5. Malı Koruma Ve Zekât
“Kim gönül hoşnutluğu ile (ibadet aşkı ve sevinci ile) malının zekâtını verip bununla Allah’ın rızası ve ahiret ha*yatının güzelliğini arzu ederse, malından hiç bir şey ek*sil*mez. Bu malda kendisine haksızlık yapılır, o da silahını alarak karşı koyar ve öldürülse şehittir.”[78]

Allah tarafından kendisine mal verilenin malı içinde, fakirlerin hakkı bulunmaktadır. Sosyal hayatın ahengi için, bu hak o kişinin aracılığı ile fakire ulaştırılır. Mü*minlerin sıfatları sayılırken bu hak dile getirilmektedir: “Onların malla*rın*da isteyene ve (istemediği için) mahrum kalana belli bir hak vardır.” (Mearic, 70/24-25) Buna, zekât/sadaka adı verilmektedir. İslâm’ın üze*rine bina edildiği esaslardan biri olan zekât, malın temiz*lenmesi için Allah tarafından emre*di*len bir ibadettir. Zekât adeta malın sigortasıdır. Verilmemesi durumunda hem dünyada hem de ahirette ceza gerektirmektedir. Bir hadislerinde Hz. Peygamber şöyle buyuruyor: “Allah bir kimseye bir mal verir de bu kişi zekâtını vermezse, kıya*met gününde o mal onun karşısına, gözlerinin üstü nok*talı, fazla zehirden dolayı tüysüz, son derece korkunç ve yaşlı bir erkek yılan olarak çıkarılır. Bu yılan o kimsenin boynuna dolanır, avurtlarından yakalar sonra da adama, “Ben senin ma*lı*nım, ben senin hazine*nim!” der. Arkasın*dan Hz. Pey*gam*ber, “Allah’ın fazlu ke*re*min*den kendilerine verdiği mallarda cimrilik edenler sanmasınlar ki o mal kendileri için hayırlıdır. Tersine bu onlar için pek fenadır. Cimrilik ettik*leri şey de kıyamet gününde boyunlarına dolana*caktır” (Al-i İmran, 3/180) âyetini okudu.”[79] Diğer bir ha*diste de şöyle buyurulmuştur: “Sadaka veya zekât, karıştığı her malı mutlaka ifsad eder.” Alimler bu hadisten iki anlam çıkarmışlardır: 1.Bir malın içinde zekât bulunur da yerine verilmezse, o malın helakine ve fesadına sebep olur. 2.Kişi zengin olduğu halde zekât alır ve onu kendi malına karıştırırsa, bütün malını helak eder.

Hz. Peygamber, zekât vermeyenin kanunî cezasını ise şöyle açıklamıştır: “Kim zekâtını sevap umarak verirse, onun için sevap vardır. Eğer vermezlik ederse, o zekât Rabb’i*mi*zin haklarından bir hak olarak, malının yarısıyla birlikte alınır. Zekâttan Muhammed’in ailesine hiç bir şey helâl olmaz.”[80] Bu cezayı elbette hakim olan idare verebi*lir, aksi tak*dirde anarşi doğar. Zekât vermeyenler silah kullana*bile*cek güçte iseler, fakirin hakkını almak için devlet onlara savaş açar. İnsanlık tarihinde, fakirin hak*kını almak için zengine savaş açan tek düşünce İslâm dü*şüncesidir. Zaten zekât İslâm’dan başka hiç bir dinin ve sistemin söz etmediği yepyeni ve eşsiz bir uygulamadır. Zira o gerçekten ekono*mik, sosyal, siyasal, ahlakî ve dinî bir sistemdir. Bu gün dün*ya milletleri arasında ortaya çı*kan problemler incelen*diğinde, onların arkasında fakir -zengin kavgasının yattığı görülecektir. Ancak İslâm zekât sistemiyle bu problemi çözmüştür.

Zekâtı verildikten sonra, malın bütün tasarruf hakları sahibine aittir ve hiç kimse ona el uzatamaz, karışamaz. Karışılması durumunda, kişi malını müdafaa etmek için saldırgana karşı koyar ve gerekirse çarpışır; öldürülse şe*hit olur. Ancak zekâtını vermemişse, ya o mal bir yolla helak olur, ya bir istidrac olarak sahibi azar ve cehen*neme doğru sürüklenir ya da ilgililer onunla karşı karşıya gelirler. Öldü*rül*mesi durumunda şehit olmayacağı gibi ayrıca günahkar da olabilir. Öyle ise korunacak, uğrunda savaşılacak ve gere*kirse ölünecek mal, zekâtı verilen mal*dır.