***
DIŞARDA
Points: 4.570, Level: 43
Level completed: 10%,
Points required for next Level: 180
Overall activity: 0%
Achievements

gaflet
Gaflet, insanın Hakk’a körleşmesi, gerçeklerden uzaklaşmasıdır.
Bu aldanışın en büyük sebebi dünya ve dünyalık nimetlerdir. Özellikle çağımızda...
Maneviyat büyükleri bu bakımdan insanları üç gruba ayırıyor:
• Sırf dünyaya çalışıp ahireti terk edenler,
• Ahirete yönelip dünyayı terk edenler,
• Dünyayı da ahireti de ihmal etmeyen denge insanları.
Akıllı, uyanık bir insan üçüncü gruptadır. Diğer iki hal ise gaflettir.
Bir ip yumağının ardından koşup oynayan küçük bir kedi yavrusunun bu neşeli hali insanları eğlendirir ama düşündürücü bir yanı da vardır. Kediciğin o endişesiz ve masumane tavırları, yiyip içip oynamaktan başka bir derdinin olmayışı dikkat çeker. O an için tek hedefi yuvarlanan yumakla oynamaktır. Bütün dikkatini ona vermiştir. Hayatın kaygıları, hüznü ve düşündürücü yanları onun için anlamsızdır. Ekonomik sıkıntılar, doğal afetler, ölüm, ahiret, geçmiş-gelecek gibi şeyler de bu sevimli yaratığı hiç mi hiç alakadar etmez.
GAFLET NEDİR
Ömrünü gaflet içinde geçiren insanın hali biraz bu kedinin hali gibidir. Bütün dikkatini dünya ve içindekilere sarf eder. Dünyanın nimetlerinden ve hayatın zevklerinden istifade etmekten başka bir şey düşünmez. Onun ötesindeki düşünceler, mesela Allah’ın emir ve yasakları, ölüm, ahiret, hesap gibi ciddi konular ilgi alanına girmez. Hatta bu gibi düşüncelerden sıkılır. Unutmak için elinden geleni yapar, kendisini oyun ve eğlenceye verir.
DÜNYA TUZAĞINDA ÇIRPINIR
Gafiller bu sayılan şeyleri elde etmek için hırsla çalışır didinirler. Hep daha çok kazanmak ve daha iyi yaşamak için gayret eder, kazandıklarını biriktirirler. Oyalanıp durdukları şeyleri ellerinden alabilecek her türlü ihtimali şiddetle bertaraf etmek için ellerinden geleni artlarına koymazlar. Kendilerini çok beğendikleri için ona buna üstünlük taslamaktan, gizli açık, yüze karşı veya ardından başkalarını taşlayıp incitmekten, onlarla eğlenmekten geri durmazlar.
Kur’an-ı Kerim bunlar hakkında şöyle buyurur: “Mal toplayarak onu tekrar tekrar sayan, diliyle çekiştirip kaş göz işaretleriyle alay eden kimsenin vay haline!” (Hümeze, 1-2). Şayet istedikleri şeyleri elde edemezlerse yıkılır giderler, bunalıma, depresyona girerler. İsyanları katmerleşir, hayata ve insanlara küser, hatta varlıklı insanlara büyük bir kin ve nefretle bakarlar.
ANI YAŞAMAYA KİLİTLENMİŞTİR
Her geçen gün ölüm kendilerine yaklaşırken onlar, dünyanın süs ve eğlencelerine biraz daha fazla gömülürler. Yaklaşmakta olan Allah’ın azabını ise hiç hesaba katmazlar. Oysa Allah’ın azabı pek şiddetlidir. Cehennemi tasvir eden bir ayette şöyle buyrulmaktadır: “Oraya atıldıkları zaman, onun kaynarken çıkardığı korkunç homurtusunu işitirler. Nerede ise öfkesinden patlayıp çatlayacak! Her bir topluluk içine atıldığında, bekçileri onlara sorar: Size bir uyarıcı gelmedi mi?” (Mülk, 7-:cool:
Oysa insan akıl ve şuur sahibi bir varlıktır. Geçmiş, gelecek ve şimdiki zamanla alakasını bilir. Geçmişte vefat eden yakınlarını, gelecekte kendini bekleyen kabri, şimdiki zamanda üzerine düşen vazifeleri görmekle hayvanlardan ayrılır. Buna rağmen gafletinin esiri olup başını kuma sokar. Avcıyı görüp de başını kuma sokan devekuşu misali, ortada olan koca gövdeyi unutur. Daha doğrusu unutmaya çalışır.
AHİRETİ HATIRLAMAK İSTEMEZ
Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı ya da inandığı halde yakîne ulaşmadığı için, gayet sisli bir perdenin ardından bakar. Kendisi için birinci derecede önemli olan dünyanın peşin zevklerini bırakıp da, uzak bir ihtimal olarak gördüğü ölüm ve ahiret gerçeğine aldırış etmez. Zira nefsin bunun için de her zaman bir mazereti vardır: “Dünyaya bir daha gelecek değilim ya! Hayatımı yaşayayım. Nasılsa ileride tövbe eder ahiret işlerine de bakarım.” der. Kulluk vazifesini sürekli erteler. Vicdanını rahatlatmak maksadıyla senede bir mevlit okutmayı, kimi zaman bayram ve hatta Cuma namazına gitmeyi de ihmal etmez. Ancak Allah’ın dinini kendi kafasına göre yorumlayıp, bazı meseleleri inkâr etmekten ya da hafife almaktan da geri durmaz.
Nihayet bir gün hiç beklemediği bir anda ve hiç beklemediği yerde ölüm gelir çatar: “Belki aniden gelecek de onları şaşırtacaktır. Artık onu geri çeviremezler, kendilerine mühlet de verilmez.” (Enbiya, 40). Şayet inkâr ile gittiyse vaziyeti ölüm anında bile korkunçtur: “Melekler, onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken durumları nice olur?”
ÖLÜMÜ SONSUZ MAHRUMİYET OLARAK GÖRÜR
Bunlar için ölüm bir “ayıran”dır. Dünyevî zevklerinden, malından, makamından, şöhretinden, sevdiklerinden ayıran bir bitiş ve tükeniştir. O bakımdan ölümü hatırladıkları zaman tüyleri diken diken olur. Bir taziyeye gittikleri ya da bir yakınları vefat ettiği zaman “Eh ne yapalım ölenle ölünmez ki, Allah sabırlar versin...” türünden sözlerle ölüm düşüncesinin şokunu atlatmaya ve mümkün olduğunca en kısa süre içinde kendilerini bekleyen gaflete tekrar başlarını gömmeye gayret ederler.
Sanki sırf neşe ve eğlence için yaratılmışlardır. Üst üste eğlence partileri düzenler, her türlü eğlence etkinliklerini günü gününe takip ederler. Bunlara entelektüel bir boyut ekledikleri, birkaç batılı müzisyen ve artist hakkında malumat sahibi oldukları zaman, kendilerini sanatsever kültürlü insanlar olarak takdim ederler. Böyle şeylerle uğraşmayan, bu işlerle ilgilenmeyen kimselere “cahil halk yığını” nazarıyla baktıkları için bunları insan yerine bile koymazlar. Lüks ve konfor içinde yaşamak, kendileri gibilerine gösteriş yapmak onların en büyük tutkularındandır.
ÖZGÜRLÜĞE SIĞINIR
Kur’an-ı Kerim’de “mütrefîn” adı verilen bir grup daha vardır ki; bunlar hiçbir insanî değer, dinî, vicdanî hüküm ve kayıt tanımazlar. Ne edep ne de hesap endişesi taşırlar. Bütün görüşlerini hayvanî içgüdülerine göre tanzim eder, ahlâk gibi kavramların göreli, şahıstan şahısa değişkenlik arz eden şeyler olduğunu iddia ederler. Böylece yerine göre zinaya “cinsel özgürlük, aşk, arkadaşlık, flört, filanla çıkmak” gibi isimler takarlar. Nefs adına didinip durdukları meşguliyet ve boş oyalanışlarına bir de kutsallık izafe ederek, “çalışmak da ibadettir” sözüyle vicdanlarını teskin etmeye çalışırlar. Bu suretle ibadetleri terk etmekle kalmayıp, bir de inkâra sapmakla şeytana bile külah çıkartırlar. Halbuki çalışmanın ibadet olabilmesi, niyetin Allah için tutulmasına ve yapılan işin meşru olmasına bağlıdır.
Bunlar kelimelerin ve kavramların içini boşaltarak değiştirirler. Kendileri gibi düşünmeyenleri de bağnazlık ve yobazlıkla itham ederler. Zevklerini tatmin etme, yaşama ve rahat etme tutkusuyla hareket etmekten başka bir şey bilmezler. Tıpkı helak olan Sodom-Gomore halkını ve benzerlerini hatırlatırlar. Kur’an-ı Kerim’de bunlar hakkında şöyle buyrulur: “Bir şehri yok etmek istediğimiz zaman, şımarık varlıklılarına (mütrefîne) yola gelmelerini emrederiz, ama onlar yoldan çıkarlar. Artık o şehir yok olmayı hak eder. Biz de onu yerle bir ederiz.” (İsra, 16)
ALLAHI ANMAKTAN RAHATSIZ OLUR
Gaflet içinde yüzen kimseler, vicdanlarını tırmalayacak sözlerden, Allah’ı ve ahireti hatırlatacak sohbetlerden, ölüm düşüncesinden özellikle de Kur’an’dan çok sıkılırlar. Televizyonun başında saatlerce lüzumsuz şeyleri izlemekten büyük keyif aldıkları halde, Kur’an dinlemeye tahammül edemezler.
“Yalnız Allah anıldığı zaman ahirete inanmayanların içlerine sıkıntı basar. Ama Allah’tan başkası anıldığı zaman hemen yüzleri güler.” (Zümer, 45)
“Onlar ki, gözleri, beni hatırlatan ayetlerin karşısında bir örtü içindeydi, (Kur’an’ı) dinlemeye de tahammül edemiyorlardı.” (Kehf, 101)
KALBİNİ TEMİZ SANIR
Gafillerin bir özelliği de kendilerini doğru yolda olduklarına inandırmaya çalışmalarıdır. Bunlara göre asıl olan kalp temizliğidir. Ve her nedense bunların kalbi devamlı temizdir. Kendileri gibi olmayanların kalpleri ise, temiz olmak şöyle dursun, sürekli fitne ve fesatla doludur. Her ne kadar namazla niyazla uğraşsalar, örtülü gezseler de bu görünüşün arkasından her türlü melaneti işlerler. Bu savunma mekanizmalarıyla muhataplarına gerekli cevabı verdikten sonra kendileri de inanarak bir nevi huzur bulurlar. Oysa Kur’an onlar hakkında şöyle buyurur: “Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da, onlar kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.” (Zuhruf, 37)
Manevi bir terbiye görmeden insanın kendi hata ve kusurlarını, gafletini idrak edebilmesi son derece güçtür. Böyleleri gırtlağına kadar gaflete daldığı halde kendini salihlerden zannederler. Hatta bu satırları okurken bile hiç üzerlerine kondurmazlar. O yüzden nefsinin hata ve kusurlarını görebilmek, yer ve gökleri keşfen müşahede etmekten daha evlâdır. “Hayır, insanoğlu kendini müstağni gördüğünden dolayı azar.” (Alâk, 6-7)
KENDİNİ AKILLI ZANNEDER
Zamanımızda akıl hastanelerinde tedavi gören zavallı insanları “deli, akılsız” saymak adet olmuştur. Acaba gerçekten böyle midir? Onlar akılsız da, heva ve arzularının peşinden koşan, dünyayı ahirete tercih eden, Allah’tan kopuk, fakat buna rağmen çok iyi iş bitiren, zengin olan, itibar sahibi kimseler hep akıllı mıdır?
Kimin deli kimin akıllı olduğu bütün çıplaklığıyla ahirette anlaşılacaktır. Bugün akıllı geçinenler o gün delilerin yerinde olmak için can atacaklar fakat bir fayda vermeyecektir. Hz. Kur’an gerçek akılsızları anlatırken şöyle buyurmaktadır: “Dünya hayatı bir oyundan, bir oyalanmadan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise muhakkak Allah’tan korkanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?” (En’âm, 32). “(Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, bu yüzden akledemezler.” (Bakara, 171)
Ruh ile bedenin, madde ile mananın, dünya ile ahiretin dengesini kuramamak da gafletin başka bir türüdür. Başta tembellik, miskinlik ve zillet olmak üzere gafletten öteye gitmeyen yığınla zararın kaynağıdır. Şöhret kazanıp insanların elindekine göz dikme tehlikesini içinde barındırır. Her türlü suistimale açık bir kapıdır.
ÇALIŞMAYAN KİM VAR
Peygamberler dahi bazı zenaat ve mesleklerle anılmışlardır. Zekeriyya Aleyhisselam marangozlukla, Davud Aleyhisselam demircilikle, İdris Aleyhisselam terzilikle meşgul olmuşlardır. Hz. Rasulullah s.a.v. ise, devlet başkanlığı yapmıştır. Allah dostları da peygamberlerin yolundan giderek bir zenaat ve ticaretle meşgul olmuşlardır. Bu devrin büyükleri de bir taraftan irşadla meşgul olurken, diğer taraftan ziraatla, ticaretle ve benzeri işlerle uğraşmaktadır. Bu güzel örnek devrimizde de Allah’a kulluğun nasıl yapılacağını anlatmaya kâfi gelmez mi?
Kur’an-ı Kerim’de mevzuyla ilgili birçok ayet-i kerime vardır. Bazıları şöyledir: “Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara; dünyadan da nasibini unutma.” (Kasas, 77). “Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan isteyin. Allah’ı çok zikredin; umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Cuma, 10)
İbadet ve taatle meşgul olup dünyayı terk edenler, malla yapılacak her türlü hayır hizmetinden de mahrum kalırlar. Hatta zekât gibi gayet kıymetli bir ibadetten dahi nasiplerini alamazlar. Kur’an bunları şöyle ikaz etmektedir: “Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı.” (Nisa, 95). “Ne oluyor size ki, Allah yolunda harcamıyorsunuz?” (Hadid, 10)
Gafletten uzak olanlar dünyası için ahireti, ahireti için de dünyasını terk etmeyen insanlarıdır. Dengeyi, itidali bulmuşlardır. Her işlerinde Allah’ın emirlerine uymayı gözetirler. Gavs-ı Sani Hazretleri’nin k.s. buyurduğu gibi, her ikisini de yarış yapan iki araba gibi birlikte götürürler.
HALK İÇİNDE HAK İLE
Bu denge insanları “halvet der encümen” kaidesine göre halk içinde Hak ile olurlar. Herkesle beraber ama yalnız, elleri işte güçte ama gönülleri hep yardadır. Bedenleri dünyada olsa da gönülleri Allah’a dönüktür.
Bunlar diğerleri gibi dünyaya hırs ve tutkuyla bağlanmazlar. Esaret tasmasını boyunlarına geçirmektense, dünya nimetlerinden mahrum kalmayı tercih ederler. Mal-mülk, makam-mevki, her şeyin Allah’tan geldiğine yakînen iman ederler. Rızıklarına Allah’ın kefil olduğuna iman ettikleri için zerre kadar endişe etmezler. Sadece emre uyup takdir edilen rızıklarını ararlar. Alırken, satarken, çalışırken harama el uzatmazlar. Bazı yüzlerin ağardığı, bazı yüzlerin karardığı o büyük güne alınları ak, vicdanları pak olarak çıkabilmenin özlemiyle yaşarlar. Yedikleri her lokmanın hesabının sorulacağından zerre kadar şüphe etmezler. Kazandıkları her şeyi birer zikir ve şükür vesilesi olarak görürler. O’ndan geleni yine O’nun yolunda sarf etmekten çekinmezler.
TEK AMAÇLARI RABBİNİN RIZASI
Gafletsiz müminler; çalışırken, kazanırken, meşru dairede keyfederken Allah’ın rızasından başka bir şey düşünmezler. Hiçbir şey onları Allah’ı zikretmekten, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymaz. Onlar mert oğlu merttirler, Allah adamıdırlar: “Nice erler ki, ne ticaret, ne de alışveriş onları Allah’ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olacağı günden korkarlar.” (Nur, 37)
Bayezid-i Bistâmî k.s. Hazretleri bir gün müritleriyle birlikte çarşıya çıktı. Dükkanı müşteriyle dolu olan bir kuyumcu gördü. Kalbine manen nazar edip baktı ki, bu kuyumcu akşama kadar elli bin dinarlık alışveriş yaptığı halde bir an bile Allah’ın zikrinden gafil olmamış.
Sürekli Rabbiyle irtibatlı, kalbini zikrullah ile harekete geçirmiş müminin hali işte böyledir. Onlar dünya nimetlerine sahip olmak, boş sohbetlerle oyalanmakla değil, ancak Allah’ı zikretmekle, Kur’an okumakla ve bulundukları ortamda Hak sohbetiyle tatmin olurlar. “Onlar iman eden ve kalpleri Allah’ın zikriyle huzur bulan kimselerdir. Haberiniz olsun, kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzur bulur.” (Ra’d, 2:cool: