aykiridir.
    Râsulullah'in en yakin ashâbi arasinda -hattâ Ebû Bekir ile Ömer arasinda- zaman zaman ihtilâflar, görüs ayriliklari meydana gelmisse de ilk iki halife zamaninda da görüldügü gibi dâima birliktelik devam ettirilmistir. Anlasmazlik gibi görünen hâdiselerin birçogunda huy ve karakter farkliligi rol oynuyordu. Meselâ Ebû Bekir yumusak ve sâkin davranirken, Ömer sertlik yanlisiydi. Ama her zaman birlikte hareket ettiler. Ebû Bekir'in yönetiminde, Hz. Ali ve Zübeyr b. Avvam Ridde savaslarinda kararlarin içinde, namazlarda Ebû Bekir'in arkasinda yer almislardir (Ibn Kesir, el-Bidâye ve'n Nihâye, V, 249). Hz. Ali, Rasûlullah'in bir vasiyeti olsaydi ölünceye kadar onu yerine getirecegini söylemis (Taberî, a.g.e., IV, 236) ancak, Ibn Abbas'in Rasûlullah hastalandigi zaman ona gidip hilâfet isini sormak istemesini geri çevirmistir. Yani Hz. Ebû Bekir'in halifeligine karsi kimseden bir çikis olmamistir. Zaten tabii, fitrî, akli ve maslahata uygun olan da onun halifeligidir. Hz. Peygamber ölmeden önce yazili bir ahidname birakmamis, ancak Hz. Ebû Bekir'in faziletine dair Mescid'de konusmus, hasta yatagindayken onu israrla çagirtmis ve yerine imam tâyin etmistir.
    Hz. Ebû Bekir, kendisine Rasûlullah'in mirasindan pay almak için gelen Hz. Fâtima'ya, "Rasûlullah'in yaptigi hiçbir seyi yapmaktan geri durmam" diyerek, Fâtima'nin peygamberin kizi olmasini dinin üstün tutulmasindan daha önemsiz görmüs ve Rasûlullah'in yanindayken ondan ne duymus, ne görmüsse onu tatbik etmistir (Taberî, III, 220). Sonralari Hz. Ali'nin hilâfeti zamaninda Fâtima'ya -ki, Ebû Bekir'e gidip miras isterken onu savunmustu- mirastan hiçbir sey vermemesi de ashâbin Rasûlullah'in sünnetine nasil itaat ettiklerinin delilidir (Ibn Teymiye, Minhâc'üs-Sünne, III, 230). Hz. Ebû Bekir "Rasûlullah'in Halifesi" seçildikten sonra Mescid'de yaptigi konusmada, "Sizin en hayirliniz degilim, ama basiniza geçtim; görevimi hakkiyle yaparsam bana yardim ediniz, yanilirsam dogru yolu gösteriniz; ben Allah ve Rasûlü'ne itaat ettigim müddetçe siz de bana itaat ediniz, ben isyan edersem itaatiniz gerekmez..." demistir (Ibn Hisâm, es-Sire, IV, 340-341; Taberî, Târih, III, 203).
    Mürtedlerle Mücadele, Irak ve Suriye Fütühati
    Hz. Ebû Bekir Rasûlullah'in halifesi olduktan sonra, onun vefâtiyla Arabistan'da Mekke ve Medine disindaki bölgelerde görülen dinden dönme hareketlerine, yalanci peygamberlere, "namaz kilariz, ama zekât vermeyiz" diyenlere karsi savas açti. Esvedu'l-Ansi, Müseylemetü'l-Kezzâb, Secah, Tuleyha gibi yalanci peygamberlerle yapilan savaslarla bu zararli unsurlar yok edilmis, isyan bastirilmis, zekât yeniden toplanmaya ve Beytü'l-Mal'e konulup dagitilmaya baslanmistir. Rasûlullah'in hazirladigi, ancak vefâti sebebiyle bekleyen Üsâme ordusunu Ürdün'e yollayan Ebû Bekir, Bahreyn, Umman, Yemen, Mühre isyanlarini bastirmistir. içte isyancilarla mücâdele edilirken, dista da iki büyük imparatorlugun, iran ve Bizans'in ordulariyla karsilasilmistir. Hîre, Ecnâdin ve Enbâr, savaslarla Islâm diyarina katilmis, Irak fethedilmis, Suriye'nin de önemli kentleri ele geçirilmistir. Yermük savasi devam ederken Hz. Ebû Bekir vefât etmistir. Onun ordusuna verdigi ögütlerde su ibareler vardir: "Kadin, çocuk ve yaslilara dokunmayin, yemis veren agaçlari kesmeyin, ma'mur bir yeri tahrip etmeyin, haddi asmayin, korkmayin." Gerçekten Islâm ordusu fethettigi yerlerde kimseye zulmetmemis, adaletiyle düsmanlarin takdirini kazanmis, müslüman olmayip da cizye vererek Islâm'in himayesine giren milletler huzur ve emniyet içinde yasamislardir.
    Kur'ân-i Kerîm'in Toplanmasi, "Mushaf''in Meydana gelmesi
    Hz. Ebû Bekir, Ridde harplerinde, vahiy kâtiplerinin ve kurrâ'nin birçogunun sehid olmasi üzerine, Hz. Ömer'in Kur'ân'in toplanmasi fikrine önce sicak bakmamissa da sonra ona hak vererek, Kur'ân âyetlerinin toplanmasini saglamistir. Rasûlullah zamaninda peyderpey inen vahiy, kâtiplerce ceylan derilerine, beyaz taslara, enli hurma dallarina yazildigi gibi, ashâbin çogu da Kur'ân hâfizi idi. Ancak, yazili olan âyetler daginikti, kurrâ da azalinca Kur'ân'in muhafazasi hususunda endise edildi. Ebû Bekir, Zeyd b. Sâbit'in baskanliginda bir heyet teskil ederek, herkesin elindeki âyetleri getirmesini emretti. Ayrica sâhitlerle âyetler dogrulaniyor, kurrâ' ile te'kid ediliyordu. Böylece bütün âyetler toplandi ve "Mushaf" meydana getirildi. Bu Mushaf Ebû Bekir'den Ömer'e, ondan da kizi Hafsa'ya geçti ve Hz. Osman zamaninda çogaltilarak Dârü'l-islam'in bütün vilâyetlerine dagitildi.
    Vefâti
    Hilâfeti iki sene üç ay gibi çok kisa bir müddet sürmesine ragmen Hz. Ebû Bekir zamaninda Islâm devleti büyük bir gelisme göstermistir. Hz. Ebû Bekir Hicrî 13. yilda Cemâziyelâhir ayinin basinda hicretten sonra Medine'de yakalandigi hastaliginin ortaya çikmasi üzerine yataga düsünce yerine Ömer'in namaz kildirmasini istedi. Ashâbla istisâre ederek Hz. Ömer'i halifelige uygun gördügünü söyledi. Hz. Ömer'in sert ve kaba olusu gibi bazi itirazlara cevap verdi ve hilâfet ahitnamesini Hz. Osman'a yazdirdi. Ebû Bekir (r.a.) de, çok sevdigi Rasûlullah gibi altmisüç yasinda vefât etti. Vasiyeti geregi Rasûlullah'in yanina -omuz hizasinda olarak- defnedildi. Böylece bu iki büyük insanin, iki büyük dostun, kabirlerinde de birliktelikleri devam etti.
    Kisiligi ve Yönetimi
    Tâcir olarak genis bir kültüre sahip olan Hz. Ebû Bekir, dürüstlügü ve takvâsi ile ashâb içinde ilk sirada yeralir. Karakteri; yumusak huyluluk, çok düsünüp çok az konusmak, tevâzu ile belirgindi. Hz. Âise'nin rivâyetine göre, "gözü yasli, gönlü hüzünlü, sesi zayif" biri idi. Câhiliye döneminde müsrikler ona güvenir, diyet ve borç-alacak islerinde onu hakem tanirlardi. Rasûlullah'in en sadik dostu olan Ebû Bekir'in Mirâc olayinda sergiledigi sonsuz baglilik örnegi ona "es-Siddik" lâkabini kazandirmistir. O bu olayda "O ne söylüyorsa dogrudur" demistir. Cömertlikte ondan üstünü de yoktur. Bütün malini mülkünü Islâm için harcamis, vefât ederken vasiyetinde, halifeligi müddetince aldigi maaslarin, topraklarinin satilarak iâde edilmesini istemis ve geride bir deve, bir köleden baska birsey birakmamistir. Dört esinden alti çocugu olan Ebû Bekir, kizi Âise'yi Rasûlullah ile hicretten sonra evlendirmistir (Tabakat-i Ibn Sa'd, VI, 130 vd.; Ibnu'l-Esir, II, 115 vd).
    Hicret sirasinda magarada iken ayagini bir yilan soktugunda ve ayagi acidiginda o sirada dizine yatip uyumus olan Peygamber'i uyandirmamak için sesini çikarmamasi, aglarken Hz. Peygamber uyanip ne oldugunu sordugunda, "Anam-babam sana fedâ olsun ya Rasûlullah" demesi olayi Ebû Bekir'in Rasûlullah'a olan bagliliginin örneklerinden sadece biridir. Hz. Ebû Bekir'in beyaz yüzlü, zayif, dogan burunlu, sakallarini kina ve çivit otuyla boyayan sakin bir adam oldugu rivâyet edilir (Ibnü'l Esir, el-Kâmil fi't-Târih, II, 419-420). Rasûlullah'tan sonra bu ümmetin en hayirlisi Ebû Bekir'dir. O, Hz. Peygamber'in veziri, fetvâlarda en yakini idi. Rasûlullah'in, "insanlardan dost edinseydim, Ebû Bekir'i edinirdim" (Buhâri, Salât, 80: Müslim, Mesâcid, 38: Ibn Mâce, Mukaddime, II) ve "Herkeste iyiliklerimin karsiligi vardir, Ebû Bekir hariç" demesi ve son hutbesinde, "Allah, kullarindan birini dünya ile kendi katinda olan seyleri tercih hususunda serbest birakti; kul, Allah katinda olani tercih etti'' diye Ebû Bekir'i övmesi ve mescide açilan tüm kapilari kapattirip yalniz Hz. Ebû Bekir'in kapisini açik birakmasi ona verdigi degeri göstermektedir. Hz. Ebû Bekir'in nasslara aykiri hiçbir görüsü bize ulasmamistir, çünkü böyle bir reyi yoktur. Ebû Bekir nâsih sünneti çok iyi biliyor, Rasûlullah'i herkesten çok taniyordu. Bu yüzden hilâfetinde kendisine karsi içte muhâlif bir hareket olmamis ve fitneler görülmemistir (Buhâri, Fedâilü'l-Ashâbi'n-Nebî, 3 ). ihtilâf veya ihtilâflarda çözümsüzlük, bid'atler onun devrinde yasanmamistir. "Üzülme, Allah bizimle beraberdir" buyuran Rasûlullah'in haberi sanki lâfizda ve mânâda Hz. Ebû Bekir'de zâhir olmustur (Ibn Teymiye, Külliyat Tercümesi, Istanbul 1988, IV, 329).
    Kaynaklarda onun, "Ben ancak Rasûlullah'a tâbiyim, birtakim esaslar koyucu degilim" diye kararlarinda çok titiz davrandigi zikredilir (Taberî, IV, 1845; Ibn Sa'd, III, 183). Bir meseleyi hallederken önce Kur'ân'a bakar, bulamazsa Sünnet'te arastirir, orda da bulamazsa ashâbla istisâre eder ve ictihad ederdi. Ganimetin bölüsümü meselesinde Muhâcir-Ensâr esitligi'nin ihtilâfa yol açmasinda Ömer'in Muhâcirlere daha çok pay verilmesini savunmasina ragmen ganimeti esit olarak bölüstürmüstür. O sebeple hilâfetinde huzursuzluk çikmadi. Rasûlullah ve kendisi, bir mecliste bir anda verilen üç talâki bir talâk saymislar, bu daha sonra-birçok "maslahat geregi" diye yapilan degisiklik gibi- üç talâk sayilmistir. Yani Ebû Bekir, Rasûlullah'in tüm uygulamalarini aynen tatbik etmek istemis; bazen -kalpleri Islâm'a isindirmak istenenlere toprak vermesi gibi- maslahat geregi veya zamanin degismesiyle hükümlerin degismesini söyleyen ashâbina uymustur. Müslümanlar henüz otuzsekiz kisiyken Mekke'de Mescid-i Haram'da Islâm'i teblig eden ve müsriklerce dövülen Ebû Bekir'e hilâfetinde "Halifet-u Rasûlillah" denilmis, sonraki halifelere ise "Emîrü'l-Mü'minîn" denilmistir. Mâlî islerini Ebû Ubeyde, kadilik ve kazâ islerini Hz. Ömer, kâtipligini Zeyd b. Sâbit ve Hz. Ali, baskumandanligini Üsâme ve Halid b. Velid yapmistir. Medine Dârü'l-Islâm'in baskenti olmus, Mekke, Taif, San'a, Hadramevt, Havlan, Zebid, Rima, Cened, Necran, Cures, Bahreyn vilâyetlere ayrilmistir. Yönetimi merkezî olup, ganimetlerin beste biri Beytü'l-Mal'de toplanmistir.
    Hz. Ebû Bekir, Mukillîn denilen çok az hadis rivâyet eden ashâbdan sayilir. O, yanilip da yanlis birsey söylerim korkusuyla yalnizca yüz kirk iki hadis rivâyet etmis veya ondan bize bu kadar hadis rivâyeti nakledilmistir. Hutbe ve ögütlerinden bazilari söyledir:
    "Rasûlullah vahy ile korunuyordu. Benim ise beni yalniz birakmayan bir seytanim vardir... Hayir islerinde acele edin, çünkü arkanizdan acele gelen eceliniz var... Allah için söylenmeyen bir sözde hayir yoktur... Herhangi bir yericinin yermesinden korktugu için hakki söylemekten çekinen kimsede hayir yoktur... Amelin sirri sabirdir... Hiç kimseye imandan sonra sagliktan daha üstün bir nimet verilmemistir... Hesaba çekilmeden kendinizi hesaba çekiniz (Ayr. bk. Ebû Nuaym, Hilye, l )
    Ahmet AGIRAKÇA & Sait KIZILIRMAK

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 7.004, Level: 55
    Points: 7.004, Level: 55
    Level completed: 27%,
    Points required for next Level: 146
    Level completed: 27%, Points required for next Level: 146
    Overall activity: 16,7%
    Overall activity: 16,7%
    Achievements
    kuzat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Nov 2010
    Yer
    İstanbul
    Mesajlar
    904
    Points
    7.004
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    15

    Standart


    Çift Kemerli Cennet Hanımefendisi: Hz. Esma binti Ebu Bekir -r.a.-


    Hz. Esma -radıyallahuanhâ- gönlünü İslam’a açtığında gencecik bir kızdı. Çok sevdiği babasının yüzünde imanın huzurunu görünce hiç tereddüt etmemişti. Annesi Kuteyle binti Abduluzza’ya nasip olmayan hidayet bu küçük hanıma müyesser olmuştu… Yetişkin erkekler arasında İslam’a girenlerin ilki nasıl ki babası Hz. Ebu Bekir -radıyallahu anh- ise, genç kızlar içinde de oydu.

    Zaten babasına çok benzerdi Hz. Esma… Kız kardeşi Aişe gibi onda da babasının fazilet ve yüce ahlakının numuneleri parıldardı. İmanı, fedakârlığı, cömertliği, Resul’e hizmet aşkı, sadakati ve gösterişsiz ama samimi yiğitliği… Rüya tabirini bilmesiyle bile babasına çekmişti.

    Babasını çok sevdiği gibi bir o kadar da itaat ederdi. Zaten seven sevdiğinin gözüne girmek için çabalamaz mı?

    Onun babası da sevilmeyecek bir baba değildi hani. Kızlara kıymet verilmeyen bir diyarda; onları güzelce yetiştirip, asil hanımefendi olarak eğiten bir babaydı o... Sonra da onlara layık oldukları gibi güzelce muamele eden, şefkatli, sıcacık yürekli bir baba…

    Mekke’nin saygın tüccarı ve hakemi Hz. Ebu Bekir’in evi, daha o zamanlarda bile bir eğitim yuvası gibiydi. Kapısı misafire her an açık bir kişi olan babaları, akşamları evinde edebiyat sohbetleri tertiplemeyi severdi. O zamanın revaçta olan ilimlerinden "ensap" -soy bilimleri- ilmine vakıftı.

    Kızlarının hafıza kuvveti ve edebi kabiliyetleri de evlerinde hakim olan bu kültür atmosferinden kaynaklanıyordu. Babalarının evinde fasih bir Arapça öğreniyor ve lafızların manaları arasındaki nüansları kavrıyorlardı.

    Ayrıca Hz. Ebu Bekir örfi bir hukuk yapısına sahip olan Mekke şehrinde bir nevi hukuk adamıydı. Aileler arasında kan diyeti ve kefalet ödenmesi işlerinin yürütülmesiyle görevliydi. İşte bu itibarlı ailenin kızları, ilerde İslamî ilimlerin başlıca başvuru kaynağı olan nasların ilk muallimeleri olacaklardı. Zaman Hz. Esma’yı çok yüce vazifelere hazırlıyordu.

    Babasının Sadık Dostu

    Mekke’de Müslümanlar çok zor günler geçiriyorlardı. Hz. Ebu Bekir Müslüman olduğu için eziyet gören köleleri satın alıp azat ediyor, yoksul Müslümanlara yardım elini uzatıyordu. Bu sebepten Hz. Esma’nın dedesi Ebu Kuhafe başta olmak üzere bütün akrabaları Hz. Ebu Bekir’i kınıyorlardı. Hz. Ebu Bekir’ in en büyük destekçileri ise kızlarıydı.

    Hz. Ebu Bekir hicret için yola çıkarken de, Allah'ın Resulüne lazım olur diye bütün sermayesini yanına almıştı. Dedesi ise buna çok kızmış söylenip duruyordu.

    Zeka küpü Hz. Esma, babasının altınlarını koyduğu kabı taşla doldurdu ve üzerine bir örtü örttü. Sonra onları gözleri ama olan dedesinin yanına getirip eliyle yoklamasını sağladı.
    “Bak dedeciğim, işte babam bunları bize bıraktı” diyerek dedesini teskin etti.

    Sır Saklamayı İyi Bilirdi

    Hz. Ebu Bekir kızlarının sağlam kişiliğine ve ahlakına o kadar güveniyordu ki, Allah Resulü-aleyhisselatuvesselam- hicret için gizlice çıkacaklarını haber vermek için onun evine geldiklerinde yalnız konuşmak istemiş ama Hz. Ebu Bekir ona; “Kızlarım sır saklamayı iyi bilirler” demişti.

    Gerçekten de Hz. Esma, Ebu Cehil’den kulağındaki küpeyi düşürecek kadar şiddetli bir tokat yemesine rağmen korkmamış, onlara Allah'ın Resulünün nerede olduğunu söylememişti.

    Hizmeti ve Fedakârlığı

    Peygamberimiz -sallallahu aleyhi vesellem- ve Hz. Ebu Bekir hicret yolculuğuna Hz. Esma’nın hazırladığı azıkla çıkmışlardı. Hatta bu azık çıkını ve kırbasının ağzını bizzat kendi kuşağını ikiye bölerek bağlamıştı Hz. Esma… Peygamber efendimiz de ona bu günün hatırasına “zünnitakeyn” ismini takmıştı.

    Aslında bu bir müjdeydi… Allah' ın Resulü fedakârlıkları ve hizmeti sayesinde o kuşağın yerine süslü cennet kemerleri takınacağını bildiriyordu, Hz. Esma’ya… Böylece Hz. Esma bu kadar genç yaşına rağmen cennetle müjdelenen bir bahtiyar oluyordu.

    Ama bu müjde Hz. Esma’yı gevşekliğe sürüklemiyor, aksine daha da gayrete getiriyordu. Sevr mağarasında saklandıkları günler boyunca onlara azık ve su götüren de oydu. Hayatı boyunca da hizmetten hiç yüksünmedi.

    Mücahid Eşine Hizmeti

    Medineye hicretten sonra Allah Resulü Hz. Esma’yı, “Her peygamberin bir havarisi vardır benim havarim de Zübeyr’dir ” diye taltif ettiği Zübeyir bin Avvam ile evlendirdi.

    İslam yolunda hem Habeşistan’a hem Medine’ ye hicret etmiş olan Hz. Zübeyr cennetle müjdelenen on sahabeden biridir. Hz. Zübeyir Peygamberimizin halası yiğit Hz. Safiye’ nin yiğit oğluydu. Peygamberimiz -sallallahu aleyhi vesellem-‘i savunmak niyetiyle ilk kılıç kuşanan kişi olarak tarihe geçmişti.

    Mücahidlerin önde gelenlerinde Hz. Zübeyr, Allah yolunda koşturmaktan dolayı dünya işleriyle meşgul olamıyordu. Hz. Esma kocasının kıt kazancına razı olur, şikâyet etmezdi.

    Müjdeli Doğum

    Hz. Esma’nın adının geçtiği tarihi hadiselerden biri de Medine devrinde dünyaya gelen ilk çocuğun annesi olmasıdır. Medine de Müslümanlar Yahudi komşularıyla imtihan oluyorlardı. “Biz Müslümanlara büyü yaptık, artık çocukları olmaz ” diye şayia yayarak Müslümanların moralini bozuyorlardı.

    Gerçekten de buraya geleli iki yıl olduğu halde Müslümanlar arasında hiç çocuk dünyaya gelmemişti. Ümmi bir kavim olan Araplar, Yahudilerin ruhban takımından çekinirdi. Çünkü onların kehanet-büyü gibi gizli ilimleri bildiğine inanırlardı.

    İşte böyle bir zamanda Hz. Esma’nın sapasağlam ve nur topu gibi bir evlat dünyaya getirmesi Müslümanları sevince gark etti. Böylece Yahudilerin uydurma inançlarından korkmamaları gerektiğini de anlamış oldular.

    Allah' ın Emirlerine İtaati

    Medine’ye hicretten sonra kız kardeşi Hz. Aişe’nin Peygamberimiz -sallallahu aleyhi vesellem-‘ le evlenmesi sayesinde Hz. Esma bu kutlu ailenin bir parçası olmuştu. Artık Allah' ın resulünün evine sık sık geliyor, İslami hükümleri öğrenebiliyordu. Tesettür emrini bildiren Nur suresinin 31. ayeti nazil olduktan sonra Allah’ın Resulünün evine ziyarete gitmişti. Peygamberimiz -sallallahu aleyhi vesellem- onun ince bir ev kıyafeti giyinmiş olduğu görünce hemen yüzünü çevirdi ve:

    “Ey Esmâ! Şüphesiz kadın ergenlik çağına ulaşınca onun şu ve şu yerlerinden başkasının görünmesi uygun değildir”. Hz. Peygamber bunu söylerken yüzüne ve avuçlarına işaret etmişti. (Ebu Davud, Libas, 31)

    Hz. Esmâ hemen emre itaat etti ve diğer hanımlara örnek oldu. İleri yaşlarına kadar Resulullah`ın tarif ettiği gibi giyinmeye devam etti.

    Allah İçin Sevmek

    Hz. Esma’nın babası, kocası, baba bir kardeşleri Allah yolunda en önde olan kişilerdi. Hz. Esma “sadıklarla beraber olun” emri ilahisine uyarak bu doğru yoldaki akrabalarıyla haşır neşir olmuştu. Ama onun içini yakan bir derdi vardı, annesi Kuteyle… O iman etmemiş ve hatta Hz. Ebu Bekir’den boşanmıştı.

    Bir gün annesi Kuteyle Medine’ye geldi ve elinde hediyelerle kızının kapısına vardı. Hz. Esma ise iman etmediği halde annesini eve almasının ve hediyelerinin kabul etmesinin caiz olup olmadığı bilmiyordu. Hemen bunu sormak için peygambere koştu. Eğer o eve alma derse annesini kapıdan çevirmeye hazırdı. Çünkü o kalbini tamamen Allah' a teslim etmişti.

    İki Cihan Güneşi Efendimiz: "Annesini içeri alsın ve hediyelerini de kabul etsin" buyurunca Hz. Esmâ derhal emri yerine getirdi ve annesini içeri aldı.

    Azad Edilmiş Gibi…

    O çağlarda ev işleri bugünkü gibi kolay değildi. Sofra hazırlamak için markete ve ocak başına koşmuyorlardı hanımlar. Bahçede çalışmak, kuyudan su çekmek, değirmende un öğütmek, üfleye üfleye ateş yakmak gibi birçok ağır işi yapmak zorunda kalıyorlardı.

    Hz. Esma gibi ileri gelen ailelerin kızları bu işleri yapmaz, kocasından hizmetçi isterdi. Fakat Hz. Zübeyr’in hizmetçi alacak imkânı yoktu. Bu sebeple Hz. Esma Medine’nin en yoksulları ve hizmetkarlarıyla beraber kuyu başında sıraya girer, çalı çırpı toplar ve bunun gibi adi işleri yapardı.

    Üstelik Hz. Esma ise bunun için şikâyet etmek şöyle dursun, evinin işlerinin yanında kocasının cihad için kullandığı atının yemini de kendisi tedarik ediyordu. Mekke’nin zengin bir ailesinin kızı, at yemi yapmak için hurma çekirdeklerini toplayıp öğütüyordu.

    Bir gün Medine’nin biraz dışında bulunan bahçelerinden hurma toplayıp sepete doldurmuş, başının üzerinde taşıyarak eve getiriyordu. Resûl-i Ekrem -aleyhisselatuvesselam- Efendimiz de ashâbıyla birlikte oradan geçiyordu. Baldızını görünce devesini çöktürüp binmesini işaret etti. Ama Hz. Esma çok hayalı idi ve kocasını üzecek bir şey yapmaktan da çekiniyordu.

    Peygamberimiz -sallallahu aleyhi vesellem- onun deveye binmek istemediğini anlayınca oradan ayrıldı. Hz. Esma o akşam başından geçenleri kocasına anlatınca Hz. Zübeyr üzüldü.

    "Ey Esmâ! Senin başının üzerinde hurma taşıman, Allaha yemin ederim ki, bana daha ağır geldi." dedi.
    Gün geldi devran döndü. Müslümanlar zaman geçtikçe rahata kavuştular. Hz. Ebu Bekir eline imkan geçince kızına bir hizmetçi tedarik etti. Hz. Esmâ -radıyallahuanhâ- buna çok sevindi ve "Babam hizmetçi göndermekle beni kölelikten hürriyetime kavuşturmuşçasına memnun etti" diyerek sevincini ve şükran hislerini dile getirdi.

    Artık o zamanını ilim öğrenmek, öğretmek ve İslam’a her türlü hizmet etmek için kullanabilecekti. Hac zamanında özel çadırını açar bütün gelen müminlere âyet okutur, sorulara cevap verirdi.

    Cihad meydanlarında hizmetiyle, cömertliğiyle, sabrıyla ve Allah'’ korkusuyla örnek bir mümineydi o.

    Vereceği sadakayı saymazdı, “sayarak verme ey Esma, o zaman Allah' da sana sayarak verir” buyuran Resule ittiba ile eline geçeni hemen dağıtırdı.

    Mü'mine gelen dertlerin günahlara keffaret olduğuna inanır şikayet etmezdi. Ağrıyan yerelini koyar, “ Gerçi başım çok ağrıyor. Fakat Allah'ın affetmesini temenni ettiğim günahlarım çoktur." Diye tazarru ve niyaz ederdi.

    Birçok hizmetlerinin yanında beş oğlan üç kız çocuğu yetiştiren Hz. Esma’nın uzun ve bereketli bir ömrü olmuştu. Bilhassa oğlu Hz. Abdullah b. Zübeyr -radıyallahuanh- büyük bir âlim idi.

    Metanetli Anne

    Hz. Esma’nın 90 yaşını geçmiş olduğu halde oğlu Abdullah’a verdiği nasihat onu İslam tarihinin altın sayfalarına yazdıracak kadar muhteşemdir.

    Yezid b. Muaviye’nin ölümünün ardından büyük bir âlim olan Abdullah b. Zübeyr’e biat edilmişti. Fakat saltanat hırsı ile ona karşı savaş açan Haccac’ın ordusu Hz. Abdullah’ı Mekke şehrinde kuşatmıştı.

    Yanındakilerin korku ve dünyalık arzusuyla kendisini terk etmesi üzerine yalnızlaşan Hz. Abdullah yenilginin kesin olduğunu anlayınca teslim olup olmama hususunda annesinin fikrine müracaat etti. Hz. Esma bir annenin gösterebileceği en yüksek metaneti göstererek oğluna “doğru yolda isen arkadaşların gibi şehit olmayı tercih et."dedi ve şöyle duâ etti:

    "Allah'ım! Onu sana havale ettim. Onun için takdir ettiğine râzı oldum. Bana ondan dolayı sabredenler sevabı ver" dedi.

    Hz. Abdullah'ı şehit edenler onun aziz naşını çarmıha germişlerdi. Hz. Esmâ ise hala metanetini koruyor ve Haccac’a, “Siz onun dünyasını berbat ettiniz, o da sizin ahiretinizi berbat etti” diyerek hiç korkmadan hakikati haykırıyordu.

    Haccac Abdullah’ın mübarek vücudunu Mekke’de asılı tutarak halkı sindirmeyi amaçlıyordu. Zulmünden korkan halk da korkularından cenazeyi indirip defnedememişlerdi. Bir anne için en zor günler geçiren Hz. Esma, oğlunun olduğu yere gelip, alaycı bir dille;

    “Bu hatip halâ kürsüden inmeyecek mi? Daha ne vakte dek bu lisanla konuşmaya devam edecek?” diyerek oradakileri gayrete getirdi. Onun bu yürek yakan sözlerinden sonra bu çirkin davranışa son verilmiş, naaşı asılı olduğu yerden indirilmişti.

    Yüz küsür sene yaşadığı rivayet olunan Hz. Esmâ -radıyallahuanhâ- oğlunun şehâdetinden bir kaç gün sonra Mekke'de 73. hicri senesinde vefat etti.

    Cenâb-ı Hak onun ibretlerle dolu hayatından dersler alabilmeyi ve şefaatine erebilmeyi nasip eylesin. Amin.
    Betül Yıldız.İslamhayat.com
    "Evliyanın kılıcı kınında değildir. Kimseyi kesmezler ama üzerlerine giden kesilir"



Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •